Yıllar önce, günlerden bir gün (21 kasım), faili meçhul olarak kayıtlara geçen bir cinayete babamla birlikte kurban edildim. Ben bir ölüyüm.
Zaman sonbahar yapraklarını savurduğu gibi beni de savurmuş. Hayal meyal hatırlıyorum. Uzun bir sefere çıkacaktı babam, vakit akşamüstüydü. Annem yemek hazırlıyordu. Babam her zamanki gibi telaşlı bir şekilde son hazırlıklarını yerine getirmek için evimizin biraz ötesinde olan kamyonun yanına giderken ben de eşlik ettim. Önden babam, ben ise arkasından yol alıyordum. Sonra ortalık birden silah sesleriyle yankılandı. Babamın yere yığıldığını gördüm. Ardından bedenimde bir sıcaklık hissettim ve aniden yerde buldum kendimi. Vücudum 13 kurşunun ağırlığını taşıyamayarak orada ruhunu teslim etti.
Yukarıda bahsettiğim gibi ben bir ölüyüm. Belki bilmeyenler için ya da ola ki unutulanlar olur diye tekrardan hatırlanmak adına bu yazıyı yazma ihtiyacını hissettim bugün . Meramım burada duygularımı biraz da sizlerle paylaşmaktır. Hadi bugün de benim günüm olsun; müsaadenizle tabi. Aslında ben televizyon izleyebiliyor, gazete okuyabiliyor, sizlerin arasında dolaşabiliyorum. Ülkemde çocuk olmanın bedelini öldürülerek ödedim. Daha 12 yaşındayken televizyon ve gazetelerde çatışmada öldürülmüş bir terörist olarak haber edildim. Yani ayağımdaki kanlı terliklerim, evde asılı önlüğüm, masa başında duran kitaplarımın hiçbir önemi olmadan, devletin nazarında; babasıyla birlikte ölü ele geçirilen terörist olarak kayıtlara geçtim. Gazetede gördüm fotoğrafımı, boyumdan büyük bir silahı yerde yatan bedenimin yanında duruyordu. Bugün sizin yaşadığı hayatı yaşasaydım eğer 21 yaşında genç bir delikanlı olabilirdim. Kim bilir belki üniversiteli, belki de o çok sevdiğim baba mesleğini yapıyor olacaktım. Ama biliyorum ki vatan sevmekten çocuk sevmeyi unutmuş bu ülkede yaşayamamanın ağır bedelini yaşadım işte. Hem de içimde arzulayamadığım bir hayatı taşıyarak.
Geçenlerde annemi görmek için mezarlığıma gittim. Annem her zamanki gibi gözyaşlarıyla toprağımı ıslatıp ağıtlar yakıyordu. O bana ağlardı, ben ise uzakta onun bana ağlayışına ağlardım. Bu ülkede bazılarına göre şanslı olduğumu biliyorum. En-azından sahip olduğum bir mezarım var. Ya olmayanların? Geçen gün iki arkadaş ile tanıştım. Diyarbakır’da Üniversite okuyorlarmış, sonrasında okulda sevgili olmuşlar. Onların hayat hikâyelerini dinleyince bu kanaate yürekten vardım.‘Bir gün el ele tutuşup yolda yürürken aniden önlerine beyaz toros bir arabanın durduğunu, iki kişi tarafından zorla arabaya bindirdiklerini ve bilinmeyen bir mekânda sorguya çektiklerini; sonrasında gecenin karanlığında uzun bir yol aldıktan sonra arabadan indirilip, yolun kenarında, kafalarına birer el ateş edilerek oraya atıldıklarını söylediler.‘ Yanlış ihbar olduğu halde yine de öldürmek gerektiğini söylemişler. Tüm yalvarışlarına rağmen karar verilmişti ölümlerine. Burası JİTEM, buradan sağ giren, ölü olarak çıkarmış, Suçlu ya da suçsuz. Binlerce meçhul cinayetlere kurban gidilmiş ve bir mezarı dahi olamamış insanlarla tanışınca, kendinizi bir an daha şanslı hissediyorsunuz işte.
Katillerimizin kim olduğu belli ama kimsenin söyleyemediği bir ülke burası. Geçenlerde onlardan birisini gördüm. Yanında çocuğu vardı. Beni öldürdüğünde ki yaştaydı oğlu. Sımsıkı ellerini tutmuştu. O elleri hatırlıyorum. Cesedimin yanına silahı koyan ellerdi. Çatışmada öldürüldü süsü verilsin diye. Biliyorum o eller devlet nazarında ne anlamlara geldiğini. O ellerin devletin karanlık işlerinde nasıl devreye koyulduğu ve sonrasında nasıl sahiplenildiğine tanığım. Sadece bazılarının bunları bildiği, aslında benim de bildiğim ama söyleyemediğim bir yerdeyim işte.
Sizlere fotoğrafımı da gönderdim. Annemin belki de en çok sevdiği fotoğraf. Vaktiyle Murathan MUNGAN: Kürtler çok güzel bakar, çünkü dilleri yasaklanmıştır ve tüm duyguları gözlerinde birikmiştir diye. İyice gözlerime bakmanızı istiyorum, bir anlam ifade ediyor mu sizlere? Üstelik devlet dersinde bir teneffüs daha yaşayamadan. Şimdilik Hoşça kalın..
Fırat Kinyas