Çünkü Ermeni çocukları, akşam anne ve babaları eve döndüğünde boyunlarına sarılıp koklamazlar onları. Ve anne babaları sabah sıcaklığıyla uğurlamaz çocuklarını okullarına. “Kendine dikkat et” sözü çıkmaz ağızlarından, her sabah, her defasında son kez görür gibi sıkıca sarılmazlar oğullarına ve kızlarına.
Çünkü onların çocukları hiç sevmezler, hiç dokunmazlar birbirlerine. Aynı açlığı çekmez, aynı şeye ağlamazlar hiçbir zaman. Çünkü o çocuklar annelerinin ellerindeki kokuyu içlerine çeke çeke hiç uyumamışlar, babalarının güven veren sıcaklığına hiç sığınmamışlardır. Karanlıktan korkmaz hiçbiri ve gece yarıları uyanıp anne ve babalarının koyunlarında bulmazlar huzuru.
Çünkü o babalar ve anneler öldüğünde onlar, bir dünya yitip gittiği için, bir ömür heba olduğundan, bir sevda son buldu diye, bir soluk eksildi diye, bir renk solduğu için hiç gözyaşı dökmemişlerdir.
Çünkü onlar sevgi nedir bilmezler. Hiç aşık olmaz, hiç sevda acısı çekmezler. Hiçbirisi sevdadan dolayı uykusuz kalmamıştır, yalnızlık nedir tatmamıştır. Ve onlar öldürülmezlerse ölmezler. Eğer öldürülmezlerse hiç ölmez ve hep hainlik ederler. Ve onların ağıtları yoktur. Ölenin toprağına dökecek suları yoktur. Onlar türkü söylemez ve en kadim seslerin atası duduk’tan habersiz yaşar.
Çünkü onlar rahat durmaz. Taşı taş olmaktan çıkarıp can verendir onlar. Taştan yürek yaparlar. Elleri öyle marifetlidir. Ve bu cehennem coğrafyada fazlasıyla ustadırlar.
Çünkü onlar kendi vatanlarını bile sevmezler. Dağlara, ovalara ve hatta ağaçlara ad vermez, onlarla konuşmaz, sağlık ve huzuru onlardan dilemezler. Onlar güneşin ve ayın olmadığı bir coğrafyada ve genelde dağ başlarında gereksiz yer işgal ederler. Buna rağmen çokturlar. Bu coğrafyada 1,5 milyondan 50 bin nüfusa indirmek için harcanan bütün çabalara rağmen hâlâ çokturlar. Bütün Türkiye’ye yetecek kadar çokturlar. Ve durmadan çoğalırlar.
Çünkü onlar hırsızdırlar. Türkiye’nin en zenginleri onlardandır. Ama bunu gizlemek için devletin “bahşettiği” okullarını zorlukla ayakta tutar gibi yapıp meteliğe kurşun atarlar. Çok zengindirler ama vurulmadan önce tabanı yırtık ayakkabılarını giyer öyle vurulurlar.
Çünkü onlar bu ülkeyi sevmezler. Bu ülkenin kahraman evlatlarının arkalarından attıkları kurşunlarla vurulup ölmenin şerefini bilmediklerinden cenazeleri bile sorunlu olur. Bu ülkeyi sevmediklerinden dolayı hep çalarlar. Ama cimridirler. Yırtık ayakkabılarıyla vurulup düşerler ama muhtemelen boş ayakkabı kutularında milyon dolarları saklarlar.
Çünkü onlar çok güçlüdürler. Bütün günlerini lobi faaliyetleriyle geçirir, ulusal, uluslararası bütün kamuoylarını etkileyecek şeyler yapmayı görev edinirler. Türkiye’nin düşmanı herkes onları çok sever. Onların bazılarının konuştuğu bu nifak tohumları bizim için her zaman müttefiktir ama onlar konuşur konuşmaz mihrak oluverirler. İç ve dış mihrakların tamamı onlardır. Çünkü onlar mutlak kötüdürler ve gündem yaratamadıkları yerde kendilerini vurdurup ölüverirler.
Çünkü onlar devletin bütün kurumlarını ele geçirmişlerdir. Dışişlerinden içişlerine bütün kadrolar onlardandır. Daha fazla aç kalmamak için yürüyen işçilerin üzerine bütün bir orduyla yürüyen onlardır. Onlar ÖSYM’deki bütün yolsuzlukların ve skandalların tek müsebbibidir. Çünkü onlardır parasız eğitim isteyen öğrencileri bir böcek gibi çiğnemeye çalışan. Ve onlardır Suriye’ye hiçbir neden yokken savaş açmak isteyen ve Ortadoğu’daki kan gölüne daha fazla katkı sunmak için fırsat kollayan.
Ve isimleri hep bizden gibidir. Kimi zaman Adile Naşit, kimi zaman Vahi Öz. Ama hep saklarlar gerçek isimlerini.
Onları öldürmek gereklidir. Çünkü “onların yoklukları birilerinin varlıklarına armağan olmalıdır”. Çünkü bütün bir insanlığı, tıpkı Kürtler, tıpkı Türkler ve tıpkı bilcümle diğerleri gibi insanlıktan çıkarmaktadırlar. En iyisi görüldükleri yerde ezilmeleridir. Nasıl yapacağınıza gelince… Bunun türlü yolları vardır… “Maalesef Ermeni” demeniz de öldürecektir onları, anavatanlarında yabancı gibi hissettirmeniz de. Hiçbirisi yetmiyorsa canlarına kastedip, sokak ortasında arkasından kurşunlamanız çözecektir sorunu.
* Şükrü Erbaş üstada selamla…
Ali Murat İrat