Bakmayın siz şikâyet edip durduğuna, hayatından memnundur bizim entel. Kimi kapitalizmin ve emperyalizmin sadık hizmetkârıdır, kimi gerçekte hiç tanımadığı sınıflara karşı platonik aşk besler, kimi de din-iman satar. Peki, bizim entel neden çalışmaz?
Âlim, Mütefekkir/Düşünür, Münevver/Aydın, Entelektüel, bu sıfatların hiçbirini kullanmıyorum sözünü ettiğim güruh için. Bu sıfatları haiz kimseler birçok ortak özelliğe sahiptirler. Âlim bir şeyi hakikatiyle bilen, bilgili, uzman/mütehassıs, öğrenim görmüş, Mütefekkir fikreden/düşünen, düşünce üreten, Münevver ise aydın/aydınlanmış kişidir. Aydın her ne kadar ‘Münevver’in karşılığı olarak kullanılıyor olsa da, Münevver, ‘maddî-manevî nurlandırılmış kimse’ demektir, ‘Aydın’ ise Aydınlanma’ya ait bir kavram, başka bir tarihin ve kültürün ürünü. Entelektüel ise geniş bir bilgi birikimine sahip olan ve herhangi bir meseleyle derinlemesine ilgilenen kimsedir, zekâsını ve analitik düşünebilme yeteneğini kullanır.
Sözünü ettiğim güruh ne âlim, ne mütefekkir, ne münevver ya da aydın, ne de entelektüel. Bir kere Âlim hiç değil, özgün ve derinlikli düşünce üretmekten bir o kadar uzak olduğu için Mütefekkir de değil, Münevver hiç uymaz, geriye Aydın ve Entelektüel kalıyor, bu ikisi çoğu zaman yanlış bir biçimde birbirinin eşanlamlısı olarak kullanıldığı için, söz konusu güruhu “yarım-aydın” veya “yarım-entelektüel” anlamında “entel” olarak adlandırıyorum. Bir noktanın altını kalın çizgilerle çizmekte yarar var: Biz de gerçek anlamda aydın da yok, entelektüel de, belki bir elin parmakları kadar. Bu nedenle söyleyeceklerim genel olarak piyasada “Aydın” ve “Entelektüel” olarak ün yapmış veya ün yapmaya çalışan kimselere yönelik.
Bizim ülkemizde entel, genel olarak hayata, topluma ve kendine yabancılaşmış olan kişidir. Neticede o da bir sınıfın -entel sınıfının- mensubu olduğu için halkla arasında ister istemez bir farklılık söz konusudur. Entel, bir yandan “üstün insan” edasıyla konuşup yazar, öte yandan sözde tevazu göstermeye çalışıp “halktan biri” olduğunu söyler, ne var ki bilinçaltında daima diğerlerinden üstün bir konuma sahip olduğu düşüncesi yatar. Kendi kendini kahramanlaştıran, halkı eğitmek ve zihinlere hükmetmek isteyen, iktidardan daha fazla pay alma amacındaki yarım “bilgi-düşünce” sahibidir bizim entel.
Yurdum entelinin temel vasıflarından biri aylaklıktır, o, cep-mide-uçkur şeytan üçgeninde kaybolmuştur; eli iş görmez, oturduğu yerden vatan kurtarır, âleme nizam verir, “dâhiyane düşünceler” üreterek -ki aslında çoğunu sağdan soldan aşırmıştır- toplumu “bilinçlendirir”, “aydınlatır”. Çalışmadığı için belli bir yaşam düzeni yoktur, hayatı masa başında oturmaktan, boşa çene çaldığı entel sohbet ortamlarından, evine gidip gelmekten, halkı da yanına gelip giden insanlardan ve yolda gördüklerinden ibaret zanneder. İçinde bulunduğu durumun pekâlâ farkındadır, bu yüzden birtakım tarihî şahsiyetleri -örnek göstermek suretiyle- kendi aylaklığına siper yapar.
Bu bakımdan bizim entelin her şeyden önce çalışmaya ihtiyacı vardır, zira iş, insanı hayata, topluma ve kendine karşı yabancılaşmaktan korur. Entelce bir iş olarak halkçılık yapmak, çarşıda-pazarda dostlar alış-verişte görsün kabilinden halkın arasına karışmak veya sosyolojik gözlemlerde bulunmak amacıyla köy köy, kasaba kasaba dolaşmak riyakârca bir tutumdur. Bu tür tutum ve davranışlar gerçekte halkı hakir görmektir, enteli yanıltır, onun sahte ve sapıkça bir hazza kapılmasına yol açar.
Yazdıkları okuduklarından fazla olan enteli taklit etmek ve ona benzemek en kolay iştir, yeter ki “ekmek elden, su gölden” olsun. Her yer kitap dolu, insanlığın bilgi ve düşünce birikimi oldukça geniş, dileyen herkes insanlığın bu ortak mirasından yararlanarak farklı düşünceler ortaya koyabilir. Yazmak ve söz söylemek en kolay iştir, dolayısıyla dileyen herkes, bir gecede entel olabilir, bu, yalnızca bir karar alma meselesidir.
Bu açıdan bakıldığında, bizim yoksul insanımızın yırtık pabucu, entellerimizin ortaya koyduğu düşüncelerden daha kıymetlidir, çünkü onun yırtık ayakkabısı hayatın içindeki gerçektir, “dâhiyane düşüncelere”, yoruma, analize sığmaz. Buna karşın Hakk’ı, adaleti, emeği, sınıfsız toplumu, özgürlüğü vs. sakız gibi ağzında çiğneyen bizim entel, yabancısı olduğu halka yön vermeye, yol-yordam öğretmeye, onu eğitmeye kalkışır, çünkü ona göre nasıl düşünmemiz ve nasıl hareket etmemiz gerektiğini en iyi o bilmektedir.
Bu şekilde düşünen ve hareket eden entelimiz moda-peresttir üstelik. Düşünce moda-perestliği onun karakteri haline gelmiştir, yeni duyduğu veya yeni tanıştığı fikirlerin üzerine balıklama atlar, varsın yanlış olsun. Onun yegâne virdi modernizasyondur, bunun uğruna yön vermeye kalktığı halkın tüm değerlerini yok saymış, kendi tarihini ve kültürünü de bir çırpıda gözden çıkarıvermiştir. Tarihe modern çağın gözüyle baktığı, bir diğer ifadeyle tarihi modern çağın bakış açısıyla değerlendirdiği için onda herhangi doğru veya iyi-yararlı bir yön bulamaz, içinde yaşadığı toplumun kültürüne de öcü muamelesi yapar.
Peki, bizim entel neden çalışmaz? Bakmayın siz şikâyet edip durduğuna, hayatından memnundur bizim entel. Kimi kapitalizmin ve emperyalizmin sadık hizmetkârıdır, kimi gerçekte hiç tanımadığı sınıflara karşı platonik aşk besler, kimi de din-iman satar. Ceplerini doldurabilmek ve gündemde kalabilmek için kırk takla atan, eğriye doğru, doğruya eğri diyen kimseler Mütefekkir, Aydın, Entelektüel vs. olmadığı gibi, bizim düşünce dünyamız da cambazların revaçta olduğu çadır sirki değil. Önce elleriniz bir iş görsün, hayatı öğrenin, halkı tanıyın da ondan sonra konuşalım.
Ledric Dumont’un dediği gibi, “Öyle horozlar vardır ki güneş onlar öttükleri için doğuyor sanırlar.” Bizim enteller de öyle işte, hepsi birer horoz!
Ömer Yılmaz