Arka Bahçemiz

Chomsky’nin Anarşizm Anlayışına Eleştirel Bir Yaklaşım

Noam Chomsky’nin “Anarşizm Üzerine” başlıklı kitabı, kendisinin anarşizm ve başka konularda yaptığı dergilerde yayınlanmış söyleşilerinden oluşuyor. Bu yüzden bazı görüşler iki-üç kez tekrar edilmiş kitapta. Örneğin Chomsky’nin bir yerden duyduğu ‘anarşizmin sırtının kalın olduğu ve her şeyi kaldırdığı’ görüşü gibi. Kitapta anarşizme ilişkin özgün bir görüşe rastlamadım. Chomsky üç beş kez Bakunin’in düşüncelerine atıfta bulunuyor, ama derinlemesine değil, yüzeysel olarak. Bu düşünceler de birkaç kez tekrar edilmiş.

Chomsky, anarşist olduğunu söylüyor ama, devlet konusundaki görüşleri anarşistlerden daha değişik. Marksizm ile anarşizm arasına sıkışmış gibi sanki. Kitabın önsözünde de bu duruma biraz vurgu yapılmış. Anarşizmi daha çok devlete karşıt bir yapı olarak ele alıyor. Ve liberter sosyalist düşünceyi savunuyor. Ama kendisinin dediği gibi bunu ‘ikincil bir yol arkadaşı’ olarak yapıyor. Bu bağlamda özellikle Kropotkin’in düşüncelerine gereken yeri vermemiş. Kropotkin’in bir iki kez adını anıyor ama o kadar, onun düşüncelerine derinlikli değinilmiyor. Aynı şekilde Bakunin de öyle.

“Bugün devlet kesimini korumak, devletin yok olmasına giden bir adımdır.” diyerek, sonra şunu da ekler: “Devlet mekanizmasına rağmen toplumsal değişim peşinde koşma sürecinde, halk kaçınılmaz olarak böylesi reformist taktiklerin doğasındaki sınırlara toslayacak ve neticede sistemin kendisinin değişmesi gerektiğini anlayacaktır. Böylesi savlar kuşkusuz genel kabul gören anarşist teoriye meydan okumaktadır. Emma Goldman gibi insanlara göre, bütün devletler ortadan kaldırılmalıdır. Emma Goldman, ‘demokratik devlet’in, bir kez kendisine meydan okununca, en totaliter devlet kadar baskıcı hale geleceğini söyler. Chomsky’nin gözünde, devlet hâlâ insanların içinde faaliyet gösterebildiği ve değişiklik yapabildiği yerler olan ‘kamusal bir arena’nın devamlılığını sağlayabilir.”[1]

Chomsky’nin devlet konusundaki “Bugün devlet kesimini korumak, devletin yok olmasına giden bir adımdır.” ve devleti koruyarak halkın sistemin değişmesi gereğini böylelikle anlayacağı savı önce bir paradoks olarak görünse de, aslında çelişkili ve yanlış bir görüştür bence. Chomsky kendi anarşist anlayışını ortaya koyarken, bunu kendi görüşlerini anarşizme uydurarak değil de, anarşizmi kendi görüşlerine uydurarak yapmaya yapıyor.

Evet postmodern çağda, neoliberalizmin geldiği aşamada devlet giderek küçülüyor ve sosyal alandan çekiliyor. Ancak buna rağmen kendisine meydan okunduğunda baskıcı yöntemlerle “ileri demokrasilerde” dahi dişini göstermekten çekinmiyor. Devletin küçülmesi bu anlamda, bürokrasinin azaltılması ve liberal iş olanaklarının sömürünün önündeki hantal mekanizmaların kapitalizm lehine küçültülmesi ya da ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Yoksa bunun sonucunda halk birden bu durumu anlayarak sistemin değişimini isteyecek anlamına gelmez.

Chomksy’nin anarşizm üzerine görüşleri özellikle Daniel Guérin’in ‘Anarchism’ine (1970) yazdığı önsöz’den sonra bilinir hale gelmiştir.

Kitabın sunuş yazısında belirtildiği gibi, “Anarşist bir tarihçi olan George Woodcock, yazıdaki görüşlerin tek boyutlu olduğunu ileri sürer. Woodcock, Chomsky’nin (Guérin gibi) solcu bir Marksist olduğunu; anarşizmi kendi Marksizmini yumuşatmak ve aydınlatmak amacıyla kullandığını söyler.

Yazısının on dokuzuncu yüzyıl anarşizminin diline saplanıp kaldığını, en iyi ihtimalle bir anarko-sendikalizmi, en kötü ihtimalle de basit bir ekonomik determinizmi temsil ettiğini, Kropotkin’e, Malatesta’ya, Herbert Read’e gönderme yapmadığını iddia eder. Woodcock’a göre, Chomsky anarşist mücadeleyi tek bir sınıfla eşitler ve anarşizmin “hayatın potansiyellerini çeşitlendirip özgürleştiren, ekonomik mücadelenin yanı sıra hayat tarzı isyanıyla yaklaşılan bir toplum peşinde koşan bütün sınıflardan insanlara çekici geldiği’ni anlayamaz.”

Woodcock’un Chomsky konusundaki görüşleri doǧru olabilir. Ancak kendisi de anarşizm konusunda eleştirilebilir. George Woodcock, “Anarşizm Bir Düşünce ve Hareketin Tarihi” başlıklı kitabın da yazarı.. Anarşizm üzerine çok değerli bir yapıt, hatta anarşizm üzerine yazılmış temel yapıtlardan birisi olarak değerlendiriliyor. Ancak Woodcock, kitabının sonunda kendisinin de gördüğü gibi anarşizmden savruluyor, varoluşsal bir insan doğasının kabul edilmesi gerektiğine vurgu yaparak, insanların doğal olarak toplumsal olduğu varsayımını ütopik olarak değerlendiriyor. Woodcock, yine anarşizmden savrularak, “insanlar için varsayımsal bir tam özgürlük hayal etmek yerine, oldukları haliyle insanlar için mümkün olduğu kadar çok özgürlük sağlamak gerektiği”ni savunuyor.

İnsanların sınıfsız, sömürüsüz, eşitlik ve özgürlük  içinde yaşayacağı bir toplum bir anlamda ütopyadır. Ancak diğer anlamıyla da gerçektir. Ütopyadır, çünkü insanlığın var olan en geniş anlamıyla özgürlük içinde yaşayacağını dile getirir. Bütün ideolojiler ütopyadır bu anlamda. Diğer yanıyla işe, bu ütopya kelime anlamından çıkar ve daha geniş bir realiteye dönüşür. Bu anlamda da ütopya değil, gerçeğin ta kendisidir.

Onun için tam bir özgür toplumu hayal etmek gerçekçidir ve bu talep küçültülemez ve bundan vazgeçilemez.

Toplum içerisinde özgürlükleri genişletmek için elbette mücadele verilir, ancak hedef tam bir ve en geniş anlamıyla bir özgürlüktür. İşte liberter sosyalizmin hedefi de budur tarihsel olarak. Özgürlüğün hiçbir şekilde daha azına razı olunamaz.

Her ne kadar devlet aygıtının bazı sosyal yönlerini savunsa da, Chomsky’nin kitabını bütün olarak değerlendirdiğimizde, Woodcock’un yaptığı gibi onun görüşünün Marksist olduğunu da söyleyemeyiz. Her ne kadar, bu görüş anarşist olmasa da, Marksist de değildir. Yalnızca Chomsky’nin hayata bakışının anarşist bakışına yansımasıdır bence.

“Gerçekte Bolşevikler devlet iktidarını kazanınca hemen, Parti’nin, pratikte Merkez Komitesi’nin ve büyük liderlerinin hükümranlığını tesis ederek, halk mücadelesinin ve devrimci Rusya’da yaratılan özgürlüğün araçlarını, özellikle Sovyetlerin ve fabrika konseylerinin zengin potansiyelini yok etmeye girişmişti -Troçki’nin yıllar önce harfiyen öngördüğü gibi, Rosa Luxemburg’un ve başka sol Marksistlerin zamanında uyardığı gibi ve anarşistlerin her zaman anladığı gibi. Lenin, “tek bir iradeye sorgusuz boyun eğme” istiyordu ve ‘sosyalizm için’ liderliğin toplumu bir işçi ordusuna dönüştürmeye devam ederek, serbest ifadeye, bağımsız düşünmeye ve anlamlı örgütlenmeye izin verebilen ‘hizipçiliğin’ ve işçi kontrolünün her izini silerek, kendisine “sürecin liderlerinin tekil iradesine sorgusuz itaat etmeleri” gereken işçiler üzerinde ‘diktatoryal güçler’ almasını talep ediyordu.” diyor Chomsky.[2]

İşin diğer boyutu söyleşilerde, Marx konusu gündeme geldiğinde Chomsky’nin bu konuda da “Marx uzmanı olmadığı” nedeniyle yetersiz ya da kaçamak yanıtlar verdiğini görüyoruz kitapta. Elbette Marx’ı değerlendirmek için onun kitaplarını okumak gerekir, ancak bu konuda bir Marx uzmanı olmaya da gerek yoktur. Çünkü bir entelektüel, görüş belirttiği her konuda uzman olamaz. Ama araştırır, öğrenir ve sorgular. Marx konusunda Chomsky’nin doyurucu bir yorum yapmadığı ya da yorum yapmaktan kaçındığı gözlemleniyor kitapta. Yalnızca Marx konusunda değil aslında, anarsist filozoflar Proudhon, Godwin, Stirner, Kropotkin, Bakunin konusunda da doyurucu yorumlar yapmıyor, bir iki kez bunlara atıfta bulunuyor yalnızca.

***

Chomsky, kendisinin de belirttiği gibi, devletin tümüne karşı değil. Devletin bazı yönlerinin desteklenmesi gerektiğini savunuyor. Ve anarşizmi bence devlet karşıtı bir hareket olarak nitelerken, anarşizmin hangi tür otorite olursa olsun ona karşı olduğunu atlıyor.

Ve anarşizmin çeşitli düşünceleri akımları içinde barındıran bir felsefe olduğunu saptarken, örneğin Max Stirner’ın bireyci anarşizmine de eleştiriler yönetiyor. Ama o da yüzeysel kalıyor. Stirner’e ABD’de liberter hareketin kökleri bağlamında değiniyor kısaca.

“Chomsky’nin daha adil anarşik bir topluma doğru gitmede devletin kullanılabileceği savıdır. Chomsky’nin gözünde, devlet hâlâ insanların içinde faaliyet gösterebildiği ve değişiklik yapabildiği yerler olan ‘kamusal bir arena’nm devamlılığını sağlayabilir.”[3]

Oysa Emma Goldman’dan diğer anarşist büyük filozflara kadar hiçbir zaman uzlaşmadıkları düşünce devlet kavramına karşı çıkmaktır. Ne devleti kullanmayı, ne de onunla uzalaşmayı seçerler. Eğer devletin çizdiği sınırlar içerisinde onunla bir ölçüde uzlaşarak hareket ederseniz, Ursula K. Le Guin’in magnum opus’u “Mülksüzler”de belirttiği gibi devlet sizi “evcilleştirir, zararsız hale getirir. Devletle uzlaşarak ya da onunla bir ölçüde işbirliği yaparak devlet aygıtını yıkamazsınız, aksine onu güçlendirirsiniz. Bunun için tarihe bakmak yetlerdir. Bu Chomsky’nin yanıldığı en büyük noktalardan birisi bence.

Bence anarşizm üzerine konuşuyorsak, elbette anarşizmin birçok farklı düşünce ve akımlara dayandığı gerçeğiyle hareket ederken -ki Marksizm de birçok farklı düşünce ve akımlara dayanır- örneğin Max Stirner’in bireyci anarşizminden Kropotkin’in anarko-komünizmine giden yolda bütün bu farklılıkların bir rolü ve değeri olduğunu görmek gerekir.

Anarşizm zengin ve içinde farklı düşünceleri barındıran bir ideolojidir. Stirner’ın bireyci anarşizminden, Kropotkin’in anarko-komünizmine ve oradan günümüze ilkelci yaşam biçimlerini savunanlardan toplumsal ekolojiyi savunan Murray Bookchin’e kadar geniş bir yelpazede bur felsefe ve yaşam biçimidir aynı zamanda. Birbirinden farklılıklarına karşın, hem birey anlamında hem de toplumsal anlamda bütün bu düşünceler anarşist ideolojiye bir şeyler katar ve diyalektik ilişkileri anlamında tarihsel olarak birbirlerini geliştirmiş ve zenginleştirmişlerdir. Anarşizm, Marksizmden farklı olarak, yalnızca işçi sınıfına değil, aynı zamanda işsizlere de, toplumun marjinalleştirilmiş her kesimine hitap eder, bunları kapsar. özellikle günümüzde geldiği aşamada yalnızca tek bir sınıfın üzerine ideoloji üretmez. Kuşkusuz birbirinden çok farklı anarşist düşünceler akımlar vardır ama bunların ortak noktası devlete ve her türden otoriteye karşı oluşlarıdır.

Chomsky’nin kitabını ya da söyleşilerinin derlemesini okuduğumda, anarşizm üzerine öğrendiğim bir şey olmadığını, tekrarların çok olduğunu ve yeni ve özgün bir şey söylemediğini fark ettim. Zaten bu durum kitabın sunuş yazısını hazırlayan Barry Pateman’ın de dikkatini çekmiş olacak ki şöyle diyor sunuş yazısında: “Kaçınılmaz olarak Chomsky’nin sık sık geri döndüğü örnekler, özgül temalar ve teorisyenlerde bazı tekrarlar var. Aynı mesajı aktarmaya çalışmak, tekrara düşmeye meyleder!… Elbette Chomsky’nin yazısında sol komünizm, konsey komünizmi, devlet sosyalizmi ve kapitalizmi eleştirmede kullanılan araçlar gibi anarşizmle pek çok ortak yanı olduğu iddiasının yanı sıra, belli terimlerde bulanıklık vardır. Bu fikir kitap boyunca çeşitli şekillerde tekrarlanır… Anarşizmin ana ilkesi olarak Chomsky’nin sınıf anlayışı da eşit derecede önemlidir. Bu, kendisinin dönüp duracağı ve hem Woodcock hem de günümüz anarşizminin bazı unsurlarıyla uyuşamadığı bir temadır.”[4]

Günümüzde anarşizm yalnızca sınıf temalı olarak ele alınmıyor. Daha geniş kapsamlı, işçilerden, işsizlere, toplumun artı değer üretsin ya da üretmesin en geniş kesimlerini kucaklayan, ekolojist, feminist, vejetaryan, farklı cinsel tercihlerde bulunanları, marjinalleri ve toplumun en geniş kesimlerini kucaklıyor. Ve günümüzde 1960’li yıllardan sonra olduğu gibi yavaş yavaş ilgi görüyor ve bir felsefe ve yaşam biçimi olarak tartışılıyor.

Aslında kitapta tartışılan konular tarihsel boyutuyla ele alınmakla beraber 19 ve 20. yüzyıl bağlamında ele alınmış. Oysa içinde bulunduğumuz çağda robot teknolojisi, otomasyon giderek hızlanıyor. Robot yapan robotlar var. Yapay zekaya sahip robotlar üretim alanında yer alıyor. 2018’te 1.3 milyon robot daha fabrikalarda çalışmaya başlayacak. Ayrıca yavaş yavaş beyaz yakalılar da robotlaşıyor, yani onların yaptıkları işleri de robotlar yapmaya başlıyor yavaş yavaş. Örneğin İngiltere’de robot avukatlar var. Dolayısıyla bu perspektife kitapta yer verilmemiş. Yakın gelecekte tarım da robotlarla yapılacak,. Bu anlamda “pis işleri kim yapacak?” “Çalışmak istemeyenler ne olacak?” vs… gibi sorular anlamını yitiriyor. Bütün işleri robotlar yapacak. Eğer geleceğin toplumu liberter sosyalist bir toplum olursa, tarımdan üretime ve “pis işler”e bütün işler robotlar tarafından yapıldığında, insanlara ise eşitlik ve özgürlük içinde gelecek olmadan mutlu bir yaşam kalıyor. Tabi bu sav, ancak iktidarın, kapitalizmin ve otoriter yönetim biçimlerinin olmadığı bir toplum için geçerli.

***

Chomsky, uzun yıllardır Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) çalışmaktadır. “Massachusetts Teknoloji Enstitüsü Uluslararası Araştırmalar Merkezi, 1950 yılında, CIA’nın parası ile kurulmuş ve CIA Karargahındakine benzer bazı usülleri aynen benimsemiştir. Kapılarında silahlı nöbetçiler beklemekte ve çalışan akademisyenler giriş ve çıkışlarında özel kimlik kartlarını göstermek zorunda bulunmaktadırlar.” [5]

Bu bölüm Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) olarak bilinen yapı, aynı zamanda Noam Chomsky’nin ders verdiği yer. Burası aynı zamanda CIA’ya ve askeriyeye yeni teknolojiler üretiyor. Elbette Chomsky CIA için çalışmıyor, ama kendi ifadesinde olduğu gibi bu durumu çok da umursamıyor.

Şöyle diyor Chomsky: “Aslında bu alana (MIT=Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) bir göz atalım. Benim çalışmam açısından çok güzel bir yer; yapmak istediğim şeyleri yapabiliyorum. Elli yıldır buradayım ve terk etmeyi hiç düşünmedim. Fakat tamamen gayri-meşru olan şeyler var. Örneğin, burası askeriyeyle bağlantılı sanayi ekonomisinin önemli bir parçasıdır. Bu yüzden, onun içinde çalışırsınız ve onu değiştirmeye uğraşırsınız.”[6]

Chomsky’nin diğer birçok konuda olduğu gibi anarşizm konusundaki mantığı burada da kendisini gösteriyor: Şeyleri içindeyken, onun bir parçası olarak ama bütünsel anlamda da ona karşı çıkarak değiştirmek… Elbette kendisinin bağımsız ve görüşlerini korkmadan, çekinmeden ortaya koyan eleştirel bir entelektüel olduğuna inanıyorum, Gizli ilişkileri olmadığına da inanıyorum. Ancak madem “gayri meşru gördüğü şeylerin olduğu” bir yapıda çalıştığını kabul ediyor, neden o zaman daha bağımsız bir üniversiteye geçmiyor, geçmemiş? Bu gibi CIA egemenliğindeki yapıları, içeride çalışarak değiştirmek olası değildir. Bunu bir entelektüel olarak Chomsky’nin bilmesi gerekir bence.

Anarşizm esnek ve özgürlükçü bir ideolojidir. Ama anarşizm bir tür Procrustes[7] değildir. Özellikle devlet kavramını anarşistler, devletin iyi ya da kötü yanlarını tartışmadan doğrudan reddederler ve hiçbir biçimde onun iyi yanını tartışmazlar.

Aslında bir şeyin parçası olup, onun gelişimine katkı vererek o şeyi değiştirmek zordur bence. Önce bir şeyi reddetmeniz gerekir en azından kafada. Sonra da o şeye karşı kendinizi konumlandırmanız. Ancak Chomsky elbette değerli bir düşünce insanı olarak değerli çalışmaları olmakla birlikte bu tavrıyla daha oportünist bir çizgide görünüyor.

Chomsky kitapta yer alan söyleşide, anarşist bir düşünür olmadığının, yalnızca ikincil bir yol arkadaşı olduğunu söylüyor. (s. 150) Böylece bir gerçekliği de vurgulamış oluyor. Anarşist düşünürler anarşizmin teorik olarak gelişimine düşünsel ve pratik olarak katkıda bulunmuş insanlardır, özellikle Stirner, Godwin, Proudhon, Bakunin ve Kropotkin… gibi.

***

Chomsky yine oy kullanmaya olumlu bakıyor ve oy konusunda şöyle diyor: “Bazen. Yine yapmaya değer bir seçme olup olmadığına, verilen oyun etkisinin zaman ve çabaya değecek kadar önemli olup olmamasına bağlıdır. Yerel meselelerde her zaman oy kullanırım. Mesela, yakın zamanlarda yaşadığım şehirde manasız vergi kesintilerini kaldırmak için bir referandum vardı; onda oy kullandım.” (293-294)

Chomsky, seçimlere yaklaşımı konusunda ise şöyle diyor: “Eğer bu eyalet (Massachusetts) seçim sonucunu etkileyecek bir eyalet olsaydı, Bush’a karşı oy kullanırdım… Sonucu etkileyici bir eyalet olmadığı için başka seçenekler vardır. Ralph Nader ya da Yeşil Parti’ye oy vermek için sebepler olabilir, ki adayları başkanlık dışındaki seçimlere de katılır. İnsanın önem değerlendirmesine bağlı olarak, muhtemel seçenekler çeşitlidir.”[8]

Kuşkusuz anarşizm genel olarak seçimlere, parlamentarizme karşı bir ideoloji olmuştur. Anarşistler genel olarak oy vermeye karşı çıkarlar ya da boş oy vermeyi savunurlar. Hatta, “Oy vermek bir şeyi değiştirseydi yasaklanırdı.” derler haklı olarak. Anarşistlerin oy vermeye karşı çıkışının ana nedeni, oy vermenin sistem açısından sonucu değiştirmeyeceğini bilmeleridir.

Ancak hiçbir ideoloji ve hayat pratikte düz bir çizgi izlemez. Tarihsel olarak anarşizme baktığımızda da bu çelişkileri görebiliriz. Anarşistler zaman zaman karşı oldukları seçimlerde oy vermişler, seçimlere katılmışlar, hatta hükümete bile katılmışlardır. Anarşist geleneğe bakılırsa söylemde değil, ama pratikte bu konuda esnek oldukları görülür.

Örneğin 1936 Eylülünde Katalonya’daki ilk hükümete ve daha sonra 1936 Aralık’ında Madrid hükümetine girme noktasına kadar izlediler. Hatta hükümete girmelerini ideolojik olarak gerekçelendirmeye bile çalıştılar. Hollanda’da 1960’lı yıllarda ortaya çıkan anarşist Provo hareketi, 1966 yılında seçimlere katılmış ve Belediye Meclisi’nde bir koltuk dahi kazanmıştır.

Bu yüzden, seçimler konusunda Chomsky yargılanamaz. Burada Chomsky’nin bir sürecin parçası olarak değişime katkı yapma şeklindeki genel anlayışı vardır bence.

***

Chomsky, gazeteci Mehdi Hasan’ın El Cezire adına yaptığı söyleşide emperyalizmin ne olduğu sorusuna şu yanıtı veriyor: “Gücünüzü fethettiğiniz devlet ve topraklara yaymak şeklinde tanımlayabiliriz.” Ve Chomsky, Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesini de emperyalist bir müdahale olarak görmüyor. [ix]

“Emperyalizm veya yayılmacılık, bir devletin veya ulusun başka devlet veya uluslar üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunmaya çalışmasıdır. Etkileyen devlet, etkilenen devletin kaynaklarından ‘yararlanma’ hakkına sahiptir.”[x] Ayrıca emperyalizmin anlamı çok daha geniştir, kültür emperyalizmi gibi… Hans Neisser emperyalizmi “bir ulusun doğal sınırlarının ötesindeki nüfusu kendi siyasal yönetimi altına almak amacıyla bu sınırların ötesinde bir imparatorluk kurma süreci” olarak tanımlar.

“Yeni Çarlık” olarak bilinen Rusya’nın kendi doğal sınırlarının ötesindeki örneğin Kafkasya’da, Kırım’da, Ukrayna’da işgal ve askeri hareketlere girişerek buraları zorla ve hegemonya ile yönetmeye çalışması emperyalizm değilse nedir? Elbette ABD emperyalizmi en saldırgan ve yaygın emperyalizmdir dünyada. Ama Rus Çarlığı’ndan bu yana, Rus emperyalizmi de Kafkasya’da soykırımlar, katliamlar gerçekleştirmiştir.

Ayrıca örneğin Çin’in Tibet’i zorla ilhak etmesi emperyalizm değilse nedir?

ABD ve Rusya’nın Suriye’de bulunma amaçları kendi çıkarları doğrultusundea emperyalist müdahaleler yapmak değil midir? Suriye hükümetinin gönüllü olarak Rusya’yı davet etmesi onunla işbirliği yapması, Rusya’nın kendi emperyalist amaçları için bölgede bulunduğu gerçeğini değiştirmez.

Chomksy yine burada da kendi görüşlerini açıklarken, emperyalizm kavramını kendi görüşlerine uydurmaya çalışıyor, ama başarılı olamıyor.

Chomsky, dilbilime katkıları olmuş, özellikle medya konusundaki önemli saptamaları, tespitleri olan yaşayan önemli entelektüellerden birisi. Ayrıca birçok konuda değerli fikirler üretmiş bir entelektüel, bilim insanı. Ancak, anarşizm ve çeşitli konulardaki görüşlerinin, nesnel değil, subjektif, yani kendisine özgü olduğunu düşünüyorum.

 

Erol Anar

Mayıs 2017

Paraná-Brezilya

 

[1] Chomsky, Noam (Ocak 2013) “Anarşizm Üzerine”, Agora Kitaplıǧı, İstanbul, s. XV.

[2] Age, s. 170-171.

[3] Age, Sunuş, XV.

[4] Age, kitabın sunuş yazısından, XV.

[5] David Wise -B. Ross (Haziran 1976) “Görünmeyen Hükümet CIA”, Onur Yayınları, İkinci Baskı, Ankara, s. s.75.

[6] Chomsky,age, 291.

[7] Procrustes: Efsaneye göre, yatağına uydurmak için kurbanlarının kol ve bacaklarını çekip uzatan, kesip kısaltan soyguncu.

[8] Anarşizm Üzerine, s. 294.
[9]Mehdi Hasan: “Chomsky’nin emperyalizm tarifi ile imtihanı”, 2 Şubat 2016, http://www.aljazeera.com.tr
[x] “Emperyalizm”, vikipedi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu