Arka Bahçemiz

American Dream ya da Amerikan Rüyası

Geri kalmış bütün ülkelerin insanları, en cahilleri de dahil, aç kalmamak, çocuklarının sağlığı ve öğretimini garantilemek, temel teknolojik araçlara sahip olmak ve despot idareler, adaletsizlik, işkence ve kavgadan uzak bir gelecek istiyorlar. İnsanoğlu bunu bütün tarih boyunca hayal etti. Fakat politik kuşlar bülbül gibi de ötseler, bugünkü dünya henüz bu servisi vermiyor.

Çağdaş iletişim, ulaşım, kentleşme ve küreselleşme henüz özelliklerini bilmediğimiz bir insan yarattı, üretti. Sivas’ın ya da Hakkâri’nin dağlarında düne kadar toprak kulübede yaşamış, şimdi beton evde, otomobiller arasında oturup televizyon seyreden milyonlar var. Bu eski köylü değil. Ama uygar bir kentli de değil. Peki, nasıl bir insan? Gelecek hayalleri değişmemiş insan yok. Bu değişmenin doğasını sosyal bilimcilerden pek öğrenemedik. İnsanların değişen davranışlarını anlamayan, insanın hep aynı olduğunu sanan milyarlar var. Oysa tarih insan ve toplumun sürekli değişimin hikâyesinden ibaret!

Tarih sürekli değişimin öyküsü

Amerika’ları keşfeden Avrupalılar önce altına ve gümüşe sonra boş topraklara koştular. Bir rüya ülkesi ‘Eldorado’yu da Amerika kıtalarında bir yerlerde hayal ettiler. Birleşik Amerika zenginleştikten ve Avrupa’nın aydınları eski yurtlarının her birikimini oraya taşıdıktan sonra Birleşik Amerika Eldorado oldu. Amerika’da Avrupa kültürünün ideal olarak geliştirdiği her şey vardı. Boş kıtanın maddi olanaklarıyla insanlığın entelektüel birikimi orada yeni bir sentez yarattı. Avrupalı püritenler, dindar çiftçiler, tüccarlar, serüvenciler, avcılar, altın arayıcılar, gangsterler uçsuz bucaksız topraklarda bir araya geldiler. Amerika tarihte olmayan bir zenginliğe sahip oldu. Dünyanın ilk modern demokrasisini kurdu. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını galibi olunca yeni bir Britanya İmparatorluğuna soyundu. ABD 20. yüzyılın tek egemeniydi.

Fakat 19. yüzyılın ikici yarısından sonra dünyanın öbür ucunda Japonya’dan başlayan bir silkinme başlamıştı. Bu silkinme ve değişme bir yüzyıl sonra Çin’e de bulaştı. Dünya’nın politik ağırlık merkezi yarım yüzyıl içinde yer değiştirdi. Dünya tarihinin en eski uygarlık merkezi Çin ve onun çevresindeki kültür alanı, eski ağırlıklarını, bu kez küresel düzeyde, yeniden kazandılar. Bu tarihin yeni bir dönüm noktasıdır.

Bu iki küresel ağırlıklı alan arasında 700 ile 1700 arasında Avrupa ve Çin arasında bir İslam dünyası gelişmiş ve egemen olmuştu. Bu iki ucun ışıklarının karardığı çağda parlayan bir orta dünya aydınlığı idi. Gücünü Fransa sınırına kadar ve Osmanlılar elinde Orta Avrupa’ya taşımıştı. 16. yüzyılda Orta Avrupa’ya kadar genişletmişti. 12. Yüzyılda ulaştığı entelektüel düzey Rönesans’ın bileşenlerinden biri oldu. Fakat Osmanlılar askeri güce paralel bir entelektüel gelişme göstermediler. Hatta 12. Yüzyıl İslam Rönesans’ını bile sürdürmediler. Bu panoramaya kendi serüvenimi de ekleyince bir Türk ve Türkiye portresinin bazı öğeleri ortaya çıkıyor. Bu giderek aydınlanan bir perspektif değil.

1962’de ilk kez ailece New York’a ulaştığımızda kent boyutları, gökdelenler, department store’lar bizim Anadolu’ya, İstanbul’a hatta Avrupa’ya alışmış boyutsal kent hayallerimizi ezip geçmiş, gerçekten bize insana ‘Eldorado’ya gelmiş hissine kapılmıştık. New York, insanı un değirmenine gelmiş buğday tanesine benzetiyordu. Oradan Detroit’e ve Michigan üniversitesinin olduğu Ann Arbor’a gittik. Bir iki gün içinde dünya imgesi değişti. Burası ne Türkiye, ne de Avrupa idi. Zamanla Amerika’nın toplumsal boyutların ve yaşamını görmeğe başladık. Fakat Amerikan üniversitesi kozmopolit bir Avrupalı, Afrikalı ve Asyalılar yurdu idi. Çinli profesörden, Lübnanlılara, Hintlilere, hatta Osmanlı hanedanına mensup insanlara kadar her ulustan insan vardı.

Gökdelenli, ama daha çok bahçeli iki katlı konutların, neoklasik üniversite yapılarının oluşturduğu, Amerikalı, Avrupalı, Uzak Doğulu ve Arap profesörlerin öğretiminde bir heterojen Amerika ile tanıştık. Michigan Üniversitesi’nin İslam Sanatı Bölümünü bir Türk, Mehmed Ali Ağakay (Ağaoğlu) kurmuştu.

Amerika her şeyde birinciydi. O sırada sefalette de hatırlı bir sırada olduğunu henüz bilmiyorduk. Fakir Türk doçenti banka kredisi ile bir araba bile almıştı. Birleşik Amerika’da çeşitli vesilelerle uzun zaman değişik üniversitelerde yaşadım. Ülkeyi bütün boyutlarıyla tanıdım. Çocuklarım sonradan orada öğretimlerini bitirdiler. Kızım ve eşi oraya yerleştiler. Amerika bir tür ikinci vatan oldu. Obama başkan seçildiği zaman Amerika’nın kendini yenileyici gücüne hayran olmuştum. Çünkü zenci öldüren Amerikalıları ve çöp tenekesi karıştıran zencileri de biliyordum.

Amerika ve gücü

Uzak Doğu patlamasından ve büyük ekonomik krizlerden sonra da Amerikan Sanayisi hala en uç alanlarda söz sahibidir. Üniversitelerinin büyükleri hala çok büyüktür. Demokrasi ve düşünce özgülüğü hala göreceli olarak geçerli. Fakat Amerika’nın evrensel çekiciliğini ve örnek olma düzeyini değiştiren bazı nedenler var: Dünya jandarmalığı; tüketim hastalığı, gelir eşitsizliği. Bu güce eklenmiş Batılı ‘arrogance’ı olarak da yorumlanabilir. Dünyayı bu Amerika etkiledi. Ve etkilemekte devam ediyor. Kızılderililerin yok oluşunu, oradan oraya sürülüp yok edilişlerini Amerikalılardan öğrendik. Bize kendilerini de anlatıyorlar. Biz bunu hala yapamıyoruz. Onun için bu bilgilenme özgürlüğü hala etkileyici. Bizim Ermenileri güneydoğu Anadolu’ya sürmemiz Amerikan yerlilerinin yurtlarından oraya buraya sürülüp yok edilmeleri yanında devede kulak gibi kalır. İlginç olan Amerikan senatosuna giden Ermeni tezi Amerikan tarihini nedense anımsamıyor.

1945’den sonra dünya Amerika’ya bakarak şekillendi. Teknoloji, bilim, sanat, zenginlik, eğitim ve demokrasiye oradan özendi. Amerika dünyayı kendine benzetti. Fakat bu öğreti silah, şiddet, egemenlik hırsı, kapitalizm ve tüketimi de içeriyordu. Dünyaya ikiyüzlülük öğrettiğini de göz ardı edemeyiz. Kendi demokrasisini olabildiği kadar korurken, en gerici, despot diktatörlerle iş birliği yaparak ve toplumları birbirine düşürerek Britanya İmparatorluğunun ‘Böl ve Yönet!’ yöntemini sürdürüyor. Dünya egemenliğini sürdürmeğe çalışıyor.

Thomas Jefferson’un deyimiyle ‘Cahil dünyada demokrasi olmuyor’ ama Amerikan hegemonyasının payandaları olunabiliyor. Amerika’nın Suudi Arabistan demokrasisi ile ilgilendiğini söylemek olanaksız. Kapitalizmin jandarmalığını neden yaptığını anlamak da zor. Onu tehdit edebilecek bir güç yok. Kaldı ki komünist Çin bile kapitalist yöntemlerle yaşıyor. Çin ve Rusya başta olmak üzere pek çok ülkede demokrasi yok. Sadece Avrupa, Hitler ve Stalin’den sonra daha iyi demokrasi örnekleri yarattı.

Amerika’nın sorunu dünyanın sorunu. Bunun içeriği güçlü olarak Amerikalılar tarafından dünyaya demokratik bir dünya için hala bir eldorado imgesini yaşatabilir.

Jared Diomond’un ‘Collapse’ kitabından sonra başlarına gelecek tehlikelerin vaktinde farkına varmayan toplumların nasıl yok olduğunu ve iklimsel felaketin dünyanın sonunu nasıl getireceğini anlatan sayısız Amerikalı var. Amerika’nın gücü hala bilimsel araştırmada başta gelmesi. Kendini kurtarırsa dünyayı da kurtarabilir. Ama o batarsa dünya da birlikte batabilir. Burada sorun teknoloji değil. Kapitalizm. Amerika’nın kendisini ya da başkalarının Amerikalıları ikna etmesi gerek. Çünkü hala dünyayı kurtaracak bir potansiyel var.

Doğan Kuban

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu