Geçen hafta YÖK Başkanı Prof.Dr. Gökhan Çetinsaya, Türkiye ’nin akademisyen açığı ile ilgili bazı açıklamalarda bulundu. Uzun istatistiki verilerle dolu açıklamanın özeti şu:
Prof. Çetinsaya, Türkiye’nin öğrenci başına düşen doktoralı akademisyen oranının OECD standartlarının gerisinde olduğunu ve bir an önce OECD ülkeleri seviyesine gelinmesi için çalışmalara başlanacağını belirtip ekliyor:
Doktora eğitiminin kapsamını genişleteceğiz ve şu an verilen 4 bin mezunun sayısını 10 bine çıkaracağız.
Şöyle bir bakalım:
Temel amaç, OECD ortalamasını yakalamak yani rakamsal hedefi tutturmak.
Yöntem; mevcut sistemde doktoralı sayısının nasıl artırılacağı düşünüleceğine sistemi gevşetmek, sulandırmak ve bu yolla, doktoralı akademisyen sayısında yüzde 250 artış beklemek. Konu eğitim ve bilim olduğunda salt rakamsal hedeflerin hiçbir anlam ifade etmediğini, bir konuyu çözelim diye ürettiğimiz içi boş çözümlerin başımıza bin tane yeni sorun çıkaracağını görmek için bir tecrübeye daha ihtiyacımız var anlaşılan.
Dikkat edelim de OECD ortalamasını yakalayalım diye doktora kavramının içini boşaltıp yarattığımız on binlerce yeni akademisyen, Türkiye’yi zaten zayıf olduğu bir başka OECD ortalaması olan akademisyen başına düşen nitelikli yayın indeksinde yerin dibine sokmasın da kaş yapalım derken göz çıkarmayalım.
Herşey bir yana bu doktora konusu beni eski günlere götürdü. YÖK için amacın nitelikten çok nicelik olduğu bir ortamda akademisyen adayı arkadaşlara sadece bir tavsiyem olacak…
Lisede münazara takımı kaptanı olduğunuzu, üniversite giriş sınavlarında ülke çapında ilk 200 kişi içerisinde bulunduğunuzu, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinin en zor mühendislik bölümünü 4.0 ortalamayla okul birincisi bitirdiğinizi, dünyanın en iyi mühendislik okulu olan MIT’de burslu doktora yaptığınızı ve orayı da 4.0 ortalamayla bitirdiğinizi, akabinde Amerika’nın yine en iyi okullarından birinde post doktora yaptığınızı düşünün. Sonra ülkenize dönmek ve akademik çalışmalarınıza burada devam etmek amacıyla başvurularda bulunduğunuzu ve hiçbir üniversite de uygun bir pozisyon bulamadığınızı…
Sadece Türkiye’de olabilir diyebileceğimiz bir olay değil mi? Sürekli beyin göçünden bahsedip, en değerli beyinlerimiz ülkeye dönmek istediğinde uygun pozisyon olmadığı için reddetmek… Bahsettiğim kişi hayatta tanıdığım en düzgün insanlardan ve en eski arkadaşlarımdan. Kendisi bu girişimleri sonuçsuz kalınca özel sektöre geçip gayet iyi bir hayat sürdüren sayısız akademisyenden biri.
Şimdi bütün bunlardan neden bahsediyorum kısmına gelelim. TUİK verilerine göre Türkiye’de doktora yapanların yüzde 93’ü akademik hayata giriyor. Yani doktora yapmak aslında sonu belli olan bir yol: akademisyenlik. Biten bir doktora aslında biten başka bir çok şeyin de sembolüdür çünkü; geç başlanan bir hayat, dikey uzmanlaşma sonucu kaybolan esneklik ve kaçan fırsatlar vb.
Sonuç; en iyi, en parlak ve zeki akademisyenler için bile genel bir mutsuzluk hali. Yaratıcılık yavaş yavaş kaybolur, yapılan şeyler bir anda anlamsızlaşır hatta küçümsenir.
Derdi zaten akademisyenlik olmayan akademisyenler mi? Onlar da devletin makale başına verdiği paraları toplamanın peşinde çalıntı makale basmaya devam ederler. Çünkü nasıl olsa bir yıl içerisinde teorik bir alanda mucizevi şekilde yazılan 40-50 makale için aldıkları para, intihalleri ispatlansa bile tahsil edilmeyebilir! Aklıma gelmişken sorayım: Ne oldu 2009’da Nature dergisine konu olduğumuz olayın kahramanlarına ve kaldırdıkları paraya?
Onlar caydırıcı cezalar almazken, ülkenin yetiştirdiği en iyi beyinler üniversitelerin kapısından içeri giremiyor. Ve YÖK, tüm bunlar olmuyormuş gibi tutup doktoralı akademisyen sayısını daha da artıralım diyor üstelik doktoranın tanımını genişleterek.
Sen önce elindekini bir koruyabilsen demezler mi adama?
O yüzden akademisyen olsam mı olmasam mı diye karar kara düşünen arkadaşlara ufak bir tavsiyem var. Emin ol ki az önce örnek verdiğim dostum bu kadar özel ve başarılı bir eğitim hayatına sahip olmasa doktoraya harcadığı bunca yıldan sonra ona rahat bir yaşam verecek özel sektör işini bulması imkânsızlaşırdı.
Yani bil ki eğer devam kararı alırsan geri dönülmesi çok zor bir yola girmiş olacaksın.
Bu sebepten herşeyi bırak ve girmek istediğin yolun; akademisyenliğin, bilim adamlığının ilk gereğini en başta yerine getir. Neden akademisyen olacağına dair değil, şüpheci olup neden olmaman gerektiğine dair düşün!.. İkna edici bir iki sebep bulsan bile yeterlidir; istisnalar kadieyi bozmaz deme.
Çünkü normal yaşamın aksine bilimsel düşüncede bir istisna bile kaideyi bozar!
CAN GÜRSES – @canitti