Arka Bahçemiz

Birkaç Gün, Birkaç Kişi

Dünya barışı adı altında umut edilen şey yüzyıllarca gelmek bilmedi. Petrolden, dinden, namustan, renkten, dilden, bölüşememezlik den, faşizm den, açgözlülükten ve daha pek çok nedenden dolayı durmadan savaşlar çıktı durdu.

Güç gösterileri meydan muharebesi kılığını aldı, suç ve ceza sistemininin yarattığı kaostan bireysel ve kitlesel trajediler doğdu durdu. Şiddet denen şey insanın insana ve insanın hayvana yaptığı şekillerde sürdü durdu. Bir şeylerin anlaşılması, insanların insanlaşması, duyarlılaşması ve bilinçlenmesi boş yere beklendi durdu. Devletler ve hükümetler hep en güçlü olmaya çalışarak gerek demokrasiyi getirme çabası adı altında, gerek ego savaşları içinde hep bir dış ya da iç savaş halinde sürdü durdu. Sonuç olarak yeryüzünü kaplayan binlerce mezar, mezarlara ruh sağlıklarını gömen insanlar kaldı. Kimsenin eline yaşamsızlıktan ve sakatlıktan öte bir şey kalmadı. Bunun üzerine evren, insanlarını devletlerden ve kötü insanlardan korumaya karar verdi. Kendisini başka canlı yerine koyamayan insanlara zorbalıkla bunu yaptırmaya karar verdi ve dünyadaki herkes yaptığı bir kötülüğün aynısını yaşamaya mahkum edildi.

Kurban olarak önce bir başbakan seçildi. Ülkesinde tek bir dil konuşulmasını isteyen, herkes tek renk olsuncu ve bunun uğrundan savaşlar çıkaran, biricik oğlunu ise parasını bastırıp bedelli askerliğe gönderen başbakana üç gün verildi. Başbakan birinci gün, çocukluğuna götürüldü. Altı yaşındayken babasını askere gönderdiler, tek çözümün savaş olduğunu düşünen bir liderin çıkardığı savaşta çocuğa dönüşen başbakan babasını kaybetti. Annesinin ne kadar çok ağladığını gördü, bekleyip durduğu babasının kapıyı çalmadığını gördü. Öfkeyle doldu, eli kolu bağlandı, bir gerçeği ama büyük ve ağır, ağır ve acı, ağrı verici bir gerçeği değiştiremeyişinin yükü altında ezildi hayatı da kendisi gibi. Annesinin ve kendisinin üzüntülerini değiştirememesinin çaresizliğini yaşadı. Altı yaşında çocuk haliyle, ne çok acı çekilebileceğine şaşırdı. İçine bakıp canının acıdığı yeri keşfetmeye çalıştı, annesinden yardım istedi acıyan yeri için, iyileşemedi.

İkinci gün başbakan asker oldu. Düşman grup tarafından saldırıya uğradığında, bir kayanın arkasında saklanırken, en yakın arkadaşlarından birinin vurulduğunu gördü, bir bedenin kırmızı renklerini saça saça dünyaya elveda deyişine şahit oldu. Gömemedi duygularını içine, saklandığı yerde gözyaşları sese gelince ve ağlayınca hıçkıra hıçkıra düşman diye tanıtılan askerlerden biri gelip silahını kafasına dayadı. Asker olmuş başbakan çok korktu. Ölmenin bu kadar kolay olamayacağını düşünürken içinde isyan dalgaları büyüdü, çekeceği acının korkusunun eşiğindeyken tam da kafasına bir kurşun yedi, bedeni tıpkı arkadaşı gibi kıpkırmızı renklerle veda etti hayata. Üçüncü gün başbakan baba oldu. Başbakan gibi ayrıcalıklı ve itibarlı değil de, sıradan bir baba. Bedelli askerliğe parası yetmeyen, torpil yaptırabilecek çevresi olmayan sıradan ama sevgi dolu bir baba. Dönmesine birkaç ay kala asker oğlunun ölüm haberini aldı. Annesinin ölümünde bile gizlice ağlayan adam, oğlunun cenazesinde kendisini topraklara attı. Oğlunu son kez görür gibi oğluna sarıldı, bir ömürlük hasretini toprağa emanet etti. Onlarca insanın varlığını fark edemeyecek kadar acısı büyük olan sıradan baba rolüyle, ölen oğluyla birlikte yaşamından yüzlerce, binlerce gülümseme yok oldu.

Sıra bir kız çocuğuna ve bir kadına tecavüz eden adama geldi. Tecavüzcü adam bir gün küçük bir kız çocuğuna çevrildi evren tarafından. Küçük bir kızdı o. Hayallerinde uçmak, ellerinde boyalar ve hamurlar, renklerinde sarılar maviler uçuşan, hayatta hep iyi şeyler olduğunu sanan. Küçük bir kızdı, salıncakta daha hızlı sallanırsa gökyüzüne dokunabileceğine inanan ve gökyüzünde kuşların üzerine binerek yolculuklara çıkacağını zanneden, başına gelen felakete kadar en büyük korkusu yatağın altındaki hayali öcüler, yaratıklar olan.. Gökyüzüne dokunmaya çalıştığı salıncak anlarından birinde, kapısının önünde oynarken oyununu bir adam yanaştı yanına. Fısıldayarak kulağına en istediği oyuncağı alacağını söyledi. İyilik dışında başka şeylere ihtimal vermeyen kız çocuğu gitti ardından adamın. Oyuncağa giden yolun karanlık ve tenha sokaklarında adam yerine öcülerden korktu masallardan çıkıp sokaklara gelirler diye. Çıkmaz ve karanlık, karanlık ve sessiz, sessiz olduğu kadar kimsesiz bir sokağın sonunda adam küçük kızın kıyafetlerini çıkardı teker teker. Tecavüzün ne olduğunu bilmeyen ama yaşayarak öğrenenen kız çocuğu öcü denen varlıkların bile adamdan daha kötü olamayacağını düşündü. Bugüne kadar yalnızca okşanmak için dokunulan saçları çekilirken, annesinin babasının kucağında sevgi gören bedeni tarif edilemez acılarla sarsılırken, izin vermediği şeylerin en kötüsü kendisine yapılırken, artık salıncaklar ve sarılar, sarılarla maviler, kuşlarla sulu boyalar kendisine çok uzakken, kız çocuğu düşündü: “Öcü sandığım şey aslında insandı”. Kız çocuğu var olmanın en ağır hallerini yaşadı, tersini yani ölümü bilmeden ama sezerek adsız ve sansız ölmeyi denedi.

Bundan sonra sıra, kürk ticareti yapan bir adama geldi. Kürk sektöründe birinci olan adama bir gün verildi. Hayvana dönüştürülmedi, kürk ticareti yapan adam insan olarak bırakıldı. Evinde otururken, ailesiyle güzel bir yemek yerken, yemek sırasında çocukları ve eşiyle yurt dışında geçirecekleri lüks tatilin planlarına dair konuşurlarken kapı çalındı. Elleri sopalı on adam içeri girdi, adamın üç yaşında olan oğlunun kafasını ezmeye başladılar. Adamın biricik oğlu gözlerinin önünde en büyük acıları üstelik hiç hak etmediği acıları çekerek ölürken adam oğlunu kurtarmaya çalıştı. Önce konuşmaya çalıştı ama ne kendisinin ne diğer insanların anlamadığı sözcükler dizisi çıktı ağzından. Kimse ne dediğini anlamıyordu. O ise “yapmayın” demek istiyordu. Ölümü engellemek istiyordu. Canından giderken can, diğer adamlar onu tutuyorlardı. Adamlar kendi aralarında konuşuyorlardı. Sopayla öldürürlerse çocuğu, kürkün bozulmayacağını ve çok para edeceğini söylüyorlardı. Adam aklını kaybediyordu yavaşça. Para için nasıl oğluna bu kadar acı çektirebiliyorlardı? Eli sopalı içleri kara bu adamlar para için nasıl böyle dehşet verici nasıl böylesine acı verici şeyler yapabiliyorlardı? Kendilerini hiç mi onun ya da ölmek üzere olan çocuğunun yerine koymuyorlardı? Telefona sarıldı, bağırdı ağladı yardım istedi. Eylemler çıktı derisi için öldürülen adam adına. Yine de kimsenin gücü yetmedi tüm ailesinin ölmesine. Adam bir kızının ve bir oğlunun, eşinin tenlerini zengin insanların boyunlarında, ellerinde, üstünde gördü. Anlam veremedi. Nasıl kendisinim bu kadar acı çektiği bu olayın sonucunda insanlar ailesinin, acılarının ürünlerini üstlerine başlarına giyebiliyordu?

Her şey kendine geldiğinde, evren görevini tamamladığında insanlar kendilerine geldiler. Başbakan yeni bir savaş çıkardı, nasıl olsa dertleri kendisi çekmiyordu. Tecavüzcü adam tecavüze uğrayan küçük kız çocuğu olarak geçirdiği günün ardından intihar etti. Kürk ticareti yapan adam ise kendisini öldürmeyi akıl edemeyecek kadar yitirdi aklını ve delirdi gitti.

Kardelen Uysal

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu