Tükettikçe mutlu olacak, hastane sıralarında beklemeyecek, evinizde kahvaltı yapmayıp dışarda yapacak, çocuklarınıza daha “iyi eğitim” vereceksinizdir. Öyleyse kaçabilecek miyiz her yanımızı saran bu ağdan?
“Bir kişinin çok zengin olabilmesi için en az beş yüz fakir gerekir” diyordu klasik iktisadın kurucu babalarından Adam Smith. Kapitalizm kıtlığa karşıydı ancak açlığa ve fakirliğe hiçbir zaman karşı olmadı. Burjuvazi bütün bir iktisadı açlığı terbiye etmeyle görevlendirdi. Açlığın kıtlığa dönmeden makul düzeylerde tutulması ve hatta mutlak suretle de var edilmesi gerekiyordu. Çünkü sistem fakire muhtaçtı ve kendini kontrollü açlık ve fakirliğin varlığıyla devam ettirebiliyordu. O nedenle aynı Adam Smith “Artan nüfus ölmelidir” diyebilmişti. Yeni cici sınıfımız burjuvazi onu çok sevmişti. Küçük bir azınlığın “yaşam kalitesi” dediği rezilliğin devamı uğruna ölüm bile seferber edilmişti. Açlık, kıtlık, arz-talep dengeleri ve hatta “ham petrol ve brent petrol” fiyatları üzerinden hesaplar yapılıp savaşlar dahi çıkarılmıştı.
Arz-talep dengesinin dışında kalan, üretim sürecinde sistem tarafından kullanılamayacak durumda olanlarsa sokaklarda ölüme terk edildi. Kapitalizm, sisteme girsin ve kontrollü bir açlıkla terbiye olabilsin diye çocukları çalıştırmakta ve mezarda emekliliğe evet diyerek bedenlere mezara girene kadar sahip olduğunu ispatlamakta ustalaştı. Çalışmak ve onunla beraber para kazanmak kutsandı. Hatta “para kazanmanın kutsanması” yerini “paranın kutsanmasına” bıraktı. Artık çağın Allah’ı paraydı.
Kapitalist sistemin ucuz numaralarından olan Harvard’lı Robert Nozick bir insan eğer yolda açlıktan ölmek üzereyse ona yardım etmenin sistemin bütününü tehlikeye sokacağını söyleyecek kadar bile ileri gitmişti. Kapitalist dünya, ahlak denilen şeyi insanların bedenlerine ve bazı uzuvlarına indirgerken, kendi varlığının vicdanın, utanmanın ve insanlığın en büyük reddi haline geldiğinin farkına varmamıştı.
Bugün Bauman’ın aktardığı gibi:
“Dünya nüfusunun en zengin yüzde 20’si dünya çapında üretilen tüm malların yüzde 90’ını tüketirken, en yoksul yüzde 20 ise sadece yüzde 1’ini tüketiyor. Ayrıca, dünyanın en zengin 20 insanının en yoksul 1 milyar insanla eşit kaynaklara sahip olduğu tahmin ediliyor”.
Kapitalizm, sırf bu yüzden bile, her şeyden önce, insanlık tarihinin en büyük ahlaksızlığıydı.
Zygmunt Bauman “Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır?” adlı kitabında bize artık öğretilmekle kalınmamış aynı zamanda doğal gördüğümüz, tartışılamaz görmeye başladığımız varsayımları anlatır. Bauman ortalama bir insana sistem tarafından kodlanan varsayımları sıralar:
1. İnsanların bir arada yaşamasından kaynaklanan tüm sorunların üstesinden gelmenin ve bunları çözebilmenin tek yolu ekonomik büyümedir.
2. Sürekli artan tüketim insanın mutluluk arayışını tatmin etmenin belki de tek, muhtemelen esas ve en etkili yoludur
3. İnsanların eşit olmaması doğaldır… Yaşamın kurallarıyla oynamak herkese zarar getirir
4. Rekabet hem sosyal adaletin hem de sosyal düzenin sağlanması için aynı anda gerekli ve yeterli koşuldur.
Bunlar öyle ya da böyle bu sistem içerisinde yaşayan her insana az ya da çok kodlanmış bilgilerdir. Mutluluğun tüketmekle, eşitliğin parayla ve her türlü sorunun çözümünün ise daha çok parayla sağlanacağı her fırsatta vurgulanmaktadır. Peki, gerçekten öyle midir? Öyledir. Devletin ya da bu sistemin devamını sağlayan hangi ilişki ağına girerseniz girin bunlarla karşılaşacaksınızdır. Tükettikçe mutlu olacak, hastane sıralarında beklemeyecek, evinizde kahvaltı yapmayıp dışarda yapacak, çocuklarınıza daha “iyi eğitim” vereceksinizdir. Öyleyse kaçabilecek miyiz her yanımızı saran bu ağdan? Belki de sistemin önünüze koyduğu, sizi mecbur ettiği herhangi bir iletişim ağına girdiğiniz her an bu tuzağa düştüğümüzü kabul ederek başlamak gerekmekte işe (Hastaneye gittiğinizde, okula gittiğinizde, ekmek sırası beklerken, telefon ve internet kullandığınızda vb). Ancak tam da bu nedenle birçok direniş noktasının olduğunu da akılda tutarak. Çünkü iktidar her yerdeyse direniş de her yerdedir. Peki, iktidar bu kadar ahlaksız, fütursuz ve yaygın olmasına karşın direniş kazanabilecek midir? Evet. Çünkü bugün artık açlık çoğunluktadır. Turgut Uyar’ın dediği gibi:
“Gülü çiğdemi filan bırak/ Sardunyayı karidesi filan bırak/ Acıyı ve ölümleri bırak/ Oy pusulalarını ve seçimleri bırak/ Evet/ Seçimleri özellikle bırak/ Çünkü açlık çoğunluktadır… Ve soygun halindeki otel malzemeleri/ Ve altın arayıcılar/ Ve istedikleri yerlerde/ Yüksek graviteli petrol bulanlar/ Hem Thames kıyısında/ Hem Mekong deltasında/ Bir kalça fotoğrafına bunlarla birlikte bakanlar/ Çoğunlukta değildir/ Açlık çoğunluktadır…
Ali Murat İrat