Arka Bahçemiz

Cin Kültürü ve Ahlak Bilgisi

Harf oyunları hastalık gibidir. Bin, Cin, Çin, Din, Hin, Min, Sin, Tin… Tek harf eklemekle başkalaşan dipsiz “in”ler. “Cinsel” sözcügünün neden “cin”den türediğini düşünürüm bazen. Cinsel, cinsiyet, cins gibi birçok sözcüğün içinde bir cin gizlidir. Acaba bu bir tesadüf mü?

cinsel

Ergenlik çağımı, “Darwin eşeği”ni Erciyes Dağı`nın tepesinden aşağıya yuvarlayacak talebeler yetiştirmek” gibi bir misyonu olan tuhaf bir yatılı okulda geçirdim. Kendi cinsel organlarımıza bakmamız bile dinsel olarak yasaktı. Her konuyu gizemli bir şekilde bilen Türk-İslam sentezci öğretmenlerimiz on beş yaşlarındaki bizlerin; birer kadın ve erkek namzeti olmamıza en ufak bir saygıları yoktu.

Hormonları patlamış kız ve erkek çocukları olarak; “Cinsel ile Dinsel” diye bir oyun yapmıştık. Hikaye Aysel ile Veysel isimli iki ergen arasında geçiyordu. Bütün içgüdüleriyle birbiriyle sevişmek istiyorlar ama dünyanın tüm kuralları bunu engellemek için seferber oluyor. Saçma bir oyundu ama bir oyun içinde dahi olsa bu konulara değinebilmek hepimize erotik bir sıcaklık saçıyordu.

Cinselliğin “cin” sözcüğünden kök salmasına tesadüf olarak bakamıyorum. Çünkü cin ile din arasında yüzyıllardır bitmeyen bir savaş var. İslam dini, Kuran’da da yer vererek “cin”leri hep “doğruya” ulaştırmaya çalışır. Cinler bir yandan kötülenir ve insanlar cinlere karşı uyarılırken; her şeye muktedir olan İslam Tanrısı her nedense bu cin belasını bir kalemde silip atamaz.

Garip bir dokunulmazlığı ve aynı oranda garip bir ahlaksızlığı vardır cinlerin. Ayetler ve hadisler arasına gömüldükçe “cin”lerin her nasılsa saygınlık da edinmiş, toplumu kışkırtabilen, tehlikeli ama çok da dokunulmayan bir çeşit “şöhret” camiası fablı olduğu hissine kapılırsınız.

Dünyanın her yerinde popüler kültür ikonlarının adı konmamış bir dokunulmazlığı vardır. Kelimenin tam anlamıyla bir travesti olan Zeki Müren’in, cinsiyet değiştiren Bülent Ersoy’un, cinayet, tecavüz, darp gibi konularda suçlanan İbrahim Tatlıses’in, Sibel Can, Hülya Avşar veya Seda Sayan’ın toplumsal kabülünde bu tip bir “cin”sel giz yok mu? Reklamcılar modern zaman peygamberleriyse, “şöhretler”e de modern zaman cinleridir, diyebilir miyiz?

Yukarıda saydığım kişilerin tamamının cinsellikle, seks objesi olmakla, seksüel tercihleriyle anıldıkları bir gerçek. Bu durumları baştacı edilmelerine engel olmuyor. Öte yandan biri bir adama “Zeki Müren” dese bu cinayete yol açabilir (muhtemelen katil de maktul de Zeki Müren’i seviyordur).

Toplumsal belleğimizden miras aldığımız “meme”lerimiz veya “arketype”larımızın kökeninde de bir cinsellik cini bulmak her zaman mümkün: hayvanlar aleminin en fallik üyesi yılanın genetik bir korku figürü olması, “kuyu”dan korkma, hatta düpedüz vajina korkusu da bu konudaki ilginç notlara girebilir.

İlkel insanlar için cinsellik gökyüzü gibi bir bilinmezlik kaynağı olmalı. Erkek ve kadın cinsel olarak uyanıyor. Bu uyanış sırasında penis ve vajina şaşırtıcı bir değişim gösteriyor. Sonra penis vajinanın içine giriyor ve bu durum kadını güçten düşürüyor. Uzunca bir süre sonra ortaya yeni bir insan çıkıyor… Konuya biraz uzaklaşırsanız, bunun bir tür büyü olduğunu düşünmemeniz elde değil.

O tarihlerde pek çok kadın cinsel yollardan bulaşan hastalıklarla ölüyordu. Hatta yine pek çok kadın sistematik bir şekilde tecavüze uğruyor, önemli bir bölümü tecavüz sırasında hayatını kaybediyordu.

Hamileyken güçsüz düşen kadın, çocuk doğunca da uzun bir süre yardıma ve bakıma muhtaç hale geliyor. Bu durumda birisinin ona bakması gerek. Ama kim olacak bu? Eğer güçsüz durumdaki kadına ve durmadan ağlayan bebeğe bakacak bir kişi olacaksa, bu kişi, kadına “sihirli değneğini” sokarak ondan yeni bir insan çıkmasını sağlayan erkek olmalı. İyi de kim bu erkek?

Anadolu illerinden birinde, kalender bir meyhaneci vardır. Altmış yaşlarındaki bu meyhaneci, bir gün, biz üç arkadaş otururken masamıza geldi ve sohbetimize katıldı. Hepimiz erkektik ve meyhanede bizlerden başka kimse kalmamıştı. Çakırkeyif durumunu birkaç kadeh geride bırakmış yaşlı meyhaneci bize önce çapkınlıkları nedeniyle şirketlerini batıran, yuvalarını yıkan birkaç kişinin hikayesini anlattı. Bu hikayeleri kendiyle de özdeşleştirmiş olmalı ki bir an yüzü kıpkırmızı oldu ve boş meyhanede ilginç bir ağıt yakarak, hepimize Kafkaesk bir parodi yaşattı:

“YAR…..K!.. YAR….K!” diye bağırarak başladı ağıtına. Sonra eliyle ortalama bir penis boyu kadar bir işaret yaparak devam etti: “Şu kadarcık bir et parçası için ne yuvalar dağıldı, ne hayatlar karardı, ahhhh, ahhh… YAR….K!, YAR…K!”

Üstat o kadar içten ve yürekten söylüyordu ki kendisini susturamadık. Durumun komikliğine bile gülemedik.

Meyhanecinin acılı ağıtlar yaktığı organın, sadece yuvalar yıkmakla kalmayıp, kapitalist üretim ilişkilerini de dizayn ettiğini veya en azından bu dizayn sırasında beyinden bile önde gelen bir organ olduğunu rahatça söyleyebiliriz.

Hamile veya lohusa olduğu için güçsüz düşen bir kadına bakma zahmetine giren erkek, bu zahmetin karşılığında çocuğun kendi dölünden olmasını şart koştu. Kutsal aile, mülkiyet ve dinin temeli işte (en çok) bu basit zürriyet meselesinden çıkıyor.

İncil’deki meşhur Adem, Havva ve elma sahnesindeki dördüncü figürün yılan olması; yılana kanıp baştan çıkan Adem’in Havva’nın sunduğu elmayı ısırması da alt okumalara çok uygun değil mi?

Cennetten kovulmamızı sağlayan bu hazza yenik düşme anındaki doğaüstü tek varlık (yani cin) yılan (yani penis)dır. Elma (yani kadın, yani vajina) tüm günahların nedeni de olsa, bildiğimiz elmadır ve bütünüyle edilgendir. İncil`in en popüler sahnesindeki bu göndermeler tamamen tesadüf mü?

“Medeniyet bir tanedir. Yerkürede insan denilen varlığın süre giden mücadelesidir medeniyet. Bağdat onuncu yüzyılda dünyanın en medeni kentiydi. Gerçek şu ki o zamandan beri hiçbir şark vilayeti medeniyetin köyü bile olamadı. Diyalektikten bağımsız bir medeniyet olabilir mi? Yirmi birinci yüzyılda kadını yok sayan bir toplum, medeni olabilir mi? Dans etmeyi lanetleyen, resimleri heykelleri parçalayan bir medeniyet olabilir mi? Eşcinselliğe hastalık olarak bakanlar medeni midir? Çükümüzün ve kukumuzun farkına varmadan nasıl medeni oluruz?”

Geçtiğimiz yüzyıl kadınların olağanüstü zaferleriyle geçti. Sütyenin keşfi kadınlara konfor getirdi, sütyeni terketmek ise konforun ötesinde bir özgürlüktü. Sınıf savaşları fabrikalarda üretim yapan işçi kadınların her geçen gün yeni kazanımlar elde etmesini sağladı. Kadınlar üretime katıldıkça siyasete, sanata, edebiyata da daha fazla girmeye başladılar.

Doğum kontrol hapının icadı insanlık tarihi için pusula veya ateşle kıyaslanacak kadar büyük bir dönemeç oldu. 1950’lerin sonlarından itibaren kadınlar işlerine, maaşlarına, bedenlerine ve cinselliklerine sahip olmaya başladılar. Jack Kerouac yola aynı tarihlerde çıktı, Che Guevara gerilla giysisini aynı dönemde giydi, Beatles aynı dönemde İngiltere’ye döndü.

Cinsel devrimden kırk yıl sonra bugün, penis, kadınlara birkaç dakikalık zevk karşılığında yıllar boyu sürecek bir bağımlılık aşılayan ve kadını bir mülk konumuna düşürmeye muktedir bir organ değil. Yirminci Yüzyılın önemli buluşlarının birçoğu penisin iktidarını yok etmeye yardımcı oldu.

Benzer şekilde penis sahipleri de ufacık bir elma ziyafeti için cennetten kovulmayacak bir özgürlüğe ulaştılar.

Kadın özgürlüştikçe özgür aşkın, serbest cinsel dostlukların, haz avcılığının, doğanın sunduğu bu olağanüstü nimetin tadı daha fazla çıkartılmaya başlandı. Cinsel ilişki karşlığında ödenen bedel azaldıkça (taşlanma, idam, lanetlenme veya zoraki evlilik) cinsel ilişkinin etken ve edilgen dengeleri hızla değişti.

Artık daha fazla çapkın kadın var. Gelecekte daha da fazla olacak. Son otuz yılını İstanbul’da geçirmiş bir insan olarak bana sorsalar, İstanbul’da ne ağacın, ne yolun, en çok özgür seksin arttığını söylerim.

Hayatlarını kavanozda geçiren elitistlerin aksine, baş örtüsü düşmanı değilim (başka insanların alanlarına saldırmadıkça, insana ait hiçbir düşüncenin düşmanı olmayan bir öğretinin ferdiyim). Hatta baş örtüsünü, genç kızların dışarı çıkma vizesi diye yorumlayıp ilerici bir enstrüman olarak bile görüyorum.

Muhtemelen, İslami olduğu kadar ticari içgüdülerle, tüm kent meydanlarını olağanüstü seksi baş örtülü kadınların resmiyle dolduran Armine firması, kaş yapayım derken göz çıkartığının farkında mı acaba? Çünkü bence baş örtülü o nefis kadınları gören insanların aklına iç gıcıklayıcı bir seks imgeleminden başka bir şey gelmiyor. Firma aklı sıra toplumu dinselleştirmek (ve bu yoldan parsayı toplamak) isterken, hayalinin tam aksine taassubu seksileştirerek, cinselin dinsele meydan dayağı atmasını sağlıyor. Belki de bilerek yapıyordur. Öyleyse kutlarım kendilerini.

Kadının özgürleşmesi, toplumun da özgürleşmesi demek. Kadın bir çocuk üretim makinesi olmaktan çıkıp, istediği erkekle, rahatça ve sorumluluk duygusu duymadan; aşkın ateşi ve veya düpedüz haz için seks yaptıkça, dinsel, kinsel, hinsel mülkiyet ilişkileri de yok olup gidecek.

Araplar`ın milyarlarca dolarlık petrol sermayeleri olduğu kadar çok daha fazla sayıda libidoları da var. Gücünü kaynakların sömürülmesinden alan sahte cennetlerinden kovulmamak için, panikle ve zalimlikle “cinsel” olanın üzerine ne kadar giderlerse gitsinler, bu savaşı kaybedecekler.

İnsanların birbiriyle sevişmesi güzeldir. Aşk güzeldir. Seks güzeldir. Birbiriyle özgürce sevişen (elbette seksi bir iktidar aracı olarak kullanan kişileri dışında tutuyorum) insanların kimseye zararı olmaz.

Laboratuvarda bazı çılgın profesörler doğum kontrol hapının son rötüşlarıyla uğraşırken, yanı başlarındaki sokaklarda “savaşma, seviş” diye bir slogan üretildi.

Tüm ideolojiler ve tüm dinler savaşı kutsar, savaşanları şehitlik mertebesine çıkarırken; sevişenleri aşağılamaya, onları cezalandırmaya ve hizaya getirmeye çalışırlar.

Öldürmek ve ölmek kutsaldır; sevmek ve sevişmekse lanettir. Kızla oğlanın vuslata erdiği sahne, sadece mahrem olduğu için değil aynı zamanda tehlikeli olduğu için de karartılır. Gençler cinselliklerini keşfetmemeli, Erciyes Dağı`nın tepesindeki Darwin, Freud, Jung veya Marx gibi eşekleri aşağı yuvarlamak için pipilerine ve kukularına bile bakmadan ders yapmalıdırlar.

Din, “cin”i yok edemeyeceğini çok iyi biliyor. Bu nedenle “cin”sel olanla kurnaz bir anlaşma öneriyor. Eğer sesin İbrahim Tatlıses veya Zeki Müren kadar güzelse sana tahammül edilebilir. Değilse, bir otoban kenarında vurulmayı hak etmişsin demektir.

Bizim eğitim müfredatımızda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi diye bir ders vardır. Daha çok genç bir delikanlıyken bile bu ikiyüzlülüğe isyan ediyordum. “Din” ve “ahlak” neden, birlikte anılan iki kardeş olsun ki?

Güzel ahlak, kimseyi sömürmemek, kimsenin bireysel alanına saldırmamak, herkesin fikrine ve mutluluğu arama çabasına saygı göstermektir. Bunun dinle bir ilgisi varsa, dinin insanlardan her zaman tam tersini istemesi olabilir.

Elmayı ısırmamızı sağlayan cin, aslında kainatın en güzel hayvanıdır. O cin sayesinde bayağı cennetten göçüp, sevgili arsız dünyamıza geldik.

Hazlarımıza sahip çıktığımız, aşkımızı ve cinselliğimizi özgürce yaşadığımız oranda; gerçekten ahlaklı ve dürüst bir toplum olacağımıza inanıyorum.

Din ne yaparsa yapsın, gelecek “cin”in olacak.

Ateş İlyas Başssoy

http://www.ilyasbassoy.com

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu