Diyelim ki yarın ben öldüm, şarkılar da ölür mü benimle? Yapma doktor, bir şarkı hiç ölür mü?
Saydım, tam beş yüz altmış üç tane şarkı biliyorum. Ezbere. Bir sürü dilde.
Buna rağmen yine de ölür müyüm dersin çocuğum? Sana çocuğum diyebilir miyim doktorcuğum? O kadar gençsin ki. Torunum yaşındasın, hatta belki torunumun çocuğu.
Peki doktorcuğum çocuğum, diyorsin ki birkaç güne öleceğim! Kesin yan! Dönüşü yok bunun öyle mi sahi?
Yetmiş yedi yılda üç yüz yirmi bir tane şarkı öğrenmişim. Şimdi ben ölünce ne olacak o kadar şarkı kuzum? Sen biliyor olmalısın, daha önce ölen çok insan görmüşsündür. İçlerinden şarkı hiç çıktı mı ölülerin doktorcuğum? Bir ses, bir mırıltı, bir kıpırtı? Dans gibi mesela? O bile bir şeydir. Tam ölürken içimdeki şarkılardan birinin kıpırtısını hissetsem.
Lemon tree… very pretty and the lemon flower is sweet.
Bilir misin o şarkıyı? Nereden bileceksin, öyle eski ki. Meşhur olduğunda ben çoktan yaşımı başımı almıştım. Ama içim… içim öyle mi ya… kıpır kıpırdı. Dans etmeden duramazdım. Adadaki iskele kahvesinde müzik dolabına para atıp atıp bu şarkıyı çalardıgençler. En uçtaki iskemlede bir başıma oturur, için için dans ederdim. İçin için dans etmek ne tuhaf birşeydir bilemezsin. Kimselere fark ettirmeden dans ederdim ben… içimden. Tek başıma. Yok yok yok Lemon Tree romantik bir aşk şarkısı değildi. Aşkı adeta sabote ederdi.!
Doktorcuğum limon ağacı nasıldır bilir misin? Şahane bir ağaçtır. Ve limon çiçekleri muhteşemdir ama gel gör ki meyvesini dilin damağın kamaşmadan yiyemezsin. Aşk da öyledir çocuğum doktorcuğum. Şarkıdaki gibidir.
Ah hadi söyle bana, ölünce içimdeki şarkılara ne olacak benim? Onca şarkı, onca melodi, onca ritim? Diyelim ki yarın ben öldüm, şarkılar da ölür mü benimle? Yapma doktor, bir şarkı hiç ölür mü? Hele altı yüz on üç şarkı birden, sırf ben öldüm diye, hep birlikte nasıl ölsünler kuzum? Çok saçma.
Peki doktorcuğum şu fikre ne dersin; ben ölünce içimdeki şarkıları sen al. Evet hepsini alabilirsin. Sözleriyle, melodileriyle, ritimleriyle, hatta istersen sırlarıyla birlikte veririm sana. Hadi gel şimdiden planlayım her şeyi birlikte. Diyelim ki üç gün sonra öldüm. Çenemi sen mi bağlayacaksın, başkası mı? Pamukları deliklerime kimler sokacak? Kan akacak mı hiç doktorcuğum? Ölürken insan mutlaka kanar diye okumuştum bir yerde ama inanmamıştım. Ölüyorum diye niye kanayım ki! Can ille de kan ile mi çıkar vücuttan? Saçmalık. Ama yine bütün deliklere pamuk tıkayacaklarını biliyorum. O pamukları tek tek sen tıka doktorcuğum çocuğum. Çenemi de sen bağla. Akacaksa kan, senin avucuna aksın rica ederim. O sırada şarkılarımı da alırsın. Hepsini teker teker. Nasıl olacak der gibi bakma öyle lütfen. Sana en değerli şeyimi bırakıyorum. İçimdeki şarkıları. Tam iki yüz yetmiş altı şarkı. Hepsi başka dillerde. Çince bile var içinde. Ama ben on çok Fransızcaları severim.
Je ne veux pas travailler… Çalışmak istemiyorum… je ne veux pas dejeuner, kahvaltı etmek de istemiyorum, je veux seulement oublier, sadece unutmak istiyorum… Sadece unutmak. Hani derler ya insan ölürken hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçermiş, yok çocuğum, yalan. Ben ölüyorum ve hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden falan geçmeyecek. Hissediyorum. Ben unutmak istiyorum doktorcuğum. Eskiden olan her şeyi unutmak. İnsan ölürken geçmişi hatırlarsa çok üzülür değil mi? İnsan ölürken kendi kendini niye üzsün ki? Je veux seulement oublier… Ah doktorcuğum o şarkıyı alırken içimden dikkat et çok güzel bir cümle vardır, o düşmesin: Vie qui veut me tuer, beni öldürmek isteyen hayat, c’est magnifique, muhteşemdir. Çocuğum hayat gerçekten muhteşemdir. Şarkılar da muhteşemdir ama hayat onlardan daha muhteşemdir. Hayat bu kadar muhteşem olmasaydı çocuğum, o şarkıları söyleyecek, o şarkıları melodi melodi ezberleyecek şevki nereden bulabilirdik, değil mi ya!
Kaç gün kalmıştı ölmeme doktorcuğum? Daha beş gün vardı değil mi? Bu beş günde istersen şarkıları yavaş yavaş al içimden. Doğurduğum çocukları hiçbirini öyle çıkarmadılar. Hep zorla, çekiştirerek, hoyratça, ellerini, kollarını,başlarını kopardılar çocuklarımın. Teker teker öldü hepsi. Kimi doğarken, kimi büyüyünce, ama hepsi benden önce. Çünkü rahmimden çıkarırken hiç özenmediler onlara doktorcuğum. Herhangi bir şey doğuruyormuşum gibi davrandılar. Herhangi bir şey! Sonra hepsini öldürdüler. O nedenle çocuğum, ben ölmeden önce usulca çıkar içimden şarkıları. Ki çıkarken ölmesinler. Ya da yıllar sonra okulun bahçesinde vurulmasınlar. Bir tanesini astılar biliyor musun? Evet darağacında sallandırdılar. Orasına burasına pamuklar tıkayıp boynunu kırdılar. Dili dışarı çıktı. Gözler fırladı yuvalarından boynu kırılırken. Kemiklerinin çıtırdama sesini duyduk hepimiz. Ah ne feci öldü asılan oğlum. İçinde üç beş şarkı, onların da çoğu marştı. Dağıldı gitti ahşap zeminde, gözümün önünde.
Bir kızımı da öldürüp sokak ortasına attılar. Delik deşikti yavrucağım. Onun içinde de bir sürü türkü. Hepsini ben ezberlettimdi. ”Aynalı körük olmazsa ben gelin gitmem, ud kemani çalmazsa aynalı körüğe de binmem.” Neşeli türküler. Hüzülü türküler. Şakacı türküler. Kim bilir nerede öldürüp sokağa attılar bebeğimi! Türküler dağıldı gitti dört bir yana. Fareler kemirdi içindeki davulları, kemençeleri, bağlamaları, sazları…
Doktorcuğum çocuğum, sahi iki güne kalmaz ölür müyüm? Ne güzel. Oradan sana ne getirmemi istersin? Hadi utanma, söyle. Ben gittiğim hiçbir yerden eli boş dönmem. Bir keresinde Sivas’tan tabutla dönmüştüm. İçi silme ceset dolu ceviz ağacından yapılmış, tozlu sarı şahane bir tabut. Otobüse zar zor koymuştuk tabutu. Hem ağırdı, hem de yaz günü içindekiler çok fena kokuyordu. Kaç kişiyi sığdırmıştık hatırlamıyorum ama içindekilerden biri benim sarı oğlumdu. Yanarak ölmüş, küle dönmüş, sarısı kapkara, yirmi yaşında akıllı mı akıllı bir oğlan. Onunla birlikte şarkıları da yanmış, öyle söylediydi avukat. Her şey yanmış onunla birlikte. Geçmiş yanmış, gelecek yanmış, hayaller yanmış, e tabi o hengamede şarkılar sağsalim kalacak değil ya, içindeki şarkılar da yanmış. Kader bu doktorcuğum, alınyazısı. Yandı mı yanıyor çocuk da şarkı da. Ve ben, inanır mısın, bütün çocuklarını gömen ben, hepsinin arkasından mevlüt okuttum. Ay doktorcuğum çocuğum, içimde o şarkılarla birlikte okuttuğum mevlütler de olacak, rica etsem onları alıp ayrı bir yere koyar mısın ben öldükten sonra. Yatağın altına mesela, ya da tavanarasına, çöpe bile atabilirsin, yanıyorlarsa yak, uçuyorlarsa uçur, yüzüp yüzemediklerine bakmadan at denize. Gitsinler. Nereye giderse gitsinler. Ama benden sana tavsiye, onları muhafaza etme içinde. Fena oluyor insan. Ölümü hatırlatıyorlar devamlı yaşayana. Oysa je veux seulement oublier çocuğum. Seulement oublier.
Ne dersin birazdan ölür müyüm ben artık? Pamukları onun için mi hazrlıyorsun? Çenemi neyle bağlayacaksın? Bir sargı bezi belki. Nasıl, böyle sırtüstü yatmaya devam edebilirim değil mi ölürken? Ya da kalksam, ayakta ölsem? Ortanca oğlan ayakta ölmüş. Ayakta değil de, daha doğrusu askıda. Kalbi dayanmamış verdikleri elektriğe. Hep yanıklar vardı bileklerinde. Gördüm tabii cesedini. Çok yakışıklıydı. Kalın kaşları, kalın bıyıkları, iştahlı dudakları vardı. Uzun boyluydu, kaderiniz benzemesin ama seni andırıyordu doktorcuğum. Aslında hepsi yakışıklıydı ölen çocukların. O tabuttakiler, darağacındakiler, yanıp kül olanlar, kanat çırpıp uçanlar, kaybolanlar, sakat kalanlar… hepsi senin gibi yakışıklydı doktorcuğum çocuğum. Ve içleri şarkılarla doluydu.
Sahi insan ölünce içindeki şarkılara ne oluyor, sen bilirsin. Ölüden avucuna hiç şarkı döküldü mü daha önce? Benim döküldü. Küçük oğlum öldüğünde, avuç avuç ninni döküldü avucuma. Bir zamanlar ona söylediğin ninniler, Balkan ninnileri, Rus ninnileri, Afrikalı annelerin ninnileri, Çinli kadınların ninnileri, okyanusta küçücük bir adada bir annenin çocuğuna söylediği ninni bile vardı dökülenler arasında. Ah doktorcuğum, Allah kimseye evlat acısı vermesin. O ninniler nasıl insanın içini acıtıyor bilemezsin. Benden de çıkarsa al o ninnileri olur mu, sakın atma. Gün olur kullanırsın. Sen de çocuğuna söylersin. Benden sana bir nasihat, çocuklarının içini ne yap et şarkılarla doldur, olur mu doktorcuğum? Bak benim içimde kaç bin tane şarkı birikmiş. Ne güzel değil mi? Binlerce dilden, binlerce şarkı.
Bak ben az önce ölmüşüm. Şarkılarım nasıl da çıkıyor içimden birer birer. Al topla hepsini. Yavaş yavaş. Acele etmeden. Korkma hemen buhar olup dağılmazlar. Bir süre asılı kalırlar havada. Usulca al hepsini teker teker avucuna. Doldur ceplerini, içine çek, gözlerini derinlerine dik şarkıların, anlamaya çalış ne diyorlar. Doktorcuğum ne diyor bunca şarkı? Neden insanlar bin yıllardır şarkı söylüyor? Anlamaya çalış. Şarkı sözün de ötesindedir doktorcuğum yavrucağım.
Şarkı ne diyordu hatırla: Vei qui veut me tuer, beni öldürmek isteyen hayat, c’est magnifique, muhteşemdir! Muhteşem doktorcuğum! Ölmek muhteşem!
Mine Söğüt
Deli Kadın Hikayeleri
Dünyalılar