Arka Bahçemiz

Bu Toprağın İnsanı

11703176_728739897269871_8695756442860250652_n

Sanatın, felsefenin, bilimin öncelikli konusu hep insan olagelmiştir. İnsanın karmaşık yapısı üzerine yüzyıllardır kafa yorulmuş; romanlar, şiirler, öyküler yazılmış; filmler çekilmiş, müzikler yapılmış. Ne hikmettir ki hakkında bu kadar yazılıp çizilen, kafa patlatılan insanın bilmecesi çözülememiştir.

En hazin olanı da bu topraklarda yaşayan insanın kaderidir. Kaderidir diyorum çünkü, hiç kendisi olamamış, olmaya çalışmışsa da oldurulmamış bir kaderdir bu.

Nazlı Anadolu coğrafyasında inceliği kaybettirilmiş, toprağın ruhu ancak acılarına esin kaynağı olabilmiştir. Hep bir savunma halinde yaşamış; korunmaya çalışmış, saklanmış, gelecek saldırılara karşı hep saklamış, korumuştur kendisini. Atak olamamıştır ömrü boyunca. İktidarlara karşı yalnızlık zırhını kuşanmış, üretmemiş, var olamamış, sürekli kendinden bir vazgeçiş haliyle yaşamıştır. İktidarın gücü atında eziktir hep. Ezikliği itaat etmeyi, boş vermeyi, unutmayı, köklerinden uzaklaşmayı yüklemiştir dünyasına.

Savunma insanıdır, her sözünü açıklama gereği hissetmiş, yanlış anlaşılmaya kurban gitmenin korkusunu iliklerine kadar hissetmiştir. Öyle bir haldir ki bu, özünden uzaklaşmış, hayatı bir trajediye dönmüştür. Her mekanda, kişide farklı bir kişi icat etmiş, kendi olamamıştır. Bölünmüş, parçalanmış bir hayattır onunki. Boyun eğme, kendi olamama halidir bu; düşkünleştirilmiş haline çareler aramış, sıkışmış bir kişilikle kendisi olamadan tüketmiştir ömrünü.

Hayatın iktidarlardan başka bir şey olmadığını gören yurdum insanı, çıkışı kendi kuracağı iktidarcıklarda aramış durmuş hep. İç dünyasını öfkeli kelimelere, emir kipi cümlelere, buyurgan ses tonuna havale etmiştir. Bakışları öfkesine, dile getiremediğine, suskunluğuna yenik düşmüş, yenilmiş insanı ortaya çıkarmıştır. Ne doyasıya ağlayabilmiş, ne ağız dolusu gülebilmiştir. Utangaçtır. Hep utandırılmış, alaya alınmış, dili hiçbir zaman yüreğine ve düşüncelerine tercüman olamamıştır.

Ötekileştirilenlerin coğrafyasında yaşamış, ne yazık ki bu hal onda dünyayı, hayatı hep ben ve öteki üzerinden algılamasına yol açmış; ortak yaşamlar geliştirememiştir. Kendi gettosunda içine kapanmış, hayatın o gettodan ibaret olduğu yanılsaması içinde yaşamış; dostlukları, arkadaşlıkları hep o iklim üzerinden kurmaya, yaşamaya çalışmış ve buna alıştırılmıştır.

Yurdum insanı işte böyle bir coğrafyada arkadaşlık ve dostlukları ideoloji, din, mezhep, milliyet üzerinden kurmaya çalışmış. Dostluğun, arkadaşlığın sınırlarını zihin dünyasında bu şekilde oluşturunca da önceliği insandan yana olana değil; ideoloji, mezhep, din ve milliyete vermiştir. Başkasıyla, kendisinden farklı olanla ilişkiye, iletişime geçememiştir . Bu hal, sağlıklı bir insan hali değildir ve insanı canavarlaştırmaya kadar götürmektedir. İnsanlık, vicdan, merhamet bu topraklarda iflas etmiştir. Ne yazık ki her tür ideolojik, dinsel, mezhepsel ve ırkçı körlük insanı özünden uzaklaştırmış, doğaya ve kendisine yabancılaştırmıştır.

İnsanlığın kendini yeniden bulması, öncelikle tarihiyle ve kendisiyle yüzleşmesinden; en yüce değerin insan olduğunu yeniden bilince çıkarmasından geçiyor. Bunu besleyen en temel olgu olan iktidarcı ve üstenci bakış açısını yok etmedikçe, yüzünü insandan yana eşitlikçi, özgürlükçü, katılımcı, çoğulcu hayata dönmedikçe; ne yazık ki dostlukları da, arkadaşlıkları da, savaşsız bir dünyayı da çok arayacağız.

Mehmet Salmanoğlu (mmsalman.66@gmail.com)

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu