Gezi direnişinin belki de en önemli katkısı, Türkiye’de yeni bir muhalefete olan ihtiyacı netleştirmesi oldu. Mevcut siyasette temsil edilemeyen kitleler kendine acil bir çıkış aramaya başladı. İşte bu noktada HDP’nin kurulması canlı bir tartışmayı başlattı. Kendilerini sıkışmış hisseden, yaklaşan seçimler nedeniyle yönelecek bir liman arayan Geziciler ve diğer muhalif unsurlar HDP’ye gözlerini dikiyor. Acaba HDP gerçekten yeni bir muhalefetin temsilcisi olabilir mi?
Çeşitli sosyalist parti ve hareketin işbirliği olan HDP, asıl siyasal rengini Kürt hareketinden alıyor. Bu bağlamda partiyi, BDP’nin “Türkiye partisi versiyonu”, bir “Öcalan production” olarak tanımlayanlar da var.
Evet ortada sabırsız bir muhalefet var, bu da yeni partinin Gezi ile paralellik gösteren mesajlarının ve zamanlamasının mükemmel olduğunun işareti. Niyetleri bir kenara bırakalım ve HDP’nin şansı nedir sorusunun peşine takılalım. Bunun için Türkiye seçmeninin yapısından başlayıp partiye inelim.
Yapılan araştırmalar, Türkiye’de ideolojik bir kamplaşmadan daha çok bireylerin gelir ve eğitim düzeylerine göre ekonomik bir kamplaşma ve kutuplaşma olduğunu gösteriyor. İkinci olarak, yine araştırmalar Türkiye seçmeninin maksimum yüzde 20’sinin kendini merkezin solunda gördüğünü gösteriyor. Bunların yarısından fazlası CHP’ye, bir kısmı BDP’ye oy veriyor. Az miktarda AKP’ye oy veren solcular da var. Ancak “sol” derken, seçmen merkeze çok yakın merkez solu kast ediyor. “Sosyalist sol” diyenler çok marijinal kalıyor. HDP’nin yöneldiği “seçmen pazarı”nın tablosu böyle. Ama HDP, 2013 seçimlerinde geçersiz oylarla birlikte sandığa gitmeyen, boşlukta gezinen, Gezi kitlesinin de dahil olduğu yüzde 15’i hedefliyor muhtemelen.
Yine araştırmalara göre, Türk halkı için iş, güç, eğitim, kısacası daha iyi hayat koşullarına sahip olmak insan hakları, eşitlik, barış gibi taleplerinin önünde geliyor. Kısacası sürekli bu temaları tekrarlayarak, çoğunluğu oluşturan alt-orta gelir düzeyindeki kitleleri kendine çekmek mümkün değil.
Seçmenden HDP’ye gelirsek, sorunun temelinde “sol”un yattığı gerçekliğiyle yüzleşmek gerekliliği karşımıza çıkıyor. Söyleminde “emperyalizm”, “devrim” olan, bir yandan liberal demokratik taleplerde bulunup diğer yandan siyasi liberalizmi karşısına alan bir zihniyet, toplumun köklerine çeşitli nedenlerle ulaşamaz.
Bir kere, halihazırda dünyada ya otoriterlik tonları çeşitlilik arz eden rejimlerin devlet kapitalizmi ya da liberal kapitalist demokrasiler geçerli. Devasa problemler üretse de başka da bir sistem yok. Marx’ın endüstri devrimine yönelik kavramlarının, 21.yy’ın “post endüstri” dünyasında arkaik kaldığını, ama asıl olanın değişim olduğunu belirten “diyalektiği”nin, vahşi kapitalizmi yaratıcı bir şekilde dönüştürmeyi amaçlayan “yeni bir sol kafaya” yol gösterebileceğini kabullenmemiz gerekiyor. Ki artık bunun adına sol bile demek gerekmiyor.
Barış, demokrasi, eşitlik gibi demokrat herkesin katılacağı liberal mesajlar, milenyumun kavramlarını, yeni sınıflarını, yeni yaşam biçimlerini anlamadan, proaktif, her alanda insanların, ailelerin, gençlerin yaşamlarını iyileştirecek, onları mutlu kılacak çözümler üretmeden hep boşlukta kalmaya mahkum. “Serbest piyasanın bu nimetlerinden faydalanalım ama aynı zamanda devrimci olalım.” Çelişki burada. Çok zor, ama eşitlikçi ve aynı zamanda yenilikçi bir dil lazım yeni muhalefete.
Öte yandan meselenin iktidar ve gücün dağıtımı, girişimci bir üreticilik ve yenilikçi bir kültürel altyapı olduğunu anlamadan kapitalizme saldırmak solu marijinalleştirmekten başka bir şeye yaramıyor. Geçmişin dünyasında kalan verimsiz üretim sektörlerini savunan sendikaların arkasında durmak yerine, geleceğin dijital, biyoteknoloji, nano teknoloji gibi sektörlerinin insan hayatlarını nasıl kökten değiştirdiğini görebilmek ve buna göre vizyonlar geliştirip ülkeleri ileriye sıçratmak devrimciliğin yeni tanımı artık.
Bilimde, sanatta, sporda nasıl sıçrama yapacak Türkiye, ya da yeni teknolojilere dayalı bir girişimcilik ruhu Türkiye’ye nasıl yayılacak. Bunun altyapısını oluşturmak için alt, orta gelir grubunun çocuklarını dünya vatandaşı yapacak İngilizce’yi çok ucuza öğretecek online eğitimi devreye nasıl sokacak. Batı’ya kaçmış uluslararası çaptaki beyinleri sağlık, kent, ekonomi, eğitim gibi alanlarda etrafına toplayıp, onlardan projeler üretecek bir düşünce kuruluşu mu kuracak; bu projelere uluslararası kuruluşlardan fonlar mı bulacak. İktidara gelemese bile, muhalefette de bu tür yenilikçi, yaratıcı projeleri pilot bölgelerde uygulayacağını mı açıklayacak. Alt gelir düzeyindekileri yukarıya itip gelir dağılımını düzeltmek için AKP’den daha farklı olarak ne tür sosyal politikalar güdecek. Yeni sol hayali emperyalist güçlerle mücadeleyle değil bu sorulara vereceği cevaplarla devrimci olabilecek ancak.
İnsanlara nasıl bir hayat vaat edeceğini, somut çözümlerle, projelerle ortaya koyup, bununla beraber yerel/küresel dinamiklerle izdüşen eşitlikçi mesajları veren bir parti ancak alternatif olabilir. Yoksa mesajlar üstyapıda, gerçekler altyapıda kalır…. Oysa yeni çağda hayatların, gerçeklerin kendisi zaten bir mesaj…