Batı’nın Doğu’yla imtihanı genelde Batılı’nın memur-asker sıfatıyla bölgeye gönderilmesiyle ya da ana akım medyanın Doğu’da yaşananlarla ilgili yazıp çizdikleri ile gerçekleşir. Batı’nın Doğu’yla tanışması her zaman bu koşullarda gerçekleşir ve bu koşul tamamiyle devlet kökenlidir.
Türkiye’de on yıllardır süren bir iç savaş var. Öncelikle bu gerçeklik kabul edilmelidir. Onbinlerce insan yanlışlıkla öldürülmüş olamaz. Batı insanı yaşadığı bölge itibariyle savaşın sıcaklığını hissetmediğinden ve Doğu’da yaşananları televizyondan film veya futbol maçı seyreder gibi izlediğinden savaşın yaşandığını kabul etmeyerek bir devlet söylemi olarak ”terörle mücadele” edildiğini söyler.
Bunu söyleyen kişi muhtemel ki sokaklarından hiç tank geçmemiş, savaş uçakları evinin çatısından yakın mesafe uçuş gerçekleştirmemiş, köyü yakılmamış, dipçikle başın nasıl ezildiğine şahit olmamış, sokakları hiç kan kokmamıştır. Dolayısıyla adli davalar dışında adliye salonlarını hiç aşındırmamış, hapisanelerde hiç yatmamış yahut bir yakınını uzun yıllar hapisaneden çıkmasını beklememiştir. Halbuki Doğu’da yaşayan bölge insanı bu tür zulmü uzun zamandır hemen hemen hergün yaşamaktadır. Dolayısıyla her evin bir tutsağı veya savaşta öldürülmüş bir yakını vardır. Savaşı sıcağı sıcağına yaşamaktadır.
90’lı yıllarda Cizre’de çocuk olmak ile yine 90’lı yıllarda İzmir’de çocuk olmak elbette çok farklıydı. Sözgelimi İzmir’de o yıllarda çocuklar mahallelerinin boş arazisinde misket oynarken Cizre’de çocuklar akşamki çatışmadan arta kalan boş mermi kovanlarıyla kule yapmaya çalışıyordu. Batı’da çocukların başını okşaya okşaya her sabah varlıklarının Türk varlıklarına armağan etmeleri tembihlenirken Doğu’da çocuklar bu ırkçı andın pratiğini kendi üzerlerinde tüm şiddetiyle hissediyordu.
Her devlet kendisine biat edecek birey yetiştirmek ister. Boyun eğenin başını okşayarak yetiştirirken buna direnenin başını keserek yetiştirmeye çalışır. Dolayısıyla o çocuklar bugüne dek öldürülmediyse siyasi tercihleri de farklı olacaktır.
Bir insanın yaşadığı bölgede doğumundan itibaren yaşadıkları, şahit oldukları onun kişiliğini belirlemesinde önemli etkenlerden biri sayılır her zaman.
Batı’nın Doğu’ya bakış açısı genelde ”Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdür”, ”Orası terör yuvası” ve ”sürgün yeri” sözleriyle özetlenebilir.
Batı’nın Doğu’yla imtihanı genelde Batılı’nın memur-asker sıfatıyla bölgeye gönderilmesiyle ya da ana akım medyanın Doğu’da yaşananlarla ilgili yazıp çizdikleri ile gerçekleşir. Batı’nın Doğu’yla tanışması her zaman bu koşullarda gerçekleşir ve bu koşul tamamiyle devlet kökenlidir.
Batı’da doğup yetişmiş olan bireyin Doğu’ya bakış açısı her iki durumda da devletin bakış açısıyla özdeştir. Çünkü ana akım medya zaten devletin propaganda aracıdır ve devlet halkın nereye nasıl bakmasını istiyorsa medyayı o şekilde kullanır. Memur veya asker olarak bölgeye gönderilenler ise devletin memuru ve askeridirler. Memur ve asker devletin emir eri olduğuna göre bölgeyi devletin gözüyle görmekten ve devletin ideolojisini bölgeye taşımanın ötesine geçemez; geçerse görevden alınır.
Devletin çizdiği çemberin dışına çıkamayanların Doğu’yu bir terör yuvası zannetmesine pek şaşırmamak gerekiyor.
Çok ilginçtir devlet ne zaman bölgede bir katliam yapsa -Dersim katliamından Roboski katliamına dek- Batı’daki milliyetçilik katliamın şiddeti ölçüsünde artmıştır. Diğeri de doğal bir refleksle karşıt milliyetçiliğini arttırmakta gecikmemiştir.
Doğu’nun Batı’yla imtihanı ise genelde zorunlu göç sebebiyle gerçekleşiyor. Yani, ya ekonomik zorluklardan dolayıdır ya da bölgede yaşanan savaş sebebiyledir. Fakat Batı’ya geldiklerinde çok fazla sorunla karşılaşılır. Çünkü Batı’da milliyetçilik ve ırkçılık gibi ideolojilerin yaygınlığı ve genel olarak zenofobi hastalığından dolayı Doğu’lu giyim ve kuşamından, anadili olan Kürtçe bir ağızla kendini kaba bir Türkçe’yle ifade etmeye çalışmasından ve siyasi tercihlerinden dolayı dışlanmakta ve hor görülmektedir. Örneğin ”Keko” sözcüğü Kürtleri aşağılamak için sıkça kullanılan bir terim haline gelmiştir.
Batı ile Doğu’nun birbiriyle imtihanı bugüne dek devletin faşizan yapısından dolayı başarısız geçmiştir. En son Gezi ayaklanmasında hükümete karşı bir ortaklık sağlanarak birlikte direnilmiş fakat Gezi sonrası yine aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere çekilmesiyle eski haline dönmüştür.
Batı’nın artık devletin kendilerine de düşman olduğunu bilmeleri gerekiyor. Evet, bu ülkede Türkler etnik kimlik üzerinden baskı görmüyor olabilir fakat Türk emekçileri, Türk kadınları, Türkmen alevileri ve diğer tüm ötekiler devletin sınıfsal, cinsiyetçi ve mezhepsel baskılarına maruz kalıyor. Devlet bunu direkt olarak değil dolaylı yollarla yaptığından dolayı Türk halkı ile devlet arasındaki çelişki Kürt halkının devlet ile arasındaki çelişki kadar net görünmemekte. Bu çelişki daha çok kendini devlet ideolojisinden sıyırmışlar için net olarak gözükmektedir.
Halkın bir bölümüne katliam yapan devletin çatısı altında yaşayan hiçbir halk özgür yaşıyor sayılamaz. Özgürlükler ancak eşit bir toplumda yaşanabilir. Bir göz ağlarken diğer göz gülebiliyorsa o gülen göz kötülük barındırmaktadır.
Batı artık devletin çizdiği çemberin dışına çıkmalı ve empati kurmaya başlamalıdır. Yoksa hepimiz bu kan deryasında boğulacağız çok yakında. Empati kurmaya yönetmenliğini Haluk Ünal, Ezel Akay, Serpil Güler, Cem Terbiyeli ve Önder İnce’nin üstlendiği Küçük Kara Balıklar belgesini izlemekle başlayabilirsiniz…
Baran Sarkisyan
Dünyalılar