Çocuklarım,
Bu son dersimizde sizden öğrendiklerimi anlatmak istiyorum size. Siz de benim öğretmenim oldunuz ve sizin öğrenciniz olmak beni çok mutlu etti, çok onurlandırdı…
Beren; bana seçmek istediğin mesleği söylediğinde gözlerim dolmuştu can kızım. “Ben ağaç dikicisi olacağım” demiştin. “Belki para kazanamam ama bir çok ağaç dikeceğim ülkemin bütün şehirlerinde. Ihlamur, çam, çınar, kestane ağaçları dikeceğim.Bana o ağaçların nasıl büyüdüklerini anlatacak arkadaşlar edineceğim” demiştin. Bir ağaç da benim için dik Beren, bir arkadaş da benim için edin…
Ali Haydar; resim dersinde yaptığın rengarenk atları unutmayacağım can oğlum. “Ben atları çok seviyorum. Bir atım olacak, hiç vurmayacağım ona. “Deh” dediğimde gitmezse, gidene kadar bekleyeceğim. Olduğu yerde durursa, inip üzerinden, onunla beraber yürüyeceğim.” demiştin. Engelli olduğum için ata binemem ama senin can bellediğin gibi ben de atları can belliyorum…
Mizgin; anımsıyor musun can kızım, “Suriyeli bir arkadaşım var bizim mahallede” diye başlamıştın anlatmaya. “Kağıt kayıktan bile korkuyor. Akrabaları boğulmuş denizde. Onu çok iyi anlıyorum, çünkü ben de kağıt uçaktan bile korkuyorum. Memleketteyken hep uçaklar geçerdi üstümüzden. Bomba sesleriyle büyüdüm ben “ demiştin. Yaşın on ve sen büyüdün canımın içi…
Musa; eve simsiyah bir sokak kedisi getirdiğinde şaşırmış annen can oğlum. Sana sebebini sormuş, “niye böyle bir kedi getirdin?” demiş. Sen de demişsin ki, “sarı tüylü, beyaz tüylü, kahverengi tüylü kedileri herkes sahiplenir ama bu kedicik de can.” “Kömür” koymuşsunuz kedinizin adını. Kömür`e iyi bak Musa…
Türkan; “bizde beraber film seyredelim mi?” demiştin. Size gelmiştim can kızım. Şeker Portakalı`nın sinemaya uyarlandığından haberim yoktu. Şeker Portakalı`nı seyrettik beraber. “Ben kendimi Zeze`ye benzetiyorum, siz de benim için Portuga`sınız. Her şeyimi size anlatabiliyorum” demiştin. Ayrı şehirlerde de olsak bundan sonra, sen hep anlat e mi? Uzak diye bir mesafe yok aramızda; ben seni her zaman dinlerim canım benim…
Samet; kalemini unutmuştun da, masamdaki kalemlerden birini vermiştim sana can oğlum. “Bir daha unutmam, aceleyle çıktım evden” demiştin. “Boşver, bu kalem senin “ demiştim ve bir kaleme, bir de bana bakmıştın. “Bu kalem benim mi oldu şimdi?” diye şaşırmıştın. Ah,nasıl duygulanmıştım ben. “Bana kimse hediye vermedi öğretmenim, Çingeneyim diye sevmiyorlar beni” demiştin. Bir kurşunkalem bir yüreciğe nasıl da işliyor öyle naif, öyle derin… İyi ki varsın Samet…
Aleyna; ben de işitme cihazı kullanıyorum can kızım. Farkındayım, senin duyma sıkıntın benden çok daha fazla. Ben ve arkadaşların, senin duyumsamanı, içtenliğini, can halini öyle çok sevdik ki, sana kendimizi duyurmak için bir cümleyi, bir kelimeyi bir çok kez tekrarlamak bizi mutlu eder ancak. Bir gün bana bağırmıştın, “duyamıyorum işte, bana tekrarlamayın!” Ses etmemiştim ve özür dilemiştin. “Ben duyamayınca herkes bağırıyor bana, herkesin suratı asılıyor “ demiştin. Senden özür diliyorum Aleyna. Özür dilemene gerek olmamalıydı, beni bağışla e mi…
Hasan; geçen yıl, karne gününde hepinize bir çift çorap hediye etmiştim can oğlum. Hediye de denmez buna gerçi…”Size karşı dosdoğru konuşmamızı istediniz. Ben bu çorabı giymeyeceğim” dediğinde bakıverdim öylece. Sen de bir süre bakıverdin öylece ve dedin ki, “bugün arkadaşımın yaş günü, hediye alacak param yok, bu çorabı vereceğim ona”…Teşekkür etmiştim sana ve ne olur ne olmaz diye sınıf mevcudundan daha fazla aldığım çoraplardan bir çiftini uzatıvermiştim o küçücük avucuna… Ne güzel bir cansın sen Hasan…
Gurbet; bana yazdığın mektubu ömrümün sonuna kadar saklayacağım can kızım. “Şu okullar Babalar Günü`nden sonra kapansa ve ben size sarılsam”… Her biriniz benim öz çocuğumsunuz, her biriniz canımdan parçasınız. Baban hayatta olmayabilir ama babanın güzelliği, sevgisi, gülüşü sende devam etmeli bir tanem…
Tuna; bütün sokak köpeciklerinin dostu can oğlum… Nasıl bir dostaneliktir, nasıl bir duruluktur aranızdaki… Bir insanla bir hayvanın can içinde bunca iç içe geçmesi, bunca bütünleşmesi…”Makarna yapmayı biliyor musunuz?” diye sormuştun. “Biliyorum” demiştim sana. “Bana da öğretin “ demiştin. “Annene söylesen öğretmez mi?” demiştim.“Köpeklere vereceğim diye öğretmez” demiştin… Sana makarna yapmayı öğrettiğim günü unutma e mi Tuna?
Can kızlarım, can oğullarım, can çocuklarım; bu son dersimiz ve az sonra vedalaşacağım sizinle. Beni öyle zenginleştirdiniz, beni öyle çoğullaştırdınız ki, hakkınızı ödemek mümkün değil. Ben istedim ki hepimiz bir olalım; birbirimizi anlayalım, birbirimiz bağrımıza basalım…
Ayrımcılığa, yaftalamaya, ötekileştirmeye karşı durdum ben ve siz bana öyle koskocaman bir barış, öyle ayrı bir içtenlik, öyle sıcacık bir huzur verdiniz ki çocuklar, sizden öğrendiklerimle devam edeceğim öğretmenliğe, öğrenmeye ve öğretmeye…
Nice kederler, umutlar, burukluklar ve coşkular yaşadık beraber; düşlerinizi, hayallerinizi, bu güzelliğinizi hep koruyun e mi…
Canımın içindesiniz çocuklarım, can`sınız gayrı…
Ergür Altan (erguraltan@gmail.com)
Dünyalılar