Kadın ölüm haberleriyle gazetelerde, televizyonlarda ya da internette karşılaşmadığımız gün yok gibi. Ne kadar acı ki yakın çevrelerine keder ve yas bırakan bu hayatlar kimileri için sadece bir rakamdan ibaret. Haber bültenlerinde, gazete sayfalarında bir toplam rakamın içine sığdırılan ölümlerin hemen hemen tümü cevaplanması gereken bir sürü soru ve yargılanması gereken bir toplum anlayışı bırakır.
Edirne’nin Yolüstü Köyü’nde erkek arkadaşı tarafından tecavüz edildikten sonra dövülerek öldürülen 21 yaşındaki Özge B. de bu haberlerden maalesef biri. Tecavüz edilerek katledilen Özge’nin haberi ne bir oy, ne bir tape, ne bir politik belge kadar değerli bulunup ilk manşetlere konuldu. Gazetelerin ancak üçüncü dördüncü sayfasında yerini buldu. Bu da bize her haberin ve her hayatın aynı derecede “önem“ taşımadığını, bazı haberlerin daha ‘önemli’’ iken, bazı haberlerin daha ‘’önemsiz’’ olduğunu gösteriyor.
Özelikle de kadın katliamlarının haber değeri taşımadığı bu ülke, erkeklerine kendilerini, kadınların emekleri ve bedenleri üzerinde hak ve denetim sahibi görme, şiddet yoluyla egemenliğini muhafaza etme yetkisini sunuyorsa ve yasalarla da erkeğin şiddetini koruyorsa gazetelerin bu tür haberleri ve hakkında küçücük, kısacık haberlerin yapıldığı hayatları “önemsiz“olarak görmesi, ilgiyle karşılamaması çok da şaşırılacak bir durum değil.
Peki bu hayatları kim değersizleştiriyor, bu hayatların “önemli” ya da “önemsiz” olduğunu kim belirliyor, bu haberler neye göre “önemli” ya da “önemsiz” oluyor? Hangi değerler sistemi buna karar veriyor? Aslında bu soruların cevabı hem ideolojik hem de politik. Hakim olan sistem yani patriarşik sistem buna karar veriyor.
Kadını yok sayarak, onun yaşam hakkını ihlal eden, varlığını hiçbir güvence altına almayan, hayatına her an son verilebilen ve kadını katledenin hesap vermek zorunda olmadığı patriarşik sistem bu şekilde bir hayatı değersizleştirirken, diğer hayatı yaşatıp değerli kılarak mevcut sistemi garanti altına alıyor. ”Önemli” ve ”önemsiz” diye kendine ait bir değerler sistemi kuruyor, kadın katliamları karşısındaki suskunluğu, aldırmazlığı, kayıtsızlığıyla da bunu ispatlıyor.
Değişen yasalara ve geçmişe nazaran oluşan güçlü bir feminist anlayisa rağmen kadınlar açısından durum çok da iç açıcı değil. Hatta değişen koşullar dikkate alındığında daha vahim bir noktada olduğumuz söylenebilir. Öyle ki -somut olarak Edirne’nin Yolüstü Köyü’nde erkek arkadaşı tarafından tecavüz edilip dövülerek öldürülen 21 yasındaki Özge B.’nin haberine verilen değer de buna verilebilecek yüzlerce örnekten biri. Neredeyse bütün gazetelerin servis ettiği haber şöyleydi: Erkek arkadaşı Ç.O. ile gece geç saate kadar gezen Özge B. eve alkollü gelince kız kardeşi tarafından odasına götürülüp yatağa yatırıldı. Ertesi gün komşuları Özge B.’yi bahçe kapısında baygın görünce babası Kemal B.’ye haber verdi. Eve gelen babası ve yakınları tarafından hastaneye götürülen Özge B.’nin vücudunun değişik yerlerinde morluklar olduğu ve tecavüze uğradığı belirlendi.
Haberin veriliş şekline baktığımızda, genç kız gece geç saate kadar gezmiş, üstelik içki de içmişti. O saatte erkek arkadaşıyla dışarı çıkmıştı, toplumumuzun bütün değerler sistemini çiğnemişti, ahlak sınırlarımızı zorlamıştı. Bu sayede artık suçluyu bulmamız zor olmayacaktı. Suçlu kadındı. Bu cinayeti bu şekilde vermek katili aklamaktır, aslında Özge B.’nin erkek arkadaşının suçsuz olduğunu söylemektir.
Haber bu şekilde değil de başka türlü verilseydi, içki içtiği ya da geç saatte dışarı çıktığı belirtilmeden, bir genç kızın erkek arkadaşı tarafından katledildiği yazılsaydı, yine de katili bulmak ve yargılamak bu kadar kolay olacak mıydı? Evet, o zaman katil Özge B.’nin erkek arkadaşı olacaktı. Biz de okuyucular olarak katili bulmanın dayanılmaz hafifliğini yaşayacaktık, hepimiz için onu yargılamak ve mahkum etmek rahatlatıcı olacaktı. Peki sadece bu kadar mı? Bu olasılığa inanmak belki vicdanlarımızı bir ölçüde rahatlatsa da, bu haberin başka türlü verilmesi yine de hepimizi bu ölümün ağırlığı altında ezilmekten kurtarabilir mi? Aslında bu haliyle bile, Özge B.’nin haberi bir suçluya apaçık işaret ediyor. Suçlu olan sadece kadın ya da erkek değildir; bu haberi bu şekilde veren, bu cinayeti haklı gören, tek bir kelime söylemeyen, içten içe onaylayan, kadın katliamlarını sadece cinsiyet boyutu ile değerlendirip ses çıkarmayan, bu katliamları sadece kadın sorun olarak gören ve yaşananlara izleyici olan, karşı koymayan herkes suçludur. Bu zihniyet kadınlarımızı öldürüyor. Ve maalesef bu zihniyet toplumun büyük bir kısmı tarafından paylaşılıyor.
Son olarak, bu cinayetleri durdurabileceğimiz, kadınların dövülmediği, erkeklerin yaptığı işkencenin hoş görülmediği, kadınlarımızın katledilmediği başka bir yol yok mudur? Vardır elbette, patriarşik sistemi sorgulayarak, kadın katliamlarını bireyselleştirmediğimizde, katilleri teşhir edip onlara yaşam alanlarımızda yer vermediğimizde, bu yaşananların sadece izleyicisi olmadığımızda, yaşam hakkını cinsiyet ayrımı yapmaksızın aktif bir şekilde savunduğumuzda belki bu yolu açacağız.
Ama hala her gün sokakta bir kadın katlediliyorsa ve bu katliamlar azalmadan devam ediyorsa, gazetelerdeki haberlerde kadın cinayetlerini hep ve sadece kadın suçluymuşçasına okuyorsak, o yolu yeterince açamadığımız gibi kadın cinayetlerinin yolunu da daraltamamışız demektir.
Diren Yeşil