Arka Bahçemiz

Bilim ve Kültür Aktarıcısı Olarak Yazı

İnsanlık tarihine bakıldığında belli dönüm noktaları görülür ki bu noktalar insanlığın gelişme yolunda büyük sıçramalarına tanıklık etmiştir. Bunlardan en önemlisi hiç şüphesiz yazının bulunmasıdır.

Yazma, dört temel dil becerisinden biridir. İnsanoğlu, yazının icadından sonra, binlerce yıldır konuşmanın yanı sıra yazı denilen sistemle de iletişim kurmuştur. Sözle aktarım, yazı kadar kalıcı olamamıştır. Yazı sayesinde tarihten haberdar olunmuş. bilim ve kültürün sonuçları uygulama alanına sokularak hayata geçirilmiştir. Bugün, yeryüzünde insanoğlunun yaptığı bütün büyük keşifler, bir ihtiyaçtan doğmuştur. Yazı, bu keşiflerin içerisinde en önemlisidir.

“Yazı” ve “yazı yazmak” kavramları diğer dil becerileri ile doğrudan ya da dolaylı olarak etkileşim içerisindedir. Tarihten günümüze, kültür ve medeniyetlerin oluşmasında son derece etkili olan “okuma” kavramı, yazı kullanılmaya başlandıktan sonra insanoğlunun hayatına girmiştir. Bir başka ifadeyle, okuma, yazının bir sonucudur. Tarihin en eski devirlerinden beri, sistemli olarak bir araya gelen anlamlı işaretler, sözlü kültürden aldığı mirası, insanlık için gelecek nesillere aktarmada bir vasıta görevi görmüştür.

Yazının bulunması insanlık tarihinin en büyük sıçraması olarak kabul edilebilir. Yazıdan önceki dönemlerde kuşaklar arası söze dayalı bilgi aktarımı mevcutken; bu, insanlığın en büyük buluşuyla birlikte, mevcut bilgilerin yeni kuşaklara aktarımı çok daha sağlıklı şekilde gerçekleşmiş, böylece insanlık yazıdan sonra her alanda çok büyük gelişmeler göstermiştir. Yazının koruyucu özelliği aynı bilgi, beceri ve tecrübelerin tekrar tekrar üretilmesinin önüne geçerek, eski bilgi, beceri ve tecrübelerin üzerine yenilerinin eklenmesine imkan sağlamıştır.

Tarih boyunca, sürekli yer değiştiren kavimler, kültür ve medeniyetlerin oluşmasında itici bir güç olmuşlardır. Bu kavimler, gittikleri yeni coğrafyalara ve hayat şartlarına uyum sağlamak için, bazı şeylere ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyaçlarını giderdikten sonra, insanlık için ne büyük bir miras bıraktıklarını anlayamadan tarih sahnesinden silınip giderler. Tarih, bunun örnekleriyle doludur

M.Ö. 3000’lerde Güney Mezopotamya’ya gelerek buradaki köy kültürünü, şehir kültürüne dönüştüren Sümerlerin Orta Asya kökenli oldukları artık birçok araştırmacı tarafından kabul edilmektedir. Türkçe ve Sümerce arasında önemli dil benzerliklerinin ortaya çıkarılması ve diğer önemli bulgular, Sümerlerin bir Türk kavmi olduğu tezini önemli ölçüde güçlendirmiştir.

Ancak bazı batılı araştırmacıların Sümerler ve Türkler arasındaki akrabalığı göz ardı ettikleri anlaşılmaktadır. Bu yönde fikir beyan edenlerin ileri sürdükleri düşünce, yazıyı Sümerlerin değil, Mısırlıların bulduğu yönündedir. 

Sümerlerden kalan yazılı tabletler üzerinde yapılan fizyolojik incelemeler, bu kavmin dilinin, Türkçe gibi Ural-Altay dil grubuna mensup olduğunu ortaya koymaktadır. Sümerlerin Mezopotamya’da kurdukları küçük şehirlerdeki sistem gereğince her vatandaş, topraktan elde ettiği ürünleri veya yetiştirdiği hayvanları, avladığı avları, mabede teslim etmek zorundaydı. Mabette görevli memurlar, toplanan bu ürünleri, her ailenin ihtiyacı oranında paylaştırıyorlardı. Bunlar, “Her vatandaşın mabede getirdiği malı unutmamak veya teslimatı vesikalandırmak için, ki! tabletlerin üzerine ancak kendilerinin anlayabileceği şekilde her şahıs için belli işaret koymaya, onun karşısına da getirdiği malın resmini yapmaya başladılar. Bu sistem bir süre sonra karışıklıklara yol açmaya başladı. Bunu önlemek için çeşitli çareler düşündüler. Nihayet, işaretlerle resimleri belirli sistem halinde şifre gibi kullanmaya başladılar (Memiş. 2002: 54). Bütün bunların sonucunda Sümerler M.Ö.3200’lerde yazıyı icat ettiler. Konunun başında da bahsettiğimiz gibi Sümerleri yazıya götüren nedenler, göç ettikleri yeni coğrafyada tarımla uğraşmaları ve buna bağlı olarak, elde edilen ürünlerin hesaplarının tutulması ihtiyacı idi. Bu ihtiyaç, onların insanlık tarihine eşi görülmemiş bir miras bırakmalarına vesile olmuştur.

Yazının keşfedilmesinden sonra M. Ö. 1000 yıllarında alfabe, M.S. 150 yılında ise kağıt kullanılmaya başlanmıştır. Görüldüğü gibi yazının günümüzdeki şeklini alması, daha doğrusu yazı kültürünün gelişmesi uzun bir zaman dilimini içine almaktadır. Bugün, yeryüzünde yaşayan bütün milletler, yazıyı bir anlatım aracı olarak kullanmaktadırlar. Yazının icadı insanlık tarihinde yeni bir çağ açmıştır. Tarihi yazı ile başlatan klasik sınıflandırma bu bakımdan doğrudur.

Bilim ve kültür aktarıcısı olarak yazı ortadan kalkarsa, çok sağlam zannettiğimiz bir medeniyet, kısa zamanda bilgisini unutarak çökecektir. Başka bir tarzda, buna benzer hadiseler tarihte olmamış değildir. İstilalar, yangınlar, depremler medeniyet eserlerinin pek çoğunu yok etmiştir. Bugünkü medeniyet, insanoğlunun kurduğu medeniyetlerin ne bütünü, ne de kesintisiz bir devamıdır. Arkeoloji ve tarih, kaybolmuş birçok medeniyetleri meydana çıkarmıştır. Rönesans denilen büyük hadise, eski Yunan ve Latin eserlerinin uzun yüzyıllar unutulduktan sonra, tekrar bulunmasıyla başlamamış mıdır? Bir geleneği yazı kurar, yazı bozar, yazı yıkar denilebilir.

Yazı düşünceyi tespit etmek suretiyle, sözden daha çok fikri çalışmaya yardım eder. Düşünme, söz üzerinde durmakla kabildir. Konuşmada fikir her an uçar. Yazı, düşünceyi başka mekan ve zamana taşımak suretiyle, hakikatlerin keşfi için lazım bir şart olan, ayrı kafaların aynı mevzu üzerinde karşılaşmasını sağlar. Yazı, zaman ve mekan içinde, çok geniş bir diyalog kurar (Kaplan, 1982: 127).

Sonuç olarak diyebiliriz ki yazı, milletlerin sahip olduğu maddi ve manevi değerleri belgeleyen vazgeçilmez bir buluştur. Yazı sayesinde tarihten haberdar oluyor, bilimin sonuçlarını ve birikimlerini öğreniyor, hayatımızı devam ettirebiliyoruz. Gerçekten de bir an için yazının icat edilmemiş olduğunu veya yazılı kaynakların tamamen tahrip edildiğini düşünelim. O zaman milletlerin kültürleri, geçmişleri, buluşları nasıl belgelenecek tir? Yazı olmasa insanlar arası ilişkiler, yazışmalar nasıl gerçekleştirilecektir? İşte yazmanın önemi burada ortaya çıkıyor. Biz de yazılarımız vasıtasıyla bilgi birikimlerimizi gelecek nesillere aktarmış olacağız.

Kaynak: Murat ÖZBAY; https://dergipark.org.tr/tr/pub/turkiyat/issue/16672/329865

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu