2013 yılının sonlarına doğru, Hollanda’nın Rotterdam şehrinde bir evde, bir kadının ölüsü bulundu. 10 yıl önce ölmüş kadın.
Yetmiş dört yaşında öldüğü tahmin edilen kadının tam on yıldır, ne kapısını çalan olmuş, ne de, bir tane olan evladı uğramış eve. Elektriği, suyu, kirası bankaya gelen aylığından kesildiği için, bir alacaklısı olsun gelmemiş kapıya.
On yıl boyunca binlerce insan geçmiş o kapının önünden.
O gün doğan çocuklar on yaşına basmış, on kez bahar gelmiş memlekete, 10×365 gün fırına ekmek almaya gitmiş komşuları. Bazıları taşınmış, yenileri gelmiş yerine ama kimse merak etmemiş o evin kapısının arkasında neler olduğunu, o kapının neden bir gün olsun açılmadığını. Hiç kimse ilgilenmemiş böyle basit bir detay ile.
Herkes kendi işine gücüne bakmış.
Sokağa su boruları döşeyen inşaatçıların o eve girmeleri gerekmeseydi eğer, birkaç yıl daha fark edilmeyecekti belki de kadının ölüsü. Mahalleli ne koku duymuş ne de bir börtü böcek görmüş ortalıkta.
Ses çıkmayınca ev bürosunu devreye koymuş adamlar.
Eve giren polis, evdeki yaşamın 2003’te bittiğini söylüyor.
Daha önce de birinin ölüsü 3,5 yıl sonra fark edilmişti ama bu on yıl epeyce ciddi bir rakam. Bir insanın yaşamış olduğunun, öldükten on yıl sonra farkına varılması zaten başlı başına acınılası bir durum ve hele de bu farkındalık tamamen bir tesadüf sonucu ortaya çıkmışsa eğer, olay daha da acıklı bir hale geliyor.
Büyük şehirlerde, özellikle de Amsterdam’ da yalnızlık çeken çok insan var ve yetişkinlerin yüzde 11’i gibi bir rakam veriliyor hatta ve bunlara yabancı uyruklular da dahil ama yaşlıların yalnızlık oranı maalesef herkesten daha fazla.
Ara sıra, yahu bu yaşlılar çok yalnızlar, acaba ne yapsak ki, gibi şeyler söyleniyordu ama bu olay bugüne kadar görmezlikten gelinen birçok şeyin ciddiyetini tekrar gündeme getirdi.
Olaya ekonomik olarak bakıldığında, şu an birçok kısıtlamalar olsa bile, aslında çok ta önemli bir sorun yok gibi görünüyor. 65 yaşına gelince, emekliliğin dışında, bir yaşlılık aylığı veriyor devlet insanlara. Bakıcıya ihtiyacı olanların, ödeyemeyecek durumdalarsa eğer, masraflarının bir kısmını da karşılıyor falan. Yaşantılarını pratik olarak sürdürmeleri için gerekli yardımlarda bulunuyorlar yani.
Hastalar bakımevine alınıyor, aç, açık kalmıyorlar ve bizde dedikleri gibi çoluğun çocuğun eline de düşmüyorlar ama tüm bunlara rağmen, her yerde olduğu gibi, burada da yaşlı olmak zor iş.
Kolay değil, çünkü bir yerde yalnızlığa mahkum ediyorlar kendilerini ve işin en kötüsü de yaş ortalamasının epeyce yüksek olması.
Kendilerini kimseye yük olmadan yaşamaya hazırlamaları, hatta endekslemeleri onları bir süre sonra, maalesef neredeyse, toplumda görünmez bir hale getiriyor. Yaşamlarını o kadar asgariye indiriyorlar ki, deyim yerindeyse eğer, kendi kabuklarına çekiliyorlar.
Herkesin kendisine göre işi gücü, bir düzeni, yaşaması gereken hayatı olduğu için, zaten çok fazla olmayan çocukları da fazla gelmiyorlar ziyaretlerine.
Tum bunlara ragmen, bizdekinin tersine, bu durumdan şikayet etmiyorlar yaşlılar.
Herkesin kendi hayatı var, diyorlar.
Beklenti olmayınca daha az üzüleceklerini, daha az hayal kırıklığına uğrayacaklarını sanıyorlar belki de bilmiyorum. Sağlama alıyorlar bir yerde duygularını ama bunun karşılığı paylaşmaktan uzak, pencere önünde gecirilen bir yaşam oluyor genelde.
Kaderine razı, şükürcü, mütevazi ve duygusuz bir yaşam.
Zor durumlarda başvurabilecekleri bir de ötenazi yasaları var zaten. Mis.
‘En büyük yalnızlık insanın kendi içindeki yalnızlığıdır’ deseler de, yalnızlığın zorunlu olanı her kültürde koyar bence adama. En güzel anılarımız birleri ile paylaştığımız güzel anlardan oluşmaz mı?
Bizi ayakta tutan, o anlar değil midir?
Bir kenara çekilmenin bedeli bu kadar ağır mı olmalı, bilmiyorum. Kırlarda koşmak isterken, pencerenin ardinda, tekerlekli sandalyeden dışarıda yürüyen insanlara bakarak geçer mi ki günler?
Görülmediğini bilen insan, yaşar sayar mı kendisini?
Bir ses, bir nefes, iki çift laf, bir fincan kahve, bir kahkaha, bir tadı paylaşmak değil mi yaşam?
Görünmek, ben de yaşıyorum, yaşadım, demek değil mi?
Unutmayın beni.
Unutulursam yok olurum, tut ellerimden gidene kadar demek değil mi…
Nafiye Golbasi
Irazca@Irazca77