Arka Bahçemiz

‘Bizler Tarihin Ortanca Çocuklarıyız!’

Sokrates, sıkça pazar yerlerine gider ve birşey almadığını gören meraklılar sorunca “ben oraya ne kadar çok şeye ihtiyacım olmadığını görmeye gidiyorum” dermiş.

10580265_892992617395634_1837897392090678634_n

Etrafımız ihtiyacımız olmayan şeylerle ve sahip olmazsak yaşayamayacakmış gibi hissettiren sistem ile örülü. Kendimizi, kendimizden koparıp, o hiç bitmeyen arzuların kucağına bıraktığımız bir insanoğlu çağını yaşıyoruz.

Günde yüzlerce reklama maruz kalıyoruz. Yakında avmde, metroda ya da sokakta dolaşırken vitrinden ya da bir reklam panosundan uzanıp direk bizimle konuşan cansız hologram mankenler göreceğiz.

Bu yaşadığımız ‘firmalar çağında’ ürünler, birer mutluluk yolu olarak konumlandırılıyor. Satın alındıkça ya da ulaştıkça bizi mutlu edecek sandığımız ürünler, kazanımlar, başarılar peşinde koşup duruyoruz.

Zaman zaman bu cendereyi çözenler olsa da, bir türlü çemberin dışına çıkılamıyor. Ömür tüketen işlerde çalışıp, her gün zamanının geçmesini bekleyenler, hafta sonları kendini avmlere bırakıyor. Yarışır gibi tüketerek rahatlamaya çalışıyor. Aslında dışardan bir gözle baktığımızda, tüm bunların ne kadar da akıl dışı olduğunu görebiliriz.

Tüm bu çemberde debelenen insan, sonuç olarak tatmin oluyor mu? ya da olan var mı? Hayır. Pek mümkün de değil.

Peki insanoğlu, bir türlü tatmin olmamasına rağmen ömür törpüsü bir hayat yaşarken, ona verilen tüketim insanı rolünü benimsemeye neden böylesine meraklıdır? Neden arzularının pençesinde kendi doğasına uygun olmayan bir hayatı yaşıyor ve bunu doğal bir yaşam formu sanıyor?

Fark etse de vazgeçemiyor?

10271619_891111960917033_6418612342333509858_n

Öncelikle bu duruma neden olan ve sistem tarafından kullanılan ‘arzu’ yu incelemekte fayda var. Lacan’a göre arzuya neden olan nesne ile onu tatmin edecek olan nesne daima farklıdır ve bu nedenle de gerçek arzu asla tatmin edilemez. Zizek, arzunun nedeni ile nesnesi arasındaki örtüşmezlikten doğan kişide yarattığı belirsizliğe (tatminsizliğe) işaret ederek ‘’Arzuladığın nedir?”, “Aslında ne istiyorsun?” diye sorar.

İstek bilinçli olarak istediğimiz birşeydir, simgelerle ifade edilir, tatmini mümkündür. Oysa arzu, ona ulaştıracak nesnesi belirsiz olduğu için bilinç düzeyinde değildir ve tatmini mümkün değidir.

Şimdi çok ilginç bir noktaya geldik; Frued’a göre bilinç dışı ve nesnesi belirgin olmayan arzular, gerçek istekleri çarpıtırlar.

Konu üzerine yaptığı bir çalışma ise şöyle; soğuktan ve açlıktan ölmek üzeresiniz. Uykuya daldığınızda rüyanızda dört sütunlu bir yatak ile havyar görüyorsunuz. Bu düş, donmak ve ölmek üzere olan insanın isteklerini gösteriyor. Yani yiyecek ve barınak isteğini… Ancak neden normal bir yatak değil, bir tas çorba değil de, dört sütunlu yatak ve havyar. İşte bu noktada arzu devreye girerek isteği çarpıtıyor. Arzu esas isteği (yiyecek-barınak) çarpıtarak ayrıntıya dönüştürüyor. Arzu ise tatmin edilemez bir yer yerde kendini gösteriyor.

Mesele şu ki, çağımızda tatmini mümkün olmayan arzular, kapital sistem tarafından yönlendiriliyor.

Sistem, tüketimi, arzuları kışkırtır. İnsanlarda sanal bir ‘mutluluk hayali’oluşması için ‘pazarlama’ yapılır. Birileri daha çok satmak için ‘nasıl bir hayal oluşturabiliriz’ diye düşünür. Ürünler, hizmetler ‘arzulanır’ hale getirilir. Bu arzular daha fazla tanıtım ile ürünlere ‘ruh’ katarak çok daha fazla kışkırtılır.

İnsanoğlunun hayal etme, sonra da aklındaki hayale inanma özelliği sonuna kadar kullanılır. Cenderenin içinde, kendi ile bağlantısı koparılmış insan, ürün, hizmet, başarı, sahip olacağı şeyler ile hep bir ‘mutluluk hayali’ ile dolanır durur.

Kapital sistem, çağımızın türünü, onu diğer canlılardan ayıran hayal etme gücünü ve arzularını kullanarak, sistemin devamı için sürekli tüketme peşinde bir insana dönüştürüverir. İnsan, üzerine kıyafet giydirilmiş cansız vitrin mankenine benzer.

Arzuları kışkırtan sistem, aklında ‘ulaşacaklarını, sahip olacağı şeyleri, bitmek bilmeyen arzuları’ düşünen ama sabah kalktığında nereye gittiğini bilmeyen insanlar yaratır.

Mutluluk, satın alınabilir ya da birtakım başarılara, kazanımlara sahip olunca ulaşılabilir bir meta olarak dayatılır. İnsanlar hayal kurarak, hayallerini süsleyerek bu mutluluk formülüne inanır. Böylece insan ‘yaratılan arzuların’ peşinde, sanki kendi öz arzusuymuş gibi koşar durur. Yıllar sonra elde etse de, sistemin pompaladığı yeni arzuların peşinde olacaktır. Çünkü ona hayal ettirilip, inandırıldığı şey aslında ‘onun’ değildir. Yaşadığı hayatın da olmadığı gibi…

10487377_887667577928138_719001715130606086_n

Düşündüğü hayale inanma özelliğimiz, kapitalizm eliyle yönlendirilerek (arzuların körüklenmesi) bizi baştan çıkaran zayıflığımız haline gelir.

İnsanın duyguları güçlü kendi zayıftır. Pompalanan arzular, istekler, hırslar zayıflığının farkına varamayan insanı eline geçirir. Onu istediği gibi yönetirken, insanın kendi zayıflığından beslenir.

Çağımızda, insanoğlunun zayıflıklarına, boşluklarına, mutluluk hayallerine dayanarak, koskoca bir yaşam formu tasarlanmıştır.

Masalsı bir dünyaya davet eden avmlerde, vitrinlerdeki cansız manken ile ‘planlanan’ hayale kendini kaptıranlar, tatil için yaşayanlar, ruhlarını ait olmadığı yarışlara sürükleyenler her ne kadar kendi hayatını yaşadığını düşünse de, aslında tam da sistemin istediği gibi ‘planlanan arzuların’ peşinde nafile bir çaba ile koşturup duruyordur.

Bu çemberde yerini almış günümüz insan modelinde, kendi doğasına ve gerçekteki öz arzularına uygun olmayan bir hayatı yaşaması nedeniyle bir takım tuhaf davranışlarla kendini gösterir; ’keyif dolu anlarını’ yarıştırır gibi paylaşanlar, ‘hobimle mutluyum’ formatını benimseyenler, kalan ömrünün yarısı kadar borçlananlar…

Tüm bunları yazarken aklıma efsane bir sahne geldi.

Şöyle diyordu Tyler Durden;

‘’Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük ama olamayacağız…

Hepimiz heba oluyoruz…”

Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş…Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeyiz…

“Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz… Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız…Bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük bir buhran yaşadık…Bizim savaşımız ruhani savaş… Ve bunalımımız kendi hayatlarımız…’’ Chuck Palahniuk, Fight Club

Fırat DEVECİOĞLU

www.firatdevecioglu.com

 Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu