Çocukluğumda annemin bize kızdığı zaman ‘köpekler ana olmasın’ dediğini anımsarım. Annem bize çok kızdığı zamanlarda bile şefkatinin korumacı kalkanını aşamaz, kendine böyle söylenirdi. Gerçekten de ‘ana olmanın’ nasıl bir şey olduğunu anlamak için çevremizdeki hayvanların analık dönemlerine bakmak bile çok öğreticidir.
Bir tavuk kuluçkadan civcivlerini çıkardığı zaman onları yem bulmaya götürür. Civcivler analarının peşine takılır, cik cik sesleriyle hem yerde yiyecek bir şeyler ararlar, hem de analarının yanından pek uzaklaşmamaya çalışırlar. Fark etmeden biraz uzaklaştıkları zaman hemen koşarak ana tavuğun yanına gelirler. Ana tavuk da civcivlerini kollar, dağıldıkları zaman özel bir sesle onları yanına çağırır. Yabancı bir hayvan (kedi, köpek, kuş vb) yanlarına yaklaştığı zaman da ana olmadığı zamanlarda hiç yapmadığı bir şeyi yapar, civcivlerine yaklaşan hayvanlara saldırır. Başa çıkamayacağı bir durumla karşılaşırsa civcivlerini gene bırakmaz, hem oradan kaçar, hem de geri dönerek yavrularını korumaya çalışır, bu arada da ciyak ciyak bağırarak dikkatlerini çeker.
Aynı davranışları ana olmuş kedilerde de, köpeklerde de görürsünüz. Demek ki ‘ana olmak’ sonradan edinilmiş davranışlar değil, içgüdüsel davranışlardır. Türün devamını sağlamaya yönelik bu içgüdüsel davranış aynı zamanda ‘annelerin korumacılığını’ da açıklar. Eğer annelerin koruması olmasaydı yavruların kendilerini korumaları olanaksız olurdu. Annenin koruması aynı zamanda yavruların kendini koruması, beslemesi için özel bir eğitimdir. Hangi canlı türü olursa olsun, korunması, beslenmesi ve çoğalması hem kendisinin, hem de türünün yaşaması için temel koşuldur. Burada önemli nokta, annenin bir yandan çocuğunu korurken aynı zamanda çocuğun gücüyle orantılı olarak ona ‘kendisini korumayı’ öğretmesidir.
Çünkü çocuğun asıl korunması ‘kendi gücüyle kendini korumayı öğrenmesi’ olarak sürecektir. İşte bu noktada ‘koruyucu anne’ ile ‘korumacı anne’ arasındaki fark da belirmeye başlayacaktır.
‘Koruyucu anne’ çocuğunu korurken ona ‘kendisini korumayı öğreten’ annedir. Bu tutum hem çocuğun kendine güvenini arttıracak, hem de onun hayatın güçlükleriyle başa çıkmasını sağlayacaktır. Buna karşın ‘korumacı anne’, çocuğunu korumayı uzun yıllar boyunca sürdürecek, böylece çocuğunu koruduğunu düşünürken aslında hiç de istemeden onu kendine güvenmeyen bir kişilikle büyütmüş olacaktır.
Annenin koruyuculuğunda önemli iki faktör ‘güven’ ve ‘sevgi’. Daha doğumla başlayan güven ve sevgi anne tarafından çocuğa hayatı boyunca verilecektir. Anneliğin bu iki temel davranışı ondan hep beklenecek, bu iki faktörden birisinin ya da ikisinin eksikliği annelik niteliğine aykırı sayılacaktır. Anne bu iki duyguyu da çocuğuna koşulsuz ve karşılıksız verir. Çocuk doğduğu andan başlayarak bu iki temel besinle beslenir. Çocuğun gerek biyolojik gerek psikolojik gelişimi için bu temel besinler yaşamsal önemdedir. Onun için de ‘güven’ ve ‘sevgi’nin nasıl verileceğini bilmek, tutarlı davranışlar gösterebilmek annelik öğretisinin alfabesidir.
Çocuğun doğumla başlayan algıları, temel gereksinmeleri annenin dokunuşlarıyla, sesiyle, kokusuyla, bebeğin beslenişiyle, temizlenişiyle karşılandığı zaman çocuk ‘güven’i ve ‘sevgi’yi almaya başlamıştır. Aynı zamanda çocuğun kişiliği de oluşmaya başlamıştır. Annenin yanından ayrılışıyla strese girecek, yeniden yanma gelişiyle de güven kazanacaktır. Onun için de anneyle çocuk arasındaki özel iletişim başlamış olacaktır. Bu iletişimin bütün sırları henüz çözülememiştir. Bütün duyuların rol oynadığı bu iletişim biçim değiştirecek ama hayat boyu sürecektir. Anneliği özel kılan da budur.
Anne olmanın biyolojik yanı bütün canlıların ortak davranışlarını belirtiyor ama insanda bu olgunun kültürel yanı da çok ağırlıklı. Her kültür kendine özgü bir ‘anne kimliği’ oluşturuyor. Bu kültürün normlarını koyuyor, annelerde bu normları görmek istiyor, anneyi bu ölçütlere göre değerlendiriyor. Bir de ‘bilinçli anne olmak’ olgusu var ki, bu da biyolojik anneliği tanımak, kültürel anneliği de irdelemekle elde edilebiliyor. Bu olguya biraz daha yakından bakmak doğru olacak.
Biyolojik Annelik
Anneliğin biyolojik yanı kadının gebe kalmasıyla başlayan bir süreç. Gebelik süreci de anne adayı için çok önemli bir dönem. İçinde bir canlıyı büyütmek, hele de kendi varlığından oluşan bir canlıyı büyütmek başlı başına incelenmeye değer bir olay. Onun için de bu çocuğun bir sevgi ürünü olması ya da istenmeyen bir ilişkiden kazanılmış olması çok önemli. İstenen, beklenen bir gebelik kadın için son derece olumlu, onu geliştirici bir olay. Oysa istenmeyen bir gebelik ya da beklenmeyen bir olay kadın için büyük bir stres. Bunların henüz doğmamış çocuk üzerinde ne gibi etkileri olduğu çok iyi bilinmiyor ama etkileri olduğu da bir gerçek. Annenin ruhsal durumuna bağlı olarak salgıladığı hormonların çocuğa da ulaştığı düşünülürse biyolojik değişimlerin etkili olacağı da anlaşılıyor. Gebelik döneminin sonundaki doğum olayı da anneyle bebeğin gerçek anlamda göbek bağlarının ayrılışı oluyor. Yeni doğan bebek artık kendi hayatını yaşamak üzere başka bir ortama çıkmıştır.
Bu dönem anne için de yoğun bir ‘biyolojik annelik’ dönemi. Çocuğunu emzirmek, onu kollarında tutmak, bebeğin sesiyle harekete geçmek, onunla yeniden bütünleşmek annenin içindeki yoğun duygular. Yapılan bir araştırma tren yolunun yakınında oturan bir annenin hiçbir tren gürültüsüne uyanmadığını ama bebeğinin en hafif sesiyle uyandığını ortaya koyuyor. Anne bebeğinin her çağrısına böylesine duyarlı, böylesine yoğun ilgili. Bu dönem bebeklikten sonraki (0-1 yaşlar) ve çocukluk döneminde de sürüyor (11-12 yaşlar arası). Çocuğun gençliğe geçtiği erinçlik (puberte/büluğ) dönemiyle birlikte biyolojik annelik dönemi etkisini azaltıyor. Bunu öteki canlı türlerinde de görmek olası. Bu dönemin başını ve sonunu yavrunun anneye gereksinmeleri belirliyor. Öteki canlı türlerinde de yavrusu için çok koruyucu olan anne, yavrunun gelişip kendi gereksinmelerini karşılamaya başladığı zamanlardan sonra ilgisini azaltıyor, yavrunun artık anneye gereksinmesi kalmadığı zaman da ilgisini kesiyor. O artık kendi başına yaşamaya başlayan yeni bir canlıdır. Bu olguyu da evcil hayvanlarda, tavuklarda, kedilerde köpeklerde görüyoruz. Erinçlik dönemine gelmiş çocuklarımızda da anne babalarından ayrılmaya yönelik, duygusal bağlarını azaltmaya yönelik davranışlar görürüz. Bu davranışlar anneleri de babalan da üzer, düşündürür. Çocuğumuz artık bizimle birlikte olmak istememekte midir? Neden bizden ayrı olmak isteği duymaktadır? Bunlar ve benzer sorular annelerin babaların aklını kurcalar. Oysa bu davranışlar doğal gelişim süreçlerinin yansımalarıdır. Artık genç olmaya başlayan çocuk kendi birey olma gelişimini yaşamaya başlamıştır. Şimdi belki de her zamankinden daha çok annesinin babasının ilgisini beklemektedir ama artık beklenen ilginin biçimleri değişmiştir. Biyolojik annelik dönemi de bundan sonra etkisini azaltacaktır. Şimdi ‘kültürel annelik’ süreci ağırlık kazanacaktır.
Kültürel Annelik
Aslında kültürel annelik çocuk doğmadan başlar, hayatın sonuna kadar da sürer. ‘Kültürel annelik’ bir toplumun kültürü içinde anneden beklenen davranışlardır. Bizim kültürümüzde bu kavramın içine ‘çocuğunu temiz büyütmek’, ‘iyi beslemek’, ‘temiz giydirmek’, ‘iyi terbiye vermek’ gibi sosyal normların belirlediği tutumlar girer. ‘Anne fedakar olmalıdır’. ‘Kendini yuvasına ve çocuklarına adamalıdır’. ‘Onlar için her türlü sıkıntıya katlanmalıdır’. ‘Çocukları için her şeyi yapmalı, onların üzülmemesi, sıkılmaması için çalışmalıdır’. ‘Çocukları aileye saygılı olmak, aileye bağlı olmak, söz dinler yetiştirmek’ de annenin kültürel görevleri içindedir. Sonradan bunlara babayla ortak olarak ‘onları iyi okutmak’, ‘iyi bir meslek sahibi yapmak’, ‘iyi bir iş sahibi yapmak’, ‘iyi bir evlilik yapmasını sağlamak’, ‘hayatlarını düzgün geçirmek’ gibi görevler de eklenecektir.
Bizim toplumsal normlarımızda annelerin çocuklarının yaptığı her şeyden sorumlu tutulmaları önemli bir ölçüttür. Anne (pek çok konuda baba da) çocuklarının hayat boyu yaptıkları her şeyden, ulaştıkları başarıdan, karşılaştıkları başarısızlıktan sorumlu tutulacaklar, övülecek ya da yerileceklerdir.
‘Anneliğin kültürel yanı’, toplumsal ideolojimizin birey olmayı kabul etmeyen, bireyi ailenin bir parçası olarak kabul eden temel tutumunun anneye yansımasıdır. Bu nedenle de anneden her zaman çocuklarını gözetmenin ötesinde gözetleyen, ilginin ötesinde denetleyen, yönlendirme yerine baskı yapan bir anne olması beklenecektir. ‘Kızını dövmeyen dizini döver’. Bu atasözü de bu ideolojiyi çok iyi yansıtmaktadır.
Onun için de anneler, çocuklarının yaşadığı her yerin içindedir. Çocuğun arkadaşlarını seçmekten ders çalışmasına, okuduğu kitaplardan gittiği filmlere, gireceği sınavlardan seçeceği mesleğe kadar uzanan bütün yaşama alanı annenin sorumluluğunda (bu nedenle de denetiminde)dir. Bu sorumluluk ve denetim yükümlülüğü de çocuk yerine annenin karar verme yetkisini birlikte getirecektir. Bu tutum ilerde gençlerle büyükleri arasındaki çatışmanın önemli alanlarından birini oluşturacaktır.
Bilinçli Annelik
‘Bilinçli annelik’, biyolojik anneliği de, kültürel anneliği de ‘bilerek’, ‘irdeleyerek’, ‘neyin neden ve nasıl yapılacağını sorgulayıp öğrenerek’ kazanılan bir anne kimliğidir.
‘Bilinçli anne’, gebelikten başlayarak ‘artık çocuğu için yaşamayı’ değil, ‘çocuğuyla birlikte yaşamayı’ hedefler. Beslenmesini düzenlerken, işini sürdürürken, kontrolünü yaptırırken, hayatını düzenlerken ‘çocuğu ile birlikte olduğunu’ bilir.
Doğumla birlikte de dünyaya ‘yeni bir insan’ getirdiğinin bilincindedir, içgüdüleri çok güçlüdür. İçgüdülerinin etkisini duyar. Çocuğunu korumaktadır ama asıl hedefin ‘çocuğun kendini korumasını öğretmek’ olduğunu bilir. Çocuğuna ‘güven’ ve ‘sevgi’ verecektir. Ama bunu verirken de ‘paylaşmanın önemini’ bilir. Çocuğuna verdiği her şeyin onda nasıl etkiler yaptığını, onu nasıl değiştirdiğini gözlemler, yalnız kendi yaptıklarına değil, çocuğunun gelişmesine de bilinçle bakar. Çocuğuyla yaşadığı hayatı bir ‘verme’ olarak değil, bir ‘paylaşma’ olarak kabul eder. Bu davranışta çocuk kişiliğini kabul etmenin, onun kişiliğini bilinçle geliştirmenin farkı vardır.
‘Bilinçli anne’ çocuğunun bütün gereksinmelerini karşılarken aynı zamanda onun öğretmeni, onun eğitmeni olduğunu da bilen annedir. Çocuğunun her şeyini kusursuz yapmakla övünmek yerine, çocuğunun her yaşta kendi yapabileceği şeyleri ona yaptırmayı, bunları öğretmeyi, bunları yapma disiplinini kazandırmayı amaçlar.
‘Bilinçli anne’, çocuğunun elbette kendinden bir parça olarak doğduğunu duyumsar ama artık onun ‘ayrı bir varlık’ olduğunu bilerek onu kendi kişiliği içinde geliştirmeyi amaçlar. ‘Kendini çocuklarına adayan’ anne olmayı değil, ‘çocuklarına hayatı öğreten, kendi hayatlarının güçlükleriyle başa çıkabilen bireyler yetiştiren’ anne olmayı bilir.
Elbette onlara sevgiyi de saygıyı da öğretecektir! Ama ‘bilinçli anne’, bunları durmadan söyleyip durmak yerine ‘onlara doğru örnek olma’nın daha etkili olduğunu bilir. Onlara ‘yalan söylemenin kötü olduğunu’ söylerken ufak tefek gibi görünen yalanların bile asıl etkiyi yaptığını bilerek davranır. Çocuklarına ‘öğüt veren’ değil, ‘örnek olan’ anne olur.
‘Bilinçli anne’, çocuklarıyla çok ilgilidir. Bu ilgi ‘onlara değer verme’ biçimindedir. Bunun için de ‘onları dinler’, ‘onlara zaman ayırır’, ‘onların güçlüklerini onlarla birlikte çözmeye çalışır’. Çocuğun hayatında çok önemli yer tutan sözleri, üzüntüleri, sıkıntıları, başarıları ‘paylaşır’. Onları ciddiye alır, onların kişiliklerinin değerli olduğunu belirtir, onlara önem verdiğini davranışlarıyla açıklar.
‘Bilinçli anne’, hareketlerinde tutarlıdır. Bir keresinde gösterdiği davranışı aynı koşullarda gene gösterir. Tutarsız davranışlarla çocuğunun gözündeki saygıyı kaybedeceğini bilir.
Çocuklardan sevgi beklerken, saygı beklerken onlara da sevgi göstermenin, saygı göstermenin gerektiğini bilmek ‘bilinçli anne’nin önemli bir kuralıdır. Sevgi ve saygıyı göstermelik, yapmacık, bir şey kazanmak için yapılan içi boş davranışlar yerine içtenlikli, gerçek, geliştirici davranışlar olarak benimsemek ancak bilinçli davranışlarımızın ürünü olabilir. Günümüzde bu kavramlar değişik amaçla insanları duygu yoluyla sömürmenin araçları kılınmaktadır. Oysa sevgi de, saygı da insanların temel erdemlerindendir. Onun için de bu davranışlarımızı içtenlikli, gerçekçi, geliştirici kılmak çocuklarımıza çok küçük yaşlardan başlayarak verdiğimiz örneklerle yakından ilgilidir. ‘Bilinçli anne’lerin bu konudaki görevleri de çok önemlidir.
‘Bilinçli anne’, çocukları için hayatı kolaylaştırmanın yolunu, ‘gereken her şeyi onlar için yapmak’ olarak algılamaz. Bunun doğru yolu, ‘çocuklarımıza hayatı kolaylaştırmanın doğru yollarını öğretmek’tir. Her şeyi onlar için hazırlayan, bunun için çalışan didinen anneler ve babalar gerçekte onlara yardım etmek yerine onları hazırcılığa, kolaycılığa, her şeyi başkalarından beklemeye, tembelliğe alıştırmaktadırlar. Oysa doğru bir insan yetiştirmek istiyorsak, ‘kendi hayatını kurabilen, kendi geleceğini hazırlayan, kendi gücünü arttırarak hayata katılabilen’ çocuklar yetiştirmeyi öğrenmeliyiz.
Bir Çin atasözünün dediği gibi: ‘Birisini bir kez doyurmak istiyorsanız ona balık verin. Eğer hayatı doymasını istiyorsanız ona balık tutmayı öğretin’…
Dr.Erdal Atabek