Gezi bitti mi? Bitmedi, gitti.
Felsefe kavram üretme sanatıdır diyordu Deleuze ve Guattari. İnsanlık tarihi boyunca felsefeye yapılan en önemli katkı belki de bu sözlerdi. Bu iki dev isim kavramları yerle bir etmeden ve yerine yenilerini koymadan felsefe yapılamayacağını söylediğinde, kavramlarla köle olunup kavramlarla direnebileceğini de orta yere koymuşlardı.
Düşünün. Ölümün, normalleşmek bir yana, hiçleştiği bir coğrafyada, özgürlüğe bir çığlık olsun diye okuduğunuz o şiirleri düşünün. “El ayak buz kesmiş, yürek cehennem/ Ümit öfkeli ve mahzun/ Ümit sapına kadar namuslu” diyen umutlu, öfkeli şiiri örneğin. Bu şiir bir çığlıkken, hele ki şehirleri yerle bir edilmiş bir ülkede, hele ki imanın ve inancın en pespaye hallerinin yaşandığı bir ülkede, hele ki paranın Kabe’deki Menat’ın, ihalelerin Uzza’nın, bankaların Lat’ın yerine geçtiği bir ülkede, size iyi gelecektir. Ancak dünyanın en kötü şiir okuyan ama en güzel, en iyi, en dehşet şairlerinden olan Ahmed Arif’in bu şiirini okurken, birisi çıkıp kulağınıza “sapına kadar ne ola ki” diye fısıldadığında artık kafanızdaki kavram setlerinizi yenilemeniz elzemdir. Çünkü o soru kulağınıza fısıldandığı anda erkek egemen coşkunun yanında artık kadınlar vardır. Ve bir yerlerde dünya özgürleşsin diye erkeklerden daha fazla ayaktadır. İşte el ve ayak asıl o anda buz kesmelidir, kesecektir. Yürek o anda bir cehenneme dönmelidir, dönecektir. İnandığınız her şey yerle bir olduğunda, kendinizle çatışmaya başladığınızda büyük savaş asıl o zaman başlayacaktır.
Gezi bitti mi? Bitmedi, gitti. O, en iyi bildiğimizi sandıklarımızın en fazla zarar verebileceğini bize öğretti. Sonra o en iyi bilinenlerin ve bilenlerin hepsi ayrı ayrı Gezi’yi sahiplenmeye çalışınca, dünyanın en umutsuz anında en umutlu işini yaptı. Çekip gidiverdi.
Antropolog Geertz insan için, “kendi ördüğü anlam ağlarında asılı kalmış bir hayvandır” demişti. İnsan her yanından kavramlar ve anlamlarla asılı kalmış ve onlar olmaksızın düşeceğini sanandı. Gezi onun asılı kaldığı bütün anlamları yerle bir etti, dağıttı, parçaladı. Evinden çıkmayana gecenin dördünde varil yaktırdı; belki bir ay sonra intihar edecek olana taş alıp umutsuzluğa doğru fırlattırdı. Ateistle mümini aynı puta saldırttı. Geceyi gündüz, gündüzü gece yaptı. Dünyanın en umutlu işi, hiç kuşkusuz, eğer dünya hala bu denli kötüyse, inanılan ne varsa onu alaşağı etmekti. Etti. Gezi kadının hayvan, erkeğin işçi, işçinin kadın, hayvanın insan, bitkinin transseksüel, Kürt’ün anne, annenin Ermeni, Türk’ün sevgili olabileceğini gösterip gitti. Umut ettirmedi, bekletmedi, oyalamadı. Gösterdi ve gitti. Umut umuda duyulan ihtiyacı yıkmaktan geçmekteydi. Ve yarına dair ne umut taşınıyorsa onun bir an önce yıkılması elzemdi. Yıktı ve geçti. Hikayenin sonrası, kuşkusuz yalnızca insanın başarısızlığıydı, hepsi bu.
Şimdi huzursuzluğumuzu yendiğimiz her anı mutluluk diye kodluyoruz yeniden. Anlamını bilmediğimiz bazı şeylere aşk diyoruz mesela, ertesi gün yitip gidiyor. Şairin dediği gibi “sevmekse ne uzun kelime”. Yoruyor. Oysa Gezi zamanı yorulmamıştık. Mutluluk dışarıda sesler yankılandığında evde duramamak, kendi içine sığamamak kadar gerçekti. Bolca aşık olup –hem de dövüşürken- bolca sevişmiştik. Anlamlar ve kavramlar gitmiş, anlamlar ve kavramlar gelmişti. Ölmüştük ve biz ölüme türküler söylemiştik: Hoş geldin ölüm/ Buyur otur/ Saklımız kalmadı/ Dök eteklerinden taşları…
Gezi bitti mi?
Felsefe kavram üretme sanatıdır diyordu Deleuze ve Guattari. Gezi, eski kavramları yerle bir edip yerine yeni kavramlar getirerek bu toprakların en güzel felsefesini yaptı, sonra da çekip gitti. Bunu biliyorum. Gezi’nin öğretmeye çalıştığını, onun parçaladığı kavramlarla anlamaya çalışan bizlerse Gezi’nin ardından bakakaldık, onu da çok iyi biliyorum. Gezi bitmedi. Gitti.
Ali Murat İrat
Dünyalılar (www.dunyalilar.org)