İş çıkışı saatleri… Belediye otobüsündekiler yorgun argın. Kimi yanındakiyle sohbet ediyor, kimisi gün boyunca çalışmaktan tükenmiş enerjisiyle ayakta bile zor duruyor. Nedense otobüs bu sefer tıklım tıklım değil, ayakta en fazla on kişi falan var. Birkaç kere fren yapıyor şoför, yolcular şöyle bir sarsılıp sonra yeniden kendi dünyalarına dönüyorlar. Trafikte yolunu aça aça epey bir ilerledikten sonra bu sefer şiddetli bir fren yapıyor sürüyor. Ayaktaki insanlar savruluyorlar. Özellikle bir kadın, otobüsün arka kısmından ortasına doğru adeta uçuyor ve yere öyle bir düşüyor ki, boynu otobüsün girintili bir yerine çarpıyor, anında bayılıyor.
Otobüs İstanbul’un en kozmopolit bölgelerinden birine gidiyor. Çember sakallılar, badem bıyıklılar, türbanlılar; mini etekliler, askılı-dekoltesi açık bluzlular, kısa şortlular… hepsi bir arada garip bir Türkiye görüntüsü oluşturuyor. Bayılan kadının üzerinde de mini bir elbise var. Kadın düşerken vücudunun tüm alt bölümü doğal olarak açılıyor. Türkiye’nin siyasal-toplumsal haritasının sessiz bir silüeti olan otobüsün içi işte o anda ses kazanıp dile geliyor!..
Korkunç bir kaza geçirip bayılan kadının o anda üzerini düzeltemeyeceğini tahmin edersiniz. Fakat otobüstekilerin bir kısmı kadının yerde uzanan baygın vücuduna horlayarak bakıyor. Düşünebiliyor musunuz, kadın bedeni konusundaki kıyıcı ‘duyarlılık’, herkesin ciddi bir sarsıntı yaşadığı, ufak tefek yaralandığı o kazanın şokunu bile yaşamalarını engelleyecek kadar güçlü! Kadın bedenine bir dünya görüşü içinden bakanlar yerde yatan kadının belki de bir beyin kanaması geçirmiş olabileceğini, boynunun kırılmış olabileceğini düşünüp yardıma koşmaktan önce onun açılan bacakları karşısındaki hoşnutsuzluklarını ifade eden jestler yapmaktan başkasını düşünemiyorlar!
Otobüsün içindeki toplumsal duyarlılıklar sadece açılan bedene fırlatılan horlayıcı bakışlarla sınırlı kalmıyor. Adeta toplumsal haritadaki fay hatlarının kırılmasına, “fiili bir çatışmaya” dönüşüyor. Örtülü olmayan kadınlar kendi yaşadıkları sarsıntıyı da unutup anında bayılan kadının başına toplanıyorlar. “Mahalle baskısı” onları da etkisine almış olacak ki, ilk yaptıkları kadının nabzına bakmak, vücudunu kontrol etmek, yardım etmeye çalışmak olmayıp açılan bacaklarını kapatmak oluyor. Bilmiyorum, belki de mahalle baskısı değil; kadın bedenine dönük bu hastalıklı duyarlılığa duyulan tepkidendi yaptıkları.
Otobüste bir hemşire var. O da kadının başına gidip aldığı eğitim gereği kan basıncının düzenlenmesi için ayaklarının yukarı kaldırılması gerektiğini söylüyor. Diğer kadınlar buna uyuyorlar, ama kadının bacaklarını örtecek bir şey bulma telaşındalar. Otobüsten birileri çantasından giysi çıkarıp veriyor, kadının bacakları bunlarla kapatıldıktan sonra yukarı kaldırılıyor.
Beklenen ambulans yaklaşık 20 dakika geç geliyor. O 20 dakikada yaşananlar insanın tüylerini daha bir ürpertiyor. Açık kadınlar, kolektif bir duyarlılıkla yerde yatanı korurcasına etrafında toplanıyorlar. Kadın “bedeni süstür” diyerek onu basit bir metaya indirgeyen anlayışın etki alanında bulunanlarsa, müdahalelerinden vazgeçmiyorlar! Ne de olsa bu onlar için direktif gibi bir şey! Önce kadının ayaklarının yukarı kaldırılmasına müdahaleyi “ilk yardım kuralı” olarak dayatıyorlar. Hemşire ve yanındaki diğer kadınlar bunu savuşturuyorlar. Fakat “ayaklarını indirin” uyarıları bitmiyor. Öyle ki bu ciddi bir gerilim konusu oluyor. Karşılıklı bağrışmalara, küfürleşmeye varıyor.
Kadın belki de sakat kalacak! Ama onlar “süs olarak belledikleri” bedene yapılan ilk yardım müdahalesine bile tahammül edemiyorlar. Neyse ki ambulans geliyor!
Sadece bu olay bile kadın bedeni konusunda süreklileşmiş biçimde işlenen gerici kodların nasıl bir toplumsal tablo yarattığına dair çarpıcı bir veridir. Fazla söze gerek yok sanırım…
[Alınteri‘nin Eylül 2013 tarihli sayısı için hazırlanmıştır]