Babasıyla şehre çok uzak yerdeki tek katlı evlerinden yıldızları izlerlerdi yaz aksamları. Babası o kadar meraklıydı ki hemen hemen birçok yıldız takımının ismini biliyordu. Oğluna her aksam anlatırdı:”Bak bu Orion Bulutsusu. Yandaki ise Andromeda Galaksisi, bizim Samanyolu’na benziyor. Bak görüyor musun? Şu yıldızların oluşturduğu cezveye benzeyen sekilse Küçük Ayı.”
Hevesle dinlerdi babasını. Onu dinlerken kendisi de en az babası kadar heyecanlanırdı. Saatlerce gökyüzüne dalardı gözleri. Bir bilinmezlik vardı orda. Bir sır. Ona heyecan veren, içini tarif edemediği duygularla dolduran bir sır. Bir gün büyüyecek ve mutlaka çözecekti bu sırrı. Kendi kendine söz vermişti bir kere.
Ayda bir yayımlanan bilim dergisini hiç kaçırmazdı. Ayın biri geldiğinde babasından para ister, hemen koşardı almaya. Önce derginin orta sayfalarını açıp kokusunu çekerdi içine, sonra da en basından baslardı okumaya. İlk baslarda anlamadığı o kadar çok kelime vardı ki… Ansiklopediler açar, kitaplar karıştırır, mutlaka bulmaya çalışırdı anlamlarını. Ortalama bir fizik öğretmeninin bile zor anlayabildiği kuantum, özel ve genel görelilik kavramlarını daha lisedeyken biliyordu. Ve klasik fiziğin anlatıldığı lise fizik derslerinde, bildiklerinin heyecanıyla tüm bu kuralların atomaltı dünyada geçerli olmadığını haykırıyordu hocasına. Bir bilim insanı olmak istiyordu. Kocaman bir laboratuvarda diğer bilim insanlarıyla doğanın sırlarını çözerken düşünüyordu kendisini. Buluşlarını makaleye döktükten sonra gelen yorumları düşlüyordu. Ne kadar da büyük bir bilim insanıydı o. İkinci Einstein denilebilirdi. Ve düşledikçe daha çok inanıyordu hedefine ulaşabileceğine.
Üniversite sınavlarını başarıyla geçmiş ve ülkenin en iyi üniversitesine bir fizikçi adayı olarak yerleştirilmişti. Babası onun küçüklüğünden beri bir bilim insanı olacağını biliyordu. O da gururluydu oğluyla. Hem de öylesine ki. Ama bir şeyler vardı eksik, biliyordu. Oğlunun düşünmediği, oğluna anlatmadığı ve belki şu an anlatsa da anlamayacağı. Ülkenin en iyi üniversitesine uğurlarken çok sevdiği oğlunun eline bir kâğıt sıkıştırmıştı. “Bunu mutlaka sakla. Her an, her saniye cebinde olsun ve her gün olmasa da, arada çıkar bir bak. Tekrar tekrar oku, bu tek cümleyi” demişti. Otobüse biner binmez kâğıdı açıp okumuştu ama ona o kadar da önemli değil gibi gelmişti. Gideli daha bir ay geçmeden babası hayata gözlerini yummuştu. Belki de babasının son arzusunu yerine getirmek için yıllarca saklamıştı bu kâğıdı yanında. İçinde yazan tek cümleyi önemsediği için değil, babasından kalan bir hatıra olmasından dolayı.
Önce lisans bitti. Sonra yüksek lisans. Ardından doktora. Sonra birbirini izledi yükselme amaçları. Çocukken düşlediği büyük laboratuvarda büyük başarılara imza atma fikri gerçeğe dönüşmüştü. O, büyük bir bilim insanıydı. Ülkesinin gurur duyduğu, bilimsel dergilerde makaleleri merakla takip edilen, ülke sınırlarını asmış bir bilim insanı. Mutluydu. Ta ki o güne kadar.
O gün derse her zamanki rahatlığıyla gelmişti. Dönem başında verdiği, öğrencilerinin istedikleri herhangi bir konuda bilimsel bir sunum hazırlama ödevini izleyecekti. Ders anlatmayacağı için bugün fazla yorulmayacaktı. Sunum yapmak için öğrencisine bıraktı kürsüyü. Ve oturup izlemeye başladı.
Öğrenci ilk basta sunumunun içeriğini anlattı. Ele aldığı konu bilimin insanlığa nasıl zarar verir hale geldiğini anlatıyordu. Kaslarını çatmıştı büyük bilim insanı. Ne biçim konuydu bu, dalga mı geçiyordu yoksa? Sinirlenmişti ama istifini bozmadan sonuna kadar izleyecek, tavrını sonra ortaya koyacaktı. Uzun boylu, siyah saçlı öğrenci hocasını sinirlendirdiğinin de farkında olarak konuşmasına başladı:
Türk Dil Kurumu’nda geçen tanıma göre bilim, “Alanını oluşturan olaylar üzerinde betimleme, açımlama ve öndeyilerde bulunma olanağı veren, uygulamalı yordamlar geliştirmeye yardımcı olarak konusunu denetim altına almaya elveren bilgiler üretme çabası ya da bu tür bilgiler kümesi”dir. Bilim; problemleri ortaya koymak, üzerinde çalışmak, hipotezi ileri sürmek ve çözüme ulaşmak suretiyle yapılır. Ve bilim felsefesinin amacı salt bilme etkinliği olarak bilimi anlamaktır. Tabii ki bilim salt bilme amacıyla yapılmaz. Bilimin asıl amacı; içinde bulunduğumuz doğanın işleyiş yasalarını kavramaya çalışmak ve bulunduğumuz ortama ayak uydurmak, onu herkese ve her şeye daha yararlı bir biçimde dönüştürmektir. Burada dikkatinizi çekiyorum: “Herkesin ve her şeyin yararına”. Tam da bu noktada bilim bugün “herkesin ve her şeyin yararına” değil, belli bir kesimin yararına yapılmaktadır. Bu nedenle de günümüzde bilim ve teknoloji, o kesim içinde yer almayanlara karşı bir baskı ve sömürme aracı olarak kullanılmaktadır.
Tek tek bilimlerden örnek verecek olursak; tıp alanındaki çalışmaların daha çok “koruyucu sağlık önlemleri” konusunda yoğunlaşması gerekirken, tam tersine bu önemli alan tamamen boş bırakılıp ilaç sektöründeki çalışmalar hızlandırılmıştır, çünkü “koruyucu sağlık önlemleri” ilaç firmalarının gelirlerini azaltacaktır. Görüldüğü gibi burada yapılan bilim toplumun yararı için değil belli bir kesimin kâr hırsı içindir. Örneklerimize devam edelim; mesela genetik şifrenin çözülmesi olayı toplum için çok yararlı bir bilimsel olaydır. Tedavisi mümkün görünmeyen birçok hastalığın yok edilmesine önayak olacağı tahmin edilmektedir. Bu alandaki genetik çalışmalarının yoğunlaşması gerekirken tam tersine genetik şifreler şimdiden patentlenmeye çalışılmaktadır. Psikoloji biliminden yararlanarak, insanların sermayedarlar için daha iyi nasıl sömürüleceği üzerine, insan kaynakları alanında birçok bilimsel etkinlik yapılmaktadır. Ve savaşlar için geliştirilen biyolojik ve kimyasal silahlar. Üzerinde çalışan bilim insanlarının “Daha iyi nasıl patlatabiliriz?” sorusuna yanıt buldukları alanlardır.
Ve küresel ısınma. Sıcak hava dalgasındaki artış kalp ve solunum hastalıklarına bağlı ölümlere neden olmaktadır. Bunlar, küresel ısınmanın şimdilerde neden olduğu birkaç olaydır. Eğer önlem alınmazsa dünyayı yok edecek büyük bir sorundur. Aslında çözümü de basittir. Enerjiyi verimli kullanma, az tüketim, ekolojik yasamı geliştirme, yenilenebilir kaynaklara dönme. Ama bunların tam tersine yine kâr hırsı için bilim insanları ekolojik dengeyi bozacak şehir planlamalarına, sanayi kurumlarına bilimsel kaynak oluşturmakta ve toplumdaki tüketim çılgınlığına önayak olacak buluşlara imza atmaktadır.
Bütün bunları bir arada değerlendirdiğimizde tüm insanlığın saygıyla baktığı bilime büyük bir gölge düşüyor. Ve sormadan bunun yanıtı bulunmuyor: Bilim, ama kimin için? Daha somut bir örnek için bu fotoğrafa bakmanızı istiyorum.( Bir fotoğraf gösterir öğrenci)
Bu benim kardeşim, biz sınır bölgesinde yasıyoruz. Gördüğünüz gibi kardeşimin iki ayağı da yok. Köyümüze yerlestirlen mayınlar yüzünden iki bacağını da kaybetti.
Çok önceden televizyonda izlemiş. Kocaman gözlükleriyle bir profesör tamamen yerli olanaklarla yapılan yeni silahları gösteriyormuş övünerek. Ve simdi 12 yaşındaki bu çocuğa bilim ya da bilim insanı dediğinizde korkuyor. Nedenini sorunca da iki bacağını gösteriyor.
Öğrenci izin isteyerek yerine geçti. Profesör yıllarca cebinde saklı kalan babasının hatırasını hatırladı bir anda. İyice eskimiş ve buruşmuş kâğıdı bir daha çıkardı. “Bilimlerin amacı tüm insanlığın yararına hizmet sunmak olmalıdır” diyordu küçük kâğıtta. Ayakları olmayan çocuğa bir daha baktı. Küçücük elleri ve umutsuz gözleriyle bakıyordu olmayan bacaklarına. Kâğıdı bir kez daha okudu. Yıllarca anlam veremediği, anlam verdiğini sanıp boş verdiği gerçek tam da karşısındaydı. Hem de olmayan bacaklarıyla.
Berkant Örkün