Çocuktuk savaş hazırlıklarında; savaş ortalarında ve sonralarında çocuksuyduk her daim. Sevgilerimiz, özlemlerimiz, tedirginliklerimiz naifti bizim.
-Sen bana hediye vereceksin değil mi? Kurşunkalem mi yine?
-Bu sefer açılmamış olanından aldım.
-Ama ben kalemtıraşımı kaybettim.
-Olsun, benimkiyle açarsın, ya da istersen ben açarım senin yerine.
-Çizgili dosya kağıdına sarmışsın, çok komik.
-İstediğim gibi bir paket kağıdı bulamadım. Dedim belki bir şeyler yazarsın kağıda da ben de okurum.
-Karartma başlayacak birazdan, hadi evine git sen de…
-Şey, tuz var mıydı bir çay kaşığı? Annem yemeğe koyacak da…
-Ben de bir parça ekmek istemeye gelecektim size, babama sıra gelmemiş bugün…
Emek için, sevmek, üretmek, çoğalmak için geniş, ferah zamanları kollamadık biz. Tez canlıydık; sevdalı, ürkek, yitik…
-Hani sen bana şiir yazacaktın; ne oldu, ilham mı gelmedi?
-Yazdım ama biraz daha zaman geçmesi lazım sana okutmam için.
-Niyeymiş o? Kötü oldu da ondan veremiyorsun.
-Kötü olmadı da, hatta inşallah bence iyi oldu da, cesaret edemiyorum işte.
-Alay edeceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun. O senin emeğin bir kere, her şeyden önce emeğe saygı duyanız biz, unutma.
-Biliyorum da, bir korku girdi içime.
-Aman be, insan yoldaşından korkar mı?
-Yoldaş mı?
-Yani, yoldaşız biz; ama nasıl diyeyim, yar gibi de olduk gibi birbirimize…
-Ben seni çok…
-Sus, ben de öyle…
-Az kaldı sokağa çıkma yasağına. Şiiri okutayım istersen şimdi; ama hemen yırtıp atacaksın ö söz mü?
-Nicedir bekliyorum o şiiri ben, nasıl atayım!
-İçinde “özgürlük”, “direnmek” geçiyor, bunun gibi birkaç yasaklı kelime var, anla işte…
-Ben saklarım onu, merak etme sen.
-Sana kıyamam ben; hem ezberimde zaten, şu dar zamanlar geçsin, böyle rengarenk kağıtlara yazıp vereceğim sana şiirini.
-Ben sana kıyamam asıl. Okusana ezberindeyse; bir dakika, şurdakiler polis olabilir mi, bize mi bakıyorlar ne, fısıldayarak okusana bir…
Can evimizde baskılar, yaftalamalar, ayrımcılıklar içinde kalanları barındırdık. Denizimiz durulmadı da, fırtınalı denizlerde aşk`a çevirdik dümenimizi; rehberi aşk olandık biz, aşk olsundu bize!
-Hani beni cemevine götürecektin sen?
-Götüreceğim ama niye bu acele?
-Biz birbirimizi olduğumuz gibi kabul eden, olduğumuz gibi seveniz, hep bunu demiyor muyuz?
-Elbette öyleyiz ama zamanı var bazı şeylerin.
-Cemevine gitmenin zamanı mı olurmuş?
-Elinin altında internet var; git internetten bak cemevi nasıl bir yer, neler yapılır, nasıl ibadet edilir…
-Bakmadım mı sanıyorsun! Ben istiyorum ki beraber gidelim, senin yanında duyumsamak istiyorum ben.
-Sen de bana sizin dilden kelimeler öğretecektin, ne oldu?
-Hani böyle şeyler söylemeyecektik , hani dilerimiz kardeşti??
-Sonuçta senin anadilin o, ama ben de öğrenmek isterim sen erteleyip durmazsan!
-Sanki senin elinin altında internet yok!
-Rahatça bakamıyorum ki. Kalabalığız biz biliyorsun, kaç kardeş bir yatıyoruz odada.
-Birbirimizi bırakmayalım olur mu?
-Söz! Gönül neler istiyor da sabır gerekiyor, anla beni.
-Anlıyorum canım benim. Ben de söz veriyorum sana…
Sevgisi çoğul olandık biz; aşk`tan sevgiler, dayanışmalar süzen. Aşk ile kardeşlik bir yürürdü bizde, kardeşlik aşk`ta yürürdü…
-Kardeşini çok sevdim biliyor musun?
-Sağır-dilsiz olduğu için anlaşamayacağınızı düşünmüştüm.
-Sen sessiz, sakin biri deyince aklıma gelmemişti duyamadığı, konuşamadığı.
-Biraz şakaya vurayım dedim sizi tanıştırmadan önce.
-İşaret dili öğrenmeye karar verdim ben.
-Kardeşim de, biz de çok zor öğrendik işaret dilini.
-Ben azimliyim, öğrenirim.
-Bunu niye yapıyorsun? Daha evli bile değiliz seninle.
-Kardeşinle iletişim kurabilmem için evli mi olmamız gerekiyor?
-Gerekmiyor tabi de, ya bir gün ayrılırsak, olur ya, bir anlaşmazlık çıkarsa aramızda?
-Ben kardeşinle birbirimizi anlayabileceğimiz daha özgür bir iletişim kurmak istiyorum. Hesabım kitabım yok bundan öte!
-Ne kızdın şimdi, ben şaşırdım sadece.
-“Yarin yanağından gayrı her şeyde, her yerde, hep beraber diyebilmek!” Ne güzel demiş Nazım değil mi?
-Kardeşim bu nazarlığı sana vermemi istedi. Yapışıyormuş bu, gitarına yapıştıracakmışsın.
-Kendi eliyle verseydi ya, nasıl sevinirdim ben.
-Utandı galiba.
-İşaret dilinde öğreneceğim ilk şey teşekkür etmek olacak…
Aşk, can halimizi yükseltendi; üretkenliğimizi çoğaltan, bizi birbirimize yakınlaştıran dert edinmişliklerimize, adanmışlıklarımıza derman olan bir kutsal güç…
-Sen daha acıkmadın mı? Canım pizza çekti, gel beraber pizzacıya gidelim.
-Aç değilim ben, bir yerde çay içsek de olur.
-Lütfen rahat ol benim yanımda. Kırma beni de beraber yiyelim.
-Ben rahatsızım hesabı senin ödemenden.
-Bunun mu tartışmasını yapalım şimdi? Ben sıkıntıda olsam, sen ödesen, ben rahatsız mı olmalıyım.
-Ama biliyorum ki sen de rahatsız olursun!
-Bizim daha yolumuz uzun seninle.
-Ne demek bu?
-Parayı ilgilendiren her şeyi sorun ediyoruz ve bu sorunu aşamıyoruz.
-Pizza yersek aşmış mı olacağız yani?
-Güven duymak, dayanışmanın en önemli aşaması. Aşkta da geçerli bu, varlıkta ve yoklukta da.
-Ben sana çok güveniyorum ama elimde değil, inciniyorum böyle bir durum olunca.
-Kafa yormamız gereken onca şey var bizim. Daha sokak hayvanlarıyla ilgili proje taslaklarını değerlendirmemiz gerekiyor.
-Kendimi hayvan gibi hissetmek istiyorum; ne para pul, ne eşya, ne giyim kuşam. Hepimiz hayvan olabilsek diyorum.
-Hayvan dostlarımız için yapacak çok şey var. Önce biz güçlü olalım, birlik olalım yeter ki.
-Pizza yiyelim ama vejetaryen olacak tamam mı? Bir de…Bir de hakkını helal et…
-Seninle nice mücadelemiz var sokak hayvanlarıyla ilgili, nükleer santrallerle ilgili. Asıl sen hakkını helal et.
-Bu mücadeleler olmasa can olamazdık biz.
-İyi ki can taşıyoruz da hayvanları, ağaçları, nehirleri, cümle can`ı kendimizle bir tutuyoruz…
Anneliğimiz, babalığımız, haldaşlığımız aşk`a durandı; aşklarımızdan bir geçitti vefamız. Aşk`ın ta kendisiydik, aşk`ın duru hallerine serpiliverendik.
-Tetkiklerin sonucunu aldım bugün, doktorum ayrıntılı olarak izah etti her şeyi. Anne olabilmem mümkün değilmiş benim.
-Bizim için bir önemi yok bunun biliyorsun. Bütün çocuklar bizim..
-Öyle ama ben kendi canımdan bir çocuk dünyaya getirmek isterdim.
-Sendeki anne yüreği öyle ayrı ki; ben de böyle bir baba yüreği taşıyabilsem keşke.
-Taşıyorsun zaten. Evsiz, ailesiz çocuklarımıza kol kanat geriyorsun…
-Senden güç almasam eksik kalırdı her şey.
-Beni hiç incitmedin sen, hep onurlandırdın yıllardır.
-Sen, ben ve bizimle aynı hissiyatta, aynı fikriyatta olanlar öyle azız ki. Emeğimizle, vicdanımızla, sevgimizle yaşıyorsak, daha ötesi var mı bunun?
-Hissediyorum, içten içe laf ediyorlardır bana…
-Bu ne ki, biz hep dışarıda tutulmadık mı düşündüklerimizden, düşlediklerimizden dolayı?
-Makarna yapmalıyım, kediler gelir birazdan bahçeye.
-Ben de hazırlanıp çıkayım birazdan; lunaparka götüreceğim yavrularımızı…
Bir kardeş kokusu doluverir ömrümüze. Cümle çiçeklerin kokusu onda toplanmış gibi, bambaşka bir naiflikte yeşeriverir sözcükleri; o sözcükler ki aşk`a ve sulh`a emanettir gayrı.
-Babamı özlüyorum ben. Hastaneye gitmiştik onu ziyarete. Bahçede bekliyorduk. Daha başlamamıştı ziyaret saati. Günleri sayılıyken, hasta yatağından kalkıp da elinde rengi bile belli olmayan, solmuş, yıpranmış bir minderle çıkıp gelmişti yanımıza. Rahat değildi oturduğumuz sandalyeler. Meğer o da bilirmiş bunu da rahat oturalım istemiş. Anneme verdi minderi de kabul etmedi annem. Bana baktı gülümseyerek, “al kızım şu minderi de içime sinsin” dedi. Nasıl kıyarım ben babama. Ben de istemedim. Babam, gözümüzün önünde yitip giderken, hayat döşeğini uzatmıştı bize… Nasıl bir incelik, nasıl bir vicdandı babamdaki. Kimseyi ayırtetmezdi babam, dışlamazdı kimseyi, kin tutmazdı, hor görmezdi. Koca bir çınardı bize, çınarımızdı koskocaman… Bazen o minder gelir gözümün önüne, babamın bu dünyadan geçip giderken paylaşabileceği son şeydi o minder; sevgisinden, dayanışmasından, merhametinden son bir iz… Eli dardayken bile verendi babam; gönlü dardayken bile seven, halden anlayan bir ulu can. Ben isterim ki bu ülke, bu memleket babam gibi olsun; can kıymeti bilsin, fitne fesatla, yalan dolanla dolmasın bu eller. Benim ülkem babamdır… Bazen o minderi anımsarım,“babamın minderi” derim usulca… Bazen bir çift çorap gelir aklıma; ilkokuldayken, bir öğretmenler gününde öğretmenime heyecanla verdiğim… Babam gibi çocuktum, bilirim ki nice çocuklar var babama benzeyen; bana yoldaş olan, kardeş olan, yar olan canlar… Can`dan, aşk`tan ve sulh`tan umudu kesmemem, bundandır biraz da…
Ergür Altan (erguraltan@gmail.com)
Dünyalılar