Arka Bahçemiz

Barbarlığı Toptan Bırakmak Mümkün mü?

İnsanlar doğanın içerisinde var oldukları andan itibaren doğaya karşı var kalma mücadelesini şiddetle yoğurmak zorunda kalmışlardır. Geliştirdikleri araç gereçle, yarattıkları tekniklerle bu mücadelede belli ölçüde zafere ulaşmaları da onları şiddet kullanmaktan alıkoymamış, söz konusu mücadelenin galipleri bu kez de birbirlerine karşı başlattıkları güç mücadelesinde şiddet kullanmaya yönelmişlerdi.

savaşlar

 

İnsanın insanı kırıp döktüğü barbar dönemlerin sonlandırılıp uygar döneme geçilmesi insanlık yaşamında pek çok sorunun çözümüne temel oluşturmuş, insanlık dünyayı kendisi için daha yaşanabilir hale getirmişti. Ancak şiddet denilen olgu uygar dünyanın içerisinde merkezi öneme sahip bir sorun olarak varlığını sürdüregelmiştir.

Nitekim on binlerce yıl var kalma mücadelesini şiddet üzerine kurmuş insanın henüz üç bin yılını bile tamamlamamış uygarlık tarihi içerisinde bu yöndeki kültürel genetiğini yeni baştan organize etmesi o kadar da kolay değil. Ayrıca doğada var olduğundan bu yana şiddeti bütün bir yaşam biçiminin hemen tüm kesitleriyle yoğurmuş insanın bu genetiğini değiştirmek için sosyal ve kültürel anlamda uygar dünya içerisinde de uygun kültürel bir yapı oluşturulmuş değil henüz.

Günümüz insanı yalnızca öfkeliyken veya savunmacı pozisyonda şiddete başvurmakla kalmıyor, eğlence, mutluluk ve neşe anlarını bile şiddetle anlamlandırma yoluna gidiyor. Düğün törenlerinin tabanca ve fişek sesleriyle süslenmesi, futbol sahalarının holigan saldırılarına sahne olması, diskoların, barların şiddetin kol gezdiği mekanlara dönüşmesi şiddetin yalnızca psikolojik değil, aynı zamanda kültürel bir olgu olduğunu ortaya koymaktadır.

İnsanların kendilerini savunmak ya da öfkelerini dışavurmak için şiddete başvurmaları doğal psikolojik bir itki olarak açıklanabilir belki. Ama sorunlarından uzaklaşmak, esneyip rahatlamak için başvurulan yöntemlerin şiddetle yoğrulmasını yalnızca psikolojik süreçlerle açıklamak kolay olmasa gerek. Aile içi şiddetin de tümüyle psikolojik olduğunu söylemek mümkün değil. Toplumsal sistemlerin biçimlendirilmesi sürecinde erkeğe tanınan egemenlik alanının kültürel gelenek içerisinde de pekişerek hayatın her kesitine yayılmasının bir sonucu olarak günümüzün sözde ileri uygarlaşmış dünyasında bile aile içi şiddetin temel dayanağını oluşturmaktadır aslında.

Bu bağlamda kadının ikinci sınıf insan kategorisine konularak erkeğin mülkiyet alanı kapsamında şiddete de maruz bırakılmasını psikolojik nitelikteki dinamiklerin yanında kültürel genetikle de ilişkilendirmek gerekir. Gazete manşetlerine sıkça yansıyan kadına yönelik şiddet haberleri, küçük kız çocuklarının ergenlik dönemine bile girmeden evlendirilmeleri gibi olaylar, kız çocuklarını kuma gömerek imha eden anlayışın yüzyıllar içerisindeki kültürel uzantısından başka ne olabilir ki.

Ancient-egyptian-warfare-4

Biyolojik bir organizma olarak insanın duygusal, ruhsal ve zihinsel yapısında sevgi, nefret, sevinç, üzünç, hüzün, neşe, mutluluk, mutsuzluk, iyimserlik, karamsarlık, acıma duygusu, acımasızlık vb. pek çok dürtü bir arada yer alır. Bunların bazılarının diğerlerine göre daha çok öne çıkarılarak işlenmesi ve aktif hale getirilmesi ise insanın içerisinde toplumsallaştığı sosyal ve kültürel ortamla ilişkilidir.

İnsan doğduğu andan itibaren en çok hangi toplumsal ve kültürel kodlarla donatılıyorsa, onun kişiliği veya karakteri de ona göre biçimlenir. Hangi sosyal ve kültürel kodların insana yükleneceği ise mevcut kültürel genetikle ilişkili olmaktadır. Dolayısıyla da şiddet dürtüsü kültürel bir gen olarak da biçimlenmişse insanlığın, barbarlık dönemini tümüyle geçmişte bırakarak uygarlaşması hiçbir zaman mümkün olmaz. Barbarlıktan tümüyle arınmış ileri uygarlık evresine girebilmek için barbarlığa temel oluşturan şiddet geninin kültürden tümüyle dışlanması gerekir. Bu da kültürel genetiğe müdahale anlamına gelir.

Tıp ve teknolojinin olanakları kullanılarak canlı organizmaların genetiğine müdahale edilebilir. Ancak kültürel genetiğe müdahale etmek o kadar kolay değil. Çünkü kültürel genetik zaman içerisinde, çok uzun ve karmaşık süreçler sonucunda oluşmuştur. Soyut bir alan oluşu da ona somut birtakım yol ve yöntemlerle dokunulmasına olanak vermemektedir. Değiştirilebilmesi de aynı şekilde çok uzun bir zaman dilimi içerisinde ve oldukça karmaşık süreçler izlenerek belki mümkün olabilir.

Bunun için de kişiyi iyi olan duygusal, ruhsal ve zihinsel süreçlere yönlendirecek kültürel kodların yoğunluğunun artırılması, buna karşılık olumsuz kültürel kodların ise geriye çekilmesine gayret etmek gerekiyor. Bu da ancak bilinçli eğitimciler, doğru ve yerinde uygulanabilecek eğitim öğretim programlarıyla mümkündür.

Prof. Dr. Nazife Güngör’ün “Kültürel Genetik ve Şiddet başlıklı yazısından alıntılanmıştır.

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu