Arka Bahçemiz

Tūketim kūltūrū içinde sıkışan birey

The Lovers I, 1928 by Rene Magritte
Resim: The Lovers I, 1928 by Rene Magritte

 

Birey, sosyal ve bireysel yaşamı içerisinde neyi tanımlar ya da neyi ifade eder? İstekler, arzular konusunda felsefi olarak őzellikle Uzakdoğu felsefesinde düşünceler üretilmiştir. Ȍrneğin Budizme gőre  istek ve arzular bırakılırsa, acılar sona erdirilebilir. Barış ve huzura ulaşılabilir. Bunu Budizm, Nirvana’ya ulaşmak olarak adlandırıyor.

 

Tatminsiz günümüz bireyi

Kişi, gerçekte yaşamında neyi ister? Kuşkusuz kişinin kendi sosyal yaşamına yőnelik çeşitli arzuları, istekleri vardır, ancak bu arzular ve istekler, gerçekte kendi arzu ve istekleri midir, yoksa sistemin ona dayattığı istek ve arzular mıdır? Bugün insanlar cep telefonlarını değiştirince mutlu olabiliyorlar, ya da mutlu oldukları yanılsamasını yaşıyorlar. Günümüz  dünyasında birey, kapitalist sistem tarafından yőnlendirilmekte, gerçekte ne istediğini bilmemekte ve hiçbir şeyden tatmin olmamaktadır. En çok nesneye sahip olduğunda, en az mutlu olmaktadır. Sahip oldukça, tükettikçe aslında kendisini de tükettiğinin farkında bile olamayacak kadar kendisine yabancılaşmıştır.

Tüketim kültürü, bireyin istek ve arzularını da kendi iradesi dışında yőnlendirmektedir. Sistem, bireyde, çeşitli araçları kullanarak bir tüketme isteği, arzusu oluşturur. Tüketme kültürü günümüzde kapitalizmin geldiği nokta itibarıyla sınırsız derece de artmıştır. Bu tūketim kapitalizminin oluşturduǧu bir kūltūrdūr. Ȍrneğin  bazı insanlar tanıyorum, dizüstü bilgisayarı sorunsuz çalıştığı halde, bir markanın son model ürününü satın  alıyorlar. Aslında  yeni bilgisayara ihtiyaçları yok bu kişilerin. Ya da yine cep telefonları sorunsuz çalıştığı halde, yine son model bir cep telefonu satın  alıyorlar.  İşte bu tüketim kültürü, kapitalizmin bireye verdiği ve onda oluşturduğu bir yanılsamadır; sahte istek ve arzuları  kamçılayarak onu tüketmeye, yeniden tüketmeye yőnlendirir. Yani aslında  kişinin ihtiyacı olmayan bir meta, onun tarafından satın  alınıyor. Kişi, gerçek ihtiyacı olan şeyler yerine, gerçekte ihtiyacı olmayanları satın alıyor. Bőylece kapitalizm de, bir sistem olarak geçerliliğini sürdürüyor.

 

Meta fetişizmi

Kapitalist dünyada kişi, bir ürüne sahip olmaktan tatmin olamıyor; aslında  o ürün işini gőrüyor ve değiştirmesine gerek yok; ancak tüketim kapitalizminin onda oluşturduğu “yeni ihtiyaç yanılsaması” ile aynı ürünün son modeline sahip olmayı istiyor. Bu da Marx’ın őzellikle “Kapital”de dile getirdiği gibi bir meta fetişizmine yol açıyor. Meta fetişizmi sonucu birey, yanılsamalar üzerine kurulu bir dünyada yaşıyor. Deyim yerindeyse, kendi yaşamını őz iradeden yoksun yaşıyor, yalnızca onun bir figüranı oluyor.

Bu durum bir sanal istekler dizisinin kişinin mentalitesinde oluşmasına neden oluyor. Gerçekte ne istediğini bilmeyen birey, sistemin araçları sayesinde bu sanal isteklerin, kendi gerçek istekleri olduğunu sanıyor. Bu yanılsama içerisinde “tüket tüket” psikolojisinin tutsağı oluyor ve aslında  tükettikçe mutsuz oluyor, mutsuz oldukça da tüketiyor.

Marx, bu durumu kapitalist sistem tarafından ortaya koyulan yeni ihtiyaçlar olarak saptarken, bu durumun yabancılaşmaya yol açtığını ve aslında bu ihtiyaçların da hiçbir zaman doyuma ulaşmayacağını saptıyor.

Fordizm ve Post Fordizm’de yeni tüketim formları vardır. Ancak Post Fordizm buna ek olarak tüketmenin akışkanlaştırılması ve tüketimin artırılması için, bireysel tüketim yer ve zamanlarının sıkıştırılması uygulamalarını da kapsar.

 

En kőtüsü iki seçenek arasında sıkışmaktır

Ȍte yandan, istemek ve istememek duygusu kişinin içinde aynı anda barınır gerçekte. Ȍrneğin uzun süre bir yere gitmeyi planlayan kişi son anda gitmekten vazgeçmek arzusunu taşır içinde. İnsan yaşamı, çoğu insan için, bir adım ileri iki adım geriden başka bir şey değildir őzünde. Bu bir gelgit durumuna benzer, bir dalga gelir seni gőtürür, diğeri hemen ardından geri getirir; kişi yapma eylemi ile yapmamak arasında bir çelişkide kalır.

Bireyin istek ve arzuları ile içinde bulunduğu realite, çoğu  zaman őrtüşmez. Bunun sonucu ise sıklıkla yaşadığımız hayal kırıklıklarıdır. Ȍte yandan birey, istek ve arzularının gerçekleşmesi ile mutlu olacağını sanır. Ancak istekleri gerçekleşse bile her zaman mutlu olamaz.

En kőtüsü ise belki de iki seçenek arasında sıkışmaktır.  Ya adım atacaksın ya da unutacaksın o şeyi yapmayı istemeyeceksin, düşünmeyeceksin bile. Yoksa insan şartların tutsağı oluyor ve acı çekiyor. İnsan ençok da kendisini tanıdığını sandığı anda tőkezliyor aslında;  ne yapacağını bilemiyor.

Bu yüzden birçoğumuz kendimiz olmadan bize biçilen rolü oynuyoruz, bir nevi zaman dolduruyoruz őlene dek.

İşte bunun için duyarlı büyük yazarların romanları hep acıklıdır, trajik olaylarla ve őlümle doludur baştan sona, Dostoyevski gibi.

Kapitalizm ise insanın kendisine yabancılaşmasını sağlıyor ve onun kendi durumunu algılamasını engelliyor; bir nevi insanı gőrmez ve duymaz yapıyor. Aslında  kapitalizmin insanda yol açtığı yıkım daha boyutlu. Kapitalizm insana çok seçenek sunuyormuş gibi gőrünüyor, aslında  seçenek yok, sana sunulanı seçmek zorundasın. Bu da bir yabancılaşma ve yanılsamaya yol açıyor kişide. Kendi kimliğine, topluma, doğaya ve her şeye yabancılaşma. Bu yabancılaşma, korkunç bir acıya da yol açıyor kişinin iç dünyasında.

 

Mücadeleden yoksun bir umut boştur

Sistemin tamamen kontrolünde olan insan yaşamı őzünde acıklı bir tiyatro oyunu ya da bir filme benziyor. Tiyatronun sonu ise hep şőyle bitiyor, “son”,  “the end” ya da “fim”, őtesi yok.

Nietzsche,”Umut, kőtülüklerin en kőtüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.” der.

Umut bazen acıdan, őlümden başka bir şey getirmez, ancak umutsuz da yaşanmaz.

Kapitalist sistemde bir vida kadar işlevi olmayan birey, istek ve arzuları  tatmin etmeye yőnelik eylemde bulunmadan őnce, “kimim ve gerçekte ne istiyorum” sorusunu sormazsa, yaşamı hayal kırıklıkları ve yanılsama üzerine kurulu olacaktır. O, gerçekte kendi yaşamını değil de, sistem tarafından ona sunulan yaşamı, robotik bir şekilde yasayacaktır.

O zaman insan neyi umut edeceğini iyi bilmeli ve bunun gerçekleşmesi için mücadele etmeli. Mücadeleden yoksun bir umut boştur ve bir hayalden őteye uzanmaz.

 

 

Erol Anar

 

 

Dūnyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu