Bir varmış, bir yokmuş. Memleketin birinde aşk yokmuş. Çünkü kötü kalpli kral bunu yasaklamış.
Kral henüz gençken, bir cadı onun falına bakmış ve demiş ki: “Ülkedeki tüm aşıkları öldürmen, aşkın kökünü kazıman gerekiyor. Eğer bunu yapmazsan aşıklar seni öldürecek ve krallığına son verecek. Ecelin aşktan olacak. Ne yapmalı, ne etmeli; tüm aşıklardan kurtulmalısın.”
“Peki ya ben? Ben ne olacağım? Ben kendime aşığım” diye sormuş kral.
“Senin kendine olan aşkın, bu ülkedeki tek aşk olmalı. Sadece sen aşık olabilirsin ve sadece kendine aşık olabilirsin.” diye yanıt vermiş cadı.
Bunun üzerine kötü kalpli kral, ülkedeki tüm aşıkları öldürmeye başlamış. Büyük katliamlar gerçekleşmiş, sayısız insan yok edilmiş. Özellikle gençler, kralın en büyük hedefi olmuşlar. Çünkü en büyük aşk genç insanlarda varmış.
Aşıklar öldürüldükçe insanların içinde yeni bir aşk doğmuş: devrim aşkı. Kral telaşla cadıya gitmiş ve bu yeni tür aşkın cezasını sormuş. Cadı “bu aşkı da aynı şekilde yok etmelisin” demiş.
Devrim aşkıyla birleşen kalabalıklar kitle imha silahlarıyla yok edilmiş. “Allah aşkına durun” diyenlere bile acıma gösterilmemiş.
Kral, aşıkların hepsini öldürdüğü için çok mutluymuş. Sarayına dev aynalar döşetmiş. Sadece yanlara değil, yere, tavana, her yere aynalar koymuş. Böylece artık sadece biricik aşkını, yani kendini görebilecekmiş.
Kralın çok zeki danışmanları varmış. Bunlar demişler ki: “Efendim aşk denilen şey, her yeni bebekle birlikte tekrar doğabilir. Bebekleri aşktan uzak tutmalıyız. Bunu da ancak eğitimle yapabiliriz. Eğitim vermezsek, çocuklar ve gençler aşık olabilir. Çok akıllıca davranmalı ve aşkı daha hiç üremeden silmeliyiz.”
Kral bu teklifi çok beğenmiş ve ülkenin her yerine okullar yaptırmış. Tüm bu okulların ortak hedefi, gençlerin yüreğinde aşkın hiç olmamasını sağlamakmış.
Okullarda çocuklara birbirinden zor dersler öğretmeye başlamışlar. Çocukların yürekleri aşk girmesin diye nefretle tıka basa doldurulmuş. Dersler her şeyden nefret etmelerini sağlayacak kadar anlamsız ve zormuş. Öğrenciler birbirleriyle yarıştırılmaya başlanmış ki, en yakın arkadaşlarından bile nefret etsinler.
Usta danışmanlar “başarı” diye bir kavram icad etmişler. Bu kavram kralın işine çok yaramış. Çünkü gençler “başarılı” olmak için yüreklerini sevgiyle değil, hırsla çalıştırmışlar. Hepsinin hedefi “başarılı” olmak, başkalarına “hava atmak”, başkalarından “üstün olmak” haline gelmiş.
Aşk şarkıları yasaklanmış, aşk şarkıları yapanlar yok edilmiş. Aşk kitapları kent meydanlarında yakılmış.
Okulların yetersiz kaldığı yerde ibadethaneler imdada yetişmiş. İbadethanelerde sonsuz bir kibirin, “biz herkesten üstünüz” ve “bizim gibi düşünmeyen herkes cezalandırılmalı” söylemlerinin vaazları verilir olmuş.
İşyerleri “başarı dini”nin tapınakları haline gelmiş. İşçiler başarılı olmak için gece gündüz ibadet eder gibi çalışmaya koyulmuş.
Bu ifrit, hırs ve nefret duyguları içinde yıllar geçmiş. Kralın keyfine diyecek yokmuş. Günleri aynada kendini izleyerek geçiyormuş. Danışmanları bir şey söylemek gerektiğinde aynaların arkasına gelip, kendilerini göstermeden konuşuyormuş. Hizmetçiler bile krala hiç görünmeden ona hizmet etmenin yolunu bulmuşlar.
Fakat bir gün, bu masalın da tüm masallar gibi bir sonu gelmiş. Tedirgin danışmanlar, aynaların arkasından korkarak konuşmaya başlamışlar:
“Yüce kralımız. Çok büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Bütün ülke toplandı ve sarayın çevresini sardı. Biz bu duruma önlem almak için elimizden geleni yaptık ama muvaffak olamadık. Sadece halk değil, halka karşı sizi korumak için görevlendirilen ordu da aynı ruh halinde. İşin aslına bakarsanız, biz de içimizde gitgide büyüyen bu duygu ile baş edemez olduk. Ne yapacağımızı bilemiyoruz.”
Kral hiddetlenmiş: “Neymiş bu ruh hali? Nasıl önlem alamıyorsunuz? Elebaşlarını niye öldürmüyorsunuz?”
Danışmanlar kekeleyerek yanıtlamış: “Öldürdük efendim. Binlercesini öldürdük, işkenceden geçirdik. Bu duygunun uyanmasını sağlayan tüm kaynakları kurutmak için yapmadığımız kalmadı. Ama öldürdükçe, işkence ettikçe; yok olacağına daha da artıyor.”
Bunun üzerine kral yıllardan sonra aynaların arkasından dışarı çıkmış ve titreyen danışmanlarıyla yüzyüze gelmiş. “Neymiş bu önlenemez duygu? Söyleyin be aptallar!” diye gürlemiş.
Kimse yanıt veremeyince korkunç kral öfkeyle sarayın balkonuna gitmiş. On milyonlarca insan, sarayın önünüdeki dev arazide bekliyormuş…
Bu duygunun ne olduğunu anlaması uzun sürmemiş kralın. Beti benzi atmış, dizleri titremeye başlamış. En kıdemli danışman kralın omzunu tutmuş ve herkesin bildiği gerçeği krala söylemiş:
“Sizi seviyoruz efendim. Sizi çok seviyoruz. Öyle çok seviyoruz ki, size aşığız. Üstelik, hepimiz, tüm ülke aşık size. Gardiyanlar, polisler, gazeteciler, hakimler, şarkıcılar, işçiler, patronlar; hepsi, herkes… Ben dahil herkes aşık size. Kendimizi engelleyemiyoruz, bu duyguyu yok edemiyoruz.”
Kral kendini aşkla izleyen halkına uzun uzun ve çaresizlikle bakmış. Sonunun geldiğini ve artık hiçbir şey yapamayacağını fark etmiş.
Sonra nedense gülmeye başlamış. Krallarının güldüğünü gören milyonlar da buna gülerek karşılık vermişler. Herkes hiç durmadan gülmüş.
Aşk olmayan ülke, yeni yıla böyle girmiş.
Ateş İlyas Başsoy