Arka Bahçemiz

Aşk, Ölüm ve Devrim

Aşk ve ölüm. İkisi de her seferinde baştan başlar, geçmişin ve geleceğin, bütün özlem ve hatıraların anlamsızlığını çırılçıplak ortaya koyar der Bauman. Aşk için de, ölüm için de geçmişin ve geleceğin hükmü yoktur artık. Öleceğini bilen bir insanla aşık olan insan arasındaki müthiş benzerlik budur işte. İkisi de bütün iktidar ağlarından ve toplumsal kodlardan münezzehdir artık. Eğer aksi oluyorsa yani toplumsal olan şekil veriyorsa ikisine de, o halde, ortada aşk da yoktur ölüm de.

O nedenle iktidarın en zayıf olduğu iki alandır aşk ve ölüm. O nedenle iktidar, bu ikisinin adını, titreyerek ağzına alır. O nedenle hiçbir devrim aşk ve ölüm olmadan olmaz. Aşk da ölüm de devrimcidir ve devrimi devrim yapandır. Aşk da ölüm de devrime gebedir. İkisi de ürkütücüdür, ikisi de heyecan verir, ikisi de “geçiciliği ve belirsizliği gömmek için mücadele eder”. Her ölüm, her aşk gibi yalnızca kendisinin tek olduğunu ileri sürer. Her aşk, her ölüm gibi yalnızca kendisinin son olduğunu zanneder.

Başkasından öğrenemeyeceğimiz ve başkasına da öğretemeyeceğimiz iki şeydir ölüm ve aşk. O nedenle akılla anlatmaya, akılla anlamaya hiç gelmezler. O nedenle onlar üzerine konuşmak kadar anlamsız başka eylem yoktur. Çünkü konuştuğunuz ya başkasının aşkı ya da başkasının ölümü olacaktır. Çünkü aşık da ölü de konuşamaz. Ve vicdan, etik, ahlak, statü, hiçbirisini tanımaz ikisi de. Bu nedenle devrimcidirler. Bu nedenle parçalarlar yerleşik olan ne varsa. Ölüm de, aşk da lanetlenmiştir bu nedenle.

Bu pislik çağın sırrı da tam olarak burada yatar. Herkes aşkı arayıp, ölümden kaçtığını sanarken; aslında hergün aşktan kaçıp ölüme doğru hızla yaklaşır. Herkes uğruna ölünecek bir aşka yaklaşmak için çırpınırken, çağın ona getirdiği sadece ölüme bir adım daha yaklaşmaktır. Herkes uğruna ölünecek aşk yok derken, aslında uğruna aşık olunacak bir ölüm düşüyle uyutulur. İşte çağımızın müthiş sırrı tam olarak budur: Ölüm de aşk da yanıtların yokluğudur. Ölümü ve aşkı yerinden etmiş bir çağdır bu. Onlara yeni isimler vermiş, yeni yerler edindirmiştir bu çağ.

Aşk denilince Şems ve Mevlana’nın aşkını anmamak olur mu? Yerinden edilmiş aşklara en büyük örnek onlarınkidir çünkü. Önce bir pervanenin ateşe dalışında görmüştü kendisini, sonra Şems’in ateşinde kül olmuştu Mevlana. Ateşle bir olmuştu. İşte aşk her daim kendini bir başkasında eksiltmekti. Aşk eksiklikti. Kendinden, bedeninden ve aklından eksilmendi. İştahın kesilmesi bundandı. Aklın ketlenmesi, dilin dolanması bundandı. O yüzden aşk için ölünmezdi. Aşk zaten hiçliğin kendisiydi. Ölümün şu köhne dünyadaki haliydi.

Peki nerdedir şimdi bu aşklar? Onu bulduğunu sananlar neden hemen kaybetmeye de aday bulurlar kendini? Neden insanlar aşk yerine onun posasında bulurlar kendilerini? Aşk neden kalıcı değildir çoğu için?

Bütün bu soruların üzerine binlerce kitap ve makale yazıldı elbette. Ama en doyurucu cevabı sanırım yine de “rutin” üzerine yapılan tartışmalarda bulmak mümkündür. Bir devrimi aşka derinden bağlayan da budur. İkisinin de celladı aynıdır. İkisi de tutkuyla beslenir, rutinle ölür. Ya rutin’in o güvenli limanına çekilerek yok edilir aşk –ki bu rezil sistemin en iyi başardığı şeydir bu- ya da erimekte olan aşk çarçur edilir.

Aşk ve devrim de hiç ayrılmadı birbirinden. Devrim’in kimileri için bir aşk hali olduğunu söylemeye gerek yok elbette. Aşk da her zaman bir devrim halidir zaten. Onları ziyan edense korkudan başkası değildir. Korkan ve rutinin “güvenli” sularına çekilenler kaybederler önce. Müthiş bir yalnızlık, hiçlik duygusu, kaybetme korkusu… Birine aşıksanız bunların hepsine sahipsinizdir… Bunlara sahipseniz devrim bir adım ötenizdedir. Ve aşka ve devrime sahip olmak içinse ölüm cebinizde durmalı yola sizinle çıkmalıdır.

Çünkü: “Hüseyni bir davettir aşk/ Bilmediğin çöllerde bildiğin bir ölüme çağırır seni/ İşte o çölün ortasında susuzluğa kanarak ayakta kalmaktır aşk… Tende bir damla suya tahammül edemeyen bir sıcaklıkla kavrularak… Ve Emevidir aşk/ Çöllerde öldürtür seni/ Kerbela’dır, gitmezsen onursuzluğu, gidersen ölümü tattırır.” Vesselam.

Ali Murat İrat

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu