Bir tabloya ait olduğumu düşünenler için ne büyük yanılgı. Her gün aranızda dolaşıyorum ve alamadığınız rahat nefesim aslında.
O gün yaratıcım ile birlikte, ait olduğum yere döndükten sonra, saatin tik takları arasında sığamadım o tuvalin içine. Sırtımdaki çilek yaraları ağırlaşmış, bedenim daha da hafiflemişti sanki. Önce atölyenin taş zeminine değdi çıplak ayaklarım, sonra kapı aralandı.
Ölümün kıyısında durulmayan topraklarda, kadın olmak zordu sanırım. Yoksa doğuşum bu kadar olay yaratmazdı diye düşünüyorum. Kendi mememden korkarak dolaştım sokaklarda. Aranızdaydım ama kim gördü ki beni? Yürüdüm. Yürürken parçalandım ve dağıldım her birinize. Bir bar sandalyesinde, kendi yaralarıma ağladım. Beni dünyasına hapsetmek isteyen erkek egemen anlayış izliyordu ama gidemiyordu mememden öteye.
Tenimden korktum o gece. Sırtımdaki yaralara, acı eşiğime güvenerek yaşamaktan korktum. Var oluşumun, beni hasta etmesine izin vererek; bedenimden kaçmak istedim.
Bu ülkede her gün kaç tane kız çocuğu doğuyor? Bilmiyorum ama hepsi bir gün kadın olacak. Babadan kanayan küçük kızlar, erken büyüyorlar koca evinde. Kadınlıklarının zülalinden çilekler eksiltiyorlar büyürken. Bir kadın gördüm yolda. Tam da önümde poposunu, ceketini çekiştirerek örttü gizlice. Başka bir kadın ağzını kapatarak kahkaha attı. Düşündüm. Bir kahkaha bir meme kadar tehlikeli midir?
Beni kadın kılan uzvumun, açık olmasından utanmam lazım sanırım. Ama ben seviyorum onu. Bir kadının doğuşunu örtmesi mümkün müdür ki? Mememden doğdum ben, ondan doyurdum yüzyıllarca. Varlığının kıvrımlarını yok sayabilir mi insan?
O tabloda, arkamda duran piramide dikkat ettiniz mi? O piramidin tepesinden bakıyorum; eşitsiz adaletinize. Durduğumuz yerde, doğurduğumuzdan vuruluyoruz nihayetinde. Görmek istemediğiniz memem değil, kendinizsiniz aslında. Attığınız her tokat, yasakladığınız her hak bir çilek yarası. Siz kendinizi görmekten korktunuz.
Kontrolsüz şiddetiniz ile bir kadın öldüğünde, “bir” kadın ölmüyor. Her kadın, bir çilek darbesi daha alıyor ruhuna. Büyürken, kendimize sizin gözünüzden bakarak yol gösteriyoruz biz. Daha gizlenmiş olmak üzere kuruyoruz hayatlarımızı. Sahipsiz kalmamak için bulunan kocalar, adı konulmamış tacizler… O kadar sessiz bir düzen kurmuşsunuz ki; birbirinizin ayıplarına susarak besliyorsunuz zihniyetinizi.
Ya gömleğim tamamen kapalı olsaydı? Sizin gören gözleriniz tükenir miydi? Örtmeler yetmez ki sizin mutsuz açlığınıza. Bu toplumda olamayışınızın sesi yükseliyor giderek. Yasaklarınız, yaşayamadıklarınızın intikamı. Bu yüzden bedenim çilek yarası ama burnum… Burnum, buz sancısı. Toplumsal bir korku kokusu yayıyorsunuz ve düşüncelerimizin kokusunu almamızı engellemek istiyorsunuz. Toplumsal bir bilinç oluşturamazsak bu virüs hepimizi hasta edecek. Bu hastalığı görmezden gelmek; erken teşhisi yok etmek demek. Her gün yeni bir yasa, her gün yeni bir yasak, hayatlarımızı, kadınlığımızı parçalayıp ayıklıyor. Sonra susan bir kadının ölümünün adını kader koyuyorsunuz.
Bir gün bir adam çıkıyor ve beni göstermek istiyor size. Hastalığımı, yaralarımı, üstü örtülen acımın zehrini çiziyor. Yaramdan korkuyorlar, ölümün kıyısında da durmuyorlar, ama ben hala bir piramidin tepesinden bakıyorum, bir adamın, bir umudun beni çizdiğini bilerek. Bir adamın, bir kadına, görerek bakışı ile iyileşmeyi bekleyerek.
Ekin Köker (yesimcimcoz.com)
Dünyalılar