İnsanların büyük çoǧunluǧu ne yazık ki nitelik deǧil, nicelik peşindedir. Çünkü nicelik, para, ün ve toplumun çoǧunluǧu tarafından istenen diǧer maddi deǧerleri beraberinde getiriyor. Niteliǧin getirdiǧi şey ise kendi içinde bir gelişim, kalıcılık ve uzun döneme yayılmış bir deǧişime bulunduǧu katkıdır. Bu yüzden best seller kitapların çoǧunun ne edebi, ne de bilimsel deǧeri vardır. Çünkü nicelik olarak çok satarlar, ama nitelik olarak az deǧer barındırırlar içlerinde. (İstisnalar olmak kaydıyla)
Gerçekte toplumun yüzde biri, yani okunmayan, tanınmayan, gereken ilgiyi görmeyen insanlar toplumu deǧiştirir ya da bu deǧişime kıvılcım olur, onu ateşlerler; bu tarihsel olarak böyledir. Kitlelelerin uyandıǧı silkindiǧi anlar da vardır. Ama bu anlar, sürekli deǧildir.
Ben yıllardır nitelik peşindeyim. Günümüzde insanların çoǧu artık okumuyor, dünyanın birçok ülkesinde kitabevleri, yayınevleri kapanıyor. Geleceǧin okuma biçimi olan e-kitaplar da henüz öyle gerektiǧi gibi okunmuyor. Bir kitabevine girdiǧimde, her geçen gün kitapların sayısının azaldıǧını bunun yerini kırtasiye malzemeleri, oyuncak gibi ürünlerin aldıǧını görüyorum. Var olan kitaplar da özellikle çocuklara, gençlere yönelik fantastik oyun kitapları. Edebi deǧeri olan kitapların sayısı çok az, ya da giderek daha da azalıyor. Yine kitabevlerinde önemli bir yer kaplayan diǧer bir ürün ise bilgisayar oyunları. Bir bilgisayar oyunları “edebiyatı” da oluşuyor. Oyunların kitapları da yayınlanıyor. (Game of Thrones gibi) Bunlar edebi deǧeri olmayan ürünler. Bu oyunları oynayan çocuk ve özellikle ergen yaştaki gençlerin yanısıra bazı yetişkinler, oyun baǧımlısı olarak artık neredeyse tüm boş zamanlarını bu oyunlara harcıyorlar. İnsanın oyun oynamaya, eǧlenmeye de hakkı var, ama baǧımlı olmak başka bir kategoridir.
Büyük ve küresel bir endüstri ve pazar var bu alanda, oyunlar biraz tanındıktan sonra, bu endüstrinin bir parçası olarak oyunların kitapları yayınlanıyor, filmleri yapılıyor ve oyun kahramanlarının oyuncakları piyasaya sürülüyor. Edebiyat ve sanat, günümüz insanının çoǧunluǧu için bir şey ifade etmiyor.
Sonuç olarak bilgisayar oyunlarından, sosyal medyaya sanal bir gerçeklik içerisinde geçiyor yaşamımız. Ve zaten kısıtlı bir süre içeren yaşamımızın deǧerli saatlerini, hipnotize edilmiş bir şekilde sanal dünyada harcıyoruz. Gerçek dünya ile baǧımız ise, belki yalnızca zorunluluklardan oluşuyor. Giderek her geçen gün daha da gerçeǧe dönüşen, gerçeǧin yerini alan bir simülasyon içinde yaşıyoruz. Giderek boǧazımıza kadar sanal dünyanın içine gömülüyor ve yitip gidiyoruz sanal sonsuzluk dünyasında.
Sosyal medyada birçok kişi ile sanal ilişkiler kuruyoruz da, yanımızdaki kişilerle gerçek ilişkilerimizi saǧlıklı bir şekilde yürütmekten aciz kalıyoruz.
Sosyal medya bir tuzak mı?
Yukarıda da belirttiǧim gibi, insanların büyük çoǧunluǧu, belki de yüzde 95’i artık bir anlam arayışında deǧil. Daha çok ün, para ve kariyer peşindeler. İnternette bazı edebi ya da bilimsel olan yazılara baktıǧımda bu yazıların çok az okunduǧunu ya da beǧeni aldıǧını görüyorum. Kuşkusuz bir yazının deǧeri çok okunmasıyla ölçülmez. Ancak diǧer yandan kişisel gezi, yemeklerle ilgili paylaşımlar çok daha fazla ilgi görüyor. İnsanlar artık simgelere, resimlere bakıyor, harflere deǧil. Görme biçimleri deǧişiyor John Berger’in kitabında dediǧi gibi. Ama ne yazık ki olumlu anlamda deǧil bu deǧişim.
Geçtiǧimiz aylarda yitirdiǧimiz ünlü sosyolog entelektüel Zygmunt Bauman, sosyal medyayı bir tuzak olarak niteleyerek, gerçek diyaloǧun sizinle aynı şeye inanan insanlarla konuşma anlamına gelmediǧini belirtmişti. Bauman, birçok insanın sosyal medyayı ufkunu açmak, aydınlanmak amacıyla kullanmadıǧını ve yalnızca kendi seslerini dinlediklerini ve kendi yüzlerini gördüklerini belirterek bu anlamda sosyal medyanın bir tuzak olduǧunun altını çizmişti.[1]
Bauman’ın “gerçek diyalogun sizinle aynı şeye inanan insanlarla konuşma anlamına gelmediǧi” düşüncesine katılıyorum. Örneǧin Facebook’daki arkadaş listemize bakarsak, bu listenin büyük çoǧunluǧunun bizim gibi düşünen, yaşayan, benzer alışkanlık, inanç ve düşüncelere sahip insanlardan oluştuǧunu görebiliriz. İşte bu nedenle sosyal medyada yaptıǧımız politik içerikli paylaşımlar aslında yerini bulmuyor, işlevini yerine getirmiyor. Aynı şekilde ya da benzer düşüncelere sahip insanların birbirine yönelik propagandası olmaktan öteye gitmiyor. Ve diyalogdan çok bir monolog ve kendini rahatlatma refleksi işlevi görüyor.
Sosyal medyanın hem olumlu, hem de olumsuz birçok yanı bulunabilir. Ama bence en olumsuz etkilerinden birisi ise, sosyal medyanın kitap okuma alışkanlıǧı olan insanların bu özelliklerini olumsuz etkilemesi ve kitap okumakla geçirilebilecek bir sürenin -ki bu Türkiye için yaklaşık 3 saat olduǧu belirtiliyor[2]– sosyal medyada harcanmasına neden olmasıdır. Yine televizyon da diǧer bir olumsuz bir etken olarak öne çıkıyor bu kriterde. İnsanların çoǧu her beş dakikada bir ellerindeki cep telefonlarından sosyal medyaya baǧlanmadan duramıyorlar. Özellikle de Facebook’a… Örneǧin bir insanı bir günlüǧüne hücreye koyunuz ve ona yakınlarını mı görmek istersin, yoksa cep telefonundan Facebook’a baǧlanmayı mı diye sorsanız, emin olunuz çoǧu insan Facebook mesajlarını görmeyi, yakınlarını görmeye tercih edecektir.
Kitap okuma alışkanlıǧı olan insanların çoǧu, gördüǧüm kadarıyla, güncel gazetelerin internet siteleri ve haber siteleri arasında mekik dokuyorlar Facebook ve Twitter’da. Saatler burada aynı haberlerin deǧişik versiyonlarını görmeye ve hiçbir entelektüel deǧeri olmayan köşe yazılarını okumaya harcanınca, elbette kitap okumaya vakit de kalmıyor. Hele de televizyonda güncel siyasal kısır tartışmalar da izleniyorsa, bu insanların çoǧu artık kitap okuyamıyorlar. Buna vakitleri ne de enerjileri kalmıyor. Böylelikle var olan bilgi kapasitelerini kullanarak yani, “sermayeden yiyerek” idare ediyorlar.
Sosyal medyanın bence diǧer olumsuz bir özelliǧi ise, kişinin tepkisini sosyal medya yoluyla ortaya koyup, gerçek hayattaki mücadeleden bir nevi uzaklaşması. Çünkü sosyal medyadaki paylaşım ve eleştiri kişiye sanal da olsa bir vicdani rahatlama getiriyor. Ve kişi az da olsa topluma karşı görevini yapmış olmanın rahatlıǧını duyumsuyor ve böylelikle de sokaǧa çıkmaya gerek olmadıǧını düşünüyor.
Ancak diǧer yönüyle de ana akım medyada, kendi düşüncelerini ifade etme ortamı bulamayan birey, kendi düşüncelerini, tepkilerini en azından sosyal medyada, kendi çevresine doǧrudan ve hızlı bir şekilde ifade edebilmektedir. Bu da kuşkusuz sosyal medyanın olumlu bir yönü olarak görülebilir başka bir açıdan bakıldıǧında. Ayrıca ana akım medya tarafından yer verilmeyen, sansürlenen haber ve yazıların da sosyal medyada engellenemediǧi ve denetlenemediǧi görülüyor.
Diǧer yandan ana akım medyadaki manipülasyon gibi, sosyal medyada da manipülasyon vardır. Kaynaǧı belirsiz ve güvenilir olmayan binlerce yalan haber ve yanlış bilgi dolaşmaktadır dünyanın dört bir yanında sosyal medyada. Bu bilgilerin hangisinin doǧru, hangisinin yanlış olduǧu da belirsizdir. Bunun için nasıl ana akım medyayı süzgeçe tutup deǧerlendirmek gerekiyorsa, aynı süzgeçi sosyal medyaya da uygulamak ve haberlerin doǧru olup olmadıǧını araştırmadan, onları yaymamak gerektiǧini düşünüyorum. Tersi manipülasyona alet olmak anlamına gelir. Ayrıca Umberto Eco’nun belirttiǧi gibi, haberlerin doǧru olup olmadıǧını en az on farklı kaynaktan araştırmalıyız.
Aslında sosyal medyanın ne olduǧu, bizim onu nasıl kullandıǧımız ile doǧrudan ilişkilidir. Eǧer tüm zamanımızı sosyal medyaya harcar ve oradan oraya amaçsızca koşuşturup durursak, bu sanal dünyada kaybolup gideriz. Ama sosyal medyayı kendimizi geliştirmek anlamında kontrollü ve kısıtlı olarak kullanırsak, bize yararlı olacaktır.
Erol Anar
Paraná-Brezilya
Mart 2017
[1] Zygmunt Bauman: “Social media are a trap”, Ricardo de Querol, El Pais. 25 de Janeiro 2016, http://brasil.elpais.com/brasil/2015/12/30/cultura/1451504427_675885.html
[2] “Sevmek bir omur kitap okumak bir dakika Turkiye’de okuma orani binde bir”, diken.com.tr