Arka Bahçemiz

Bell Hooks: “”Bugünkü politik iklimde gördüğüm kolektif desteğin azalmasıdır”

bond-lagniappe_bell-hooks-hotline_7-28-14

 

SOUTH END PRESS: Radikal siyah feminizm ile ilgili çalışmalarınız beyaz olmayan birçok genç feministe esin verdi ve ilk kitabınız, Ain’t I a Woman’ı (Ben Kadın Değil miyim?) yazdığınızda siz de yirmili yaşların daha başındaydınız. Kendi politikanızı formüle ettiğiniz zamanlara kıyasla, bugün ilerici genç eylemcilerin karşılaştığı politik ve kültürel iklimde ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

BELL HOOKS: Bugünkü politik iklimde gördüğüm büyük değişiklerden bir tanesi -topluluklarda, kurumlarda, dostlar arasında- eleştirel bilince ulaşma açısından daha az kolektif destek olmasıdır. Örneğin, politik bilincimin bir parçası olarak, Stan-ford Üniversitesi’ndeki feminist bilinç kazanmam sırasında, bütün kampusta feminizm ile ilgili muazzam bir koşuşturma vardı. Kadınlar yurtlarda örgütleniyor, önyargılı müfredata direniyorlardı. Dolayısıyla, bu durum gerçekten de bilinç yönünden bir tür destek sunuyordu. Oysa şu anda akademik çevrelerde insanların bu tür bir kolektif desteğe sahip olmadıklarını çok daha fazla hissettiklerine sık tanık oluyoruz.

SEP: Bu değişime neyin yol açtığını düşünüyorsunuz?

BH: Siyah Araştırmaları, Feminist Araştırmalar’in kurumsallaşması hep birçok insan için savaşımın sona erdiği ve kişinin bireysel bilinçlenmeyi ve bakış açısını değiştirmeyi sürdürmek zorunda olmadığı gibi bir duyguya yol açtı.

SEP: Kendi politikleşmenize yol açan bazı etkilerden söz edebilir misiniz? Yazılarınızda kadın, yazar, eleştirmen ve politik düşünür olarak kendi gelişiminiz üzerinde çok fazla yoğun-laştmız. Bu süreci anlatabilir misiniz?

BH: Sürekli yazdığım konulardan biri -ister solcu olmaktan, isterse feminist olmaktan söz edelim politik tavırları tanımlamakta kullandığımız sözcüklerin, insanlar daha bu dili kullanmadan önce bu dilin açık seçik tasvir edebileceği direnişçi tavra erişmedikleri anlamına gelmez. Kendi örneğimde, çok ataerkil bir ailede büyümenin direnişimin gelişmesine zemin hazırladığını defalarca söyledim. Ama bu direnişi adlandırabilmem ancak günümüzün örgütlü feminist hareketiyle mümkün oldu. Feminist hareket öncesinde hayatımı en fazla etkilemiş olan sosyal adalet hareketi 60’ların Sivil Haklar hareketi ve Siyah Güç hareketiydi. Bunun nedeni özellikle, ırk ayrımcılığını yasaklayan ve cezalandıran mevcut yasalara karşın, birçok güney şehri gibi, büyüdüğüm şehrin de hala büyük ölçüde ırk ayrımının yaşandığı bir yer olmasıydı. İlk kez siyahlarla beyazların okula birlikte gittikleri bir dünyada yetişmiştim. Daha sonra ABD’nin başka yerlerinde de siyahlar ve beyazlar birlikte okula gitmeye başladılar. 16 yaşındayken, siyahlar olarak birçok şekilde kendi rahatımızdan fedakarlık etmemiz gerektiği duygusuyla. Ulusal Muhafızlar eşliğinde okula gittiğimi anımsıyorum. Daha önce, kesinlikle ait olduğumuz yer olarak düşündüğümüz ve onay gördüğümüz salt siyahlara özgü okullara gidiyordum.

Bu, benim için yaşadığım toplumdaki ırkçılık ve beyazların üstünlüğü gibi inanılmaz bir ikilem karşısındaki uyanışımızın başlangıcıydı: Irkçılığa ve ırk ayrımcılığına son vermeyi amaçlayan yasaların hayatlarımızı etkilemediği gerçeğiyle daha genç kızken karşılaşmak zorunda kalmıştım. Çünkü hükümetin açıklamalarına karşın insanlar ırk ayrımcılığının toplumsal ilkelerine bağlı kalıyorlardı. Dolayısıyla, tutucu beyaz anarşiyi, Gü-ney’deki ırkçı beyazların hükümetin ırk ayrımı konusundaki sözlerine kulak asmayışlarını gerçekten iliklerimde hissediyordum. Onlar hayatlarını yönlendiren ayrımcı uygulamalarını sürdüreceklerdi. Hayatlarımızın toplumsal ilkelerini yönlendiren bir politik ideoloji olarak beyazların üstünlüğünün, birçok beyaz için hükümetin herhangi bir telkininden çok daha güçlü olduğunu gördüğüm an gözlerim gerçekten açılmıştı. Sanırım, şimdi beyaz, militarist, ırkçı örgütlere, neo-nazi partilere, her çeşit beyaz üstünlüğü örgütüne dönüşen bu tür politik anarşinin, tutucu anarşinin yükseldiğini ve devlete karşı çıktığını görüyoruz.

SEP: Bu ırk ayrımcı ortamdan çıkıp liberal tutumlu bir kolej kampusuna geldiğinizde karşılaştığınız bazı çatışmaları da yazmıştınız. Ne tür sorunların doğduğundan söz edebilir misiniz?

BH: Lisans öğrencisi olarak Stanford’a gitmem ve Güney’den California’ya taşınmam gerçekte ABD’nin nüfus yapısı ve coğrafyası ve coğrafi yerleşimin çoğu kez kişinin ırk, toplumsal cinsiyet ve sınıf sorunlarında edindiği bilgiyi ne derece etkilediği üzerinde düşünmemi sağlayan bir deneyim olmuştu. Güney’de tutucu, kökten dinci Hıristiyan kökenli böyle bir taşra yaşamından çıkıp, daha o zaman yaşlı bir nüfus barındıran Palo Alto’nun liberal bölgesine taşınmam -orası bugünkü gibi henüz Silicon Vadisi olarak inşa edilmiş değildi- benim için çok büyük bir değişiklikti. Ama tekrar söylüyorum, sınıf gerçeği hakkında büyük bir uyanış yaratan bir değişimdi bu. Birçok kişi, bu toplumda mutlak bir kural olarak ırk ayrımcılığı yaşanırken, siyahların birbirlerinden uzak kalmasının mümkün olmadığını unutuyor. Dolayısıyla, işçi sınıfından ve yoksul siyah cemaatlerden tamamen kopuk bir siyah orta sınıf topluluğu ya da üst smıf kesimi bulamazsınız. Olayların kısmen gösterdiği ve şimdi sonuçlarına tanık olduğumuz şey, ırksal bütünleşmenin siyahlar arasında yeni bir bölünme yarattığı gerçeğidir; bu, siyahların salt siyah cemaatlerimizde farklı bir toplumsal tavır sergiledikleri anlamına gelmiyor. Ama aslında insanlar sınıfsal açıdan çok daha samimi anlayışlar ediniyorlar.

SEP: Zorunlu olarak politik bilinci tanımlayan ya da ifade eden sözcükler olmadan da bu bilince ulaşılabileceği fikrinden söz etmiştiniz. Çalışmalarınızın yaygın etkisi, kendisini ilerici olarak tanımlamayan birçok okura ulaşması da dikkate değerdi. Solun kitlesine ulaşmakta bazı sınırlara sahip olduğu, kendi tabanını genişletmesini engelleyen bir hitap sorunu yaşadığını düşünüyor musunuz?

BH: Solun Amerika’da kitlelere ulaşmakta karşılaştığı en büyük zorluklardan biri spiritüellik ve dinsel yaşama karşı mutlak saygısızlığıdır. Stephen Carter’ın The Culture of Disbelief (İnançsızlık Kültürü) gibi kitapları bu ülkede halkın yüzde sekseninden fazlasının -ister İslam, ister Yahudi-Hıristiyan, ister Budist olsun- dinsel inançlara sahip olduğunu anımsatıyor. Solcular din sorununu tanımak ve bununla baş etmek zorundadır.

SEP: Feminist hareket içindeki bölünmeler çoğu kez ırksal bir nitelik almıştı; beyaz, orta sınıf feminist hareketin beyaz olmayan kadınlara seslenmediği gibi bir anlayış söz konusu…

BH: Tam da medyanın feminist harekete yanıt vermekte en çok zorlandığı konulardan birini vurguladınız. Çünkü feminizmin ırk sorunlarına eğilmesini ve çoğu kez sınıf gerçeğinin kabul edilmesini isteyenler beyaz olmayan kadınlardan başkası değil. Ama büyük, daha yaygın medya kuruluşları -ve reformist beyaz feministlerin yarattığı medya, yani yayımladıkları kitaplar, düzenledikleri konferanslar da bunun içine girer- beyaz olmayan kadınların, özellikle de siyah kadınların aynı zamanda neredeyse sürekli olarak sınıf gerçeğine büyük ölçüde dikkat çektiklerini görmeme eğilimindedir. Hiç kimse bir ırkçıya “ırkçısınız, öyleyse sadece ırklarla ilgilenin” diye tepki gösterebilir mi? Irksal ve sınıfsal duruşların iyice iç içe geçtiği her zaman kabul edilmiştir, öyle ki, sınıftan söz etmeden ırktan söz etmeniz olanaksızdır. Beyaz olmayan kadınlar, ayrıcalıklı-sınıf, beyazların feminizmini eleştirdiklerinde, bu çoğu kez ırksal bir eleştiri olarak algılanmıştır. Oysa bu, gerçekte önyargıları birlikte oluşturdukları ölçüde sınıf ve ırk dinamiklerinin kavranmasından kaynaklanan bir eleştiridir.

SEP: “Kimlik politikası”na yönelik bazı sol eleştiriler de aynı şeyleri mi gözden kaçırıyor?

BH: Kesinlikle. Demek istediğim, sadece yerli Amerikalı düşünürleri örnek olarak alırsak, bu kültürdeki yerli Amerikalıların, Kızılderililerin yaşadıklarından söz ederken sınıf gerçekliğine dikkat çekmemiş olan bir tek yerli Amerikalı ilerici düşünür bulamazsanız. Çünkü sınıf ayrımları gerçeğine değinmeden -Amerikan hükümetinin Amerikan Kızılderililerinin topraklarına el koymasının ırkçı bir davranış olduğu kadar temelde sınıfsal bir baskı ve yok etme stratejisi olduğundan söz etmeden-yerli Amerikalı halklardan söz etmek olanaksızdır. Biz, beyaz ırktan olmayan solcular, hiçbir zaman sınıf sorunlarını görmezden gelmedik. Ama ilginç olan, çoğu kez sınıftan hiç söz etmiyormuş gibi anlaşılmamız. Çünkü çoğu zaman radikal beyaz solun ağırlıklı olarak kabul etmiş olduğu dil ve terminolojiyi kullanarak sınıftan söz etmeyiz.

SEP: Solcular olarak çıkarılması gereken diğer dersler neler?

BH: Sanırım, solcuların, özellikle de solcu olup da ayrıcalıklı sınıfların gerçekliği içinde yaşayanların kavraması gereken en zor ders, gerçekte farklı kurtuluş savaşımlarını birbirine bağlayan halkaların ve insanları birbiriyle ilişki kurmaya iten şeyin ne olduğudur. Örneğin, Henry Louis Gates, Jr. ve Comel West gibi insanların sosyal devlet konusundaki duruşları bende düş kırıklığı yaratmıştır. Ya da Comel West gibi, sosyal devlete yönelik eleştirileri, militarizm ve emperyalizme verdiği destek ile politik açıdan son derece muhafazakar olan biriyle birlikte Bir Milyon İnsan Yürüyüşü’ne katılışım da aynı çerçevede değerlendirilmelidir. Bunlar solda ataerkilliğin, ister siyah erkekler ve beyaz ırktan olmayan diğer erkekler, isterse daha etkili beyaz solcular tarafından ifade edilsin, erkek ve kadın arasında anlamlı bir politik dayanışmaya yol açmayan çarpık bir görüş sunmaya devam ettiğini görmemden kaynaklanıyor. Çünkü bu durum çıkarlarımızı her zaman farklılaştırıyor.

SEP: Solun hangi kazanımları geleceğe umutla bakmanızı sağladı ve başarıya açılan kapılar hangileri?

BH: Devrimci feminizmin ırkçılık, sınıfsal elitizm ve homo-fobiyı de içine alan cinsiyetçiliğe yönelik eleştirisi ve katkısı ölçüsünde ülkemizdeki en sol hareket olduğunu kabul edebiliriz. Geleneksel beyaz erkek sol liderlik, hiçbir zaman ataerkil bağlılıklarından tam vazgeçmediğinden, gerçekte umut vaat eden bir kurtuluş vizyonu hiçbir zaman sunmamıştır. Aydın, radikal, beyaz erkek solun ekonomik sezgileri, beraberinde ender olarak ırk ve toplumsal cinsiyet dinamiklerinin sağlam bir kavranışını da getirmiştir. Ve gerçekten de anti-ataerkil olan erkeklerin başı çektiği bir sol düşünceye sahip olduğumuzu sanmıyorum. Bu noktada Noam Chomsky gibi insanları düşünüyorum. Onun çalışmaları elbette benim için esin kaynağı ve aydınlatıcı. Ama Chomsky’nin kitaplarını okur ve seslendiği insanlara bakarsanız, neredeyse her zaman erkekler olduğunu ve toplumsal cinsiyetin her zaman ikinci plana atıldığını görürsünüz. Dolayısıyla, bence, radikal feminizm -ve burada reformcu feminizm ile bir sol politika olduğuna inandığım devrimci feminizm arasında gerçek bir ayrım yapıyorum günümüzün her türlü toplumsal hareketine en uzun erimli, en umut verici katkıdır.

 

BELL HOOKS ırk, toplumsal cinsiyet ve sınıf siyaseti ile ilgili olarak eleştirmenlerin övgüsünü kazanan ve büyük etki yaratan çok sayıda kitabın yazarıdır. Politik bir düşünür ve kültür eleştiricisi olarak çalışmaları birçok insanı radikal feminist teori ve eyleme çekmiştir. Ülke çapında konuşmacı olarak çok aranan biridir. İlk kitabı, “Ain’t I a Woman: Black Woman and Feminism” (SEP, 1981) Publishers Weekly tarafından “Son yirmi yılın en önemli yirmi kadın kitabı arasında” sayılmıştır. Hooks, South End Press ile birlikte altı kitap daha yayımlamıştır. Bunların içinde “Talking Back: Thinking Feminist, Thinking Black” ve “Black Looks: Race and Representation” davardır. Hooks halen New York City Üniversitesi, City College’da İngilizce profesörüdür.

 

“Amerikan Muhalifleri Konuşuyor”

 

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu