Arka Bahçemiz

Biz varız, gün doğar uyanırız…

Ölümler arasında yaşıyoruz. Bu leş ve sidik kokan dünyanın tam orta yerinde. Ama yine de söylüyoruz türkülerimizi. Bunca zulüm, bunca tehdit, bunca baskıya rağmen. Çokça umut ve biraz kederle. Vurula kırıla. Ama çoğalarak.Biz_varız_gün_doğar_uyanırız

Her gün aklımın bir kısmını körelten bu dünya şimdi de yüreğimi daraltmaya başladı. Az bir aklım vardı onu da bu dünya aldı. Bedri Rahmi’nin dediği gibi “Önce dişlerimiz döküldü, sonra saçlarımız/ Ardından birer birer arkadaşlarımız/ Şu canım dünyanın orta yerinde/ Bir başına yapayalnız/ Kırılmış kolumuz kanadımız/ Tatlı canımızdan usanmışız.” Bunu solcular söyledi yıllarca. Vurula kırıla çoğalan solcular. Bu ülkenin zindanlarında işkenceden geçirilen, sakat bırakılan solcular. Birileri daha rahat satsınlar diye yurdundan sürgüne gönderilen solcular. Bugün onlar gibi direnmeyi öğreneceğiz denilen solcular.

Ruhi Su bu toprakların türkülerini dert edip derlerdi. Bu topraklar ne demişse zamanında o yeni nesillere onu iletti. Bu topraklar haksızlığa isyan, zulme başkaldırı diyordu, aynen söyledi: “Dadaloğlum bir gün kavga kurulur/ Öter tüfek davlumbazlar vurulur/ Nice koç yiğitler yere serilir/ Ölen ölür kalan sağlar bizimdir.” Bir gün radyoda “Serdari halimiz böyle n’olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak” dedi Su ve radyodaki işine hemen son verildi. Uzun çöplerin ülkesinde hak aramanın sonu işsizlikle başlıyor, ölümle son buluyordu. Ruhi Su, yurtdışında kanser tedavisi görmek için devletten istediği izin verilmediğinden öldü. Bu toprakların akan suyu, esen yelinden derlediği yirmi beş albüm bırakarak ardında. Onun gibi onlarca sanatçı, yazar, akademisyen sırf solcu oldukları için işkencelerden işkence beğendiler. Meslekten atıldılar, iş alamadılar, kitap alacak paraları bile olmadı çoğunun. Çoluğuna çocuğuna bir şey götüremeden, onların mürüvvetlerini göremeden göçüp gittiler bu dünyadan. Bu zulüm saltanatı son bulsun diye kendi canlarından verdiler, kanlarından verdiler.

12 Eylül’ün zindanları sol içindi. Kimse sahiplenmesin. O zindanlar vurulsa da asılsa da çoğalan devrimciler içindi. Bir tane bile kalsa can sıkan devrimciler içindi. Bir tanesi bile bin tane Hızır Paşa’nın başına bela olan solcular içindi. Onlar o zindanlarda tecavüze uğradı, elektrik verildi, kötürüm bırakıldı, arkadaşları gözlerinin önünde öldürüldü. Bok yedirildiler bok! Yıllarca nedensiz yere tutuldular. Yalnızca eşitlik ve özgürlük dedikleri içindi bütün bu tezgâh. Kendi yazdığı şiirleri kendileri okuduklarında ya tutuklandılar ya da hapse tıkıldılar. Oysa yıllar sonra onların şiirleri okunup Meclis kürsüsünden ağlanacaktı. Bununla da kalınmayacaktı. Yaşı büyütülerek asılan Erdal Eren’den devrimciler söz edince suç olacak ancak AKP’nin parti kongrelerinde ağızlara alınınca alkış vesilesi demokrasi göstergesi olacaktı. Lime lime edip katlettikleri İbrahim Kaypakkaya’nın mezarının başına korkudan jandarma dikeceklerdi.

Uzun çöplerin ülkesi olan bu ülke solcusunun adının bile ağzına alınmasını, mezarının başında bile anılmasını yasakladı. Küfür saydı. Terörize etti. Sol kelimesini yok saydı. Durmadı. Etrafta kalan ve vurula kırıla, katledilerek azaltılamaya çalışılan devrimcilerini bir otele toplayıp yaktı. Sonra da o yanık kokuları arasında kebap yedirdi midesiz bir topluma. Şimdi teslimiyet kokan çağda bırakın yaşamayı, yazmanın bile zûl geldiği günlerdir bu günler. Sıradan ve sırasız ölümlerle yaşıyoruz. Hangi gencimiz, hangimiz yarın nerede, nasıl öldürüleceğiz bilenimiz yok! Ölümler sıradanlaştığında insan kalmak zordur artık dünyada. Her ölüm hayatta kalan bir başkasını insanlığından çıkarır. Her ölüm televizyon ekranlarında üçer dakikalık haberlerden sonra keyifle yudumlanan bir bardak çay oluverir bu ülkenin ellerinde. Her ölüm insanların yakıldığı bir otelin alt katında ısmarlanan bir kebap gibi leş kokar.

Ölümler arasında yaşıyoruz. Bu leş ve sidik kokan dünyanın tam orta yerinde. Ama yine de söylüyoruz türkülerimizi. Bunca zulüm, bunca tehdit, bunca baskıya rağmen. Çokça umut ve biraz kederle. Vurula kırıla. Ama çoğalarak. Ne diyordu şair: “Hoş geldin ölüm/ Buyur otur/ Saklımız kalmadı/ Dök eteklerinden taşları.” Öyleyse hoş geldi sefa geldi gelen her neyse. Biz hazırız.

Biz varız… Gün doğar her gün yeniden uyanırız…

Ali Murat İrat

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu