Arka Bahçemiz

Çocuklarınıza kötülüğü öğretiniz

Bir gün kötülük sıradanlaştı. Yapılan kötülüğe değil iyiliğe şaşırdığımız bir dünya kurduk kendi ellerimizle.kötülüğü öğretiniz

Bu dünyanın mimarı gözlerimizdir mesela. Onlarla izledik bizi kötülüğe adım adım alıştıran TV programlarını. Aynı hedef uğruna birlikte ölebildiğin, gülebildiğin, ağlayabildiğin insanların sen arkanı dönünce sana neler söyleyebileceğini, yapabileceğini gösterdiler o programlarda. İnsanın yeni Türkiye’de, yeni Dünya’da nasıl davranması gerektiğini ezberlettiler. Ezberleyerek öğrendiğimiz bu dünya ve bu ülke artık Brecht’in Nazi Almanyası için söylediği o şiirdeki gibidir. Ne bir eksik, ne bir fazla:

“Almanya, sen yok musun sen/ Hanenden yükselen konuşmaları duyunca/ Gülesi geliyor insanın/ Ama yüzünü gören/ Hemen bıçağına sarılıyor”.

Duyduğumuzda ve başkalarının başına geldiğinde eğlendiğimiz şeylerle yüzleştiğimizde her şeye ve her yere saldırdığımız bir hayatın yaratıcılarıyız. Artık “öğrenilmiş iyilik” dönemi bitmiştir. Biz çocuklarımıza hep eksik öğrettik. Biz onlara yalnızca iyi davranmanın ne demek olduğunu öğrettik. Biz onlara sevmenin ve dokunmanın nasıl olduğunu öğrettik. Bir başkasına seslenirkenki ses tonumuzdan, bir yabancıyla karşılaştığımızda ona olan nezaketimizden, başkasının çocuğunun yanından geçerken kafasını okşayışımızdan, aldığımız bir paket bisküviyi yanı başımızda kim varsa ona uzatmamızdan öğrettik. Oysa bir gün ansızın dünyamıza girdiler ve hayatın yalnızca bir yarışma olduğunu söylediler çocuklarımıza. İşte o zaman çocuklarımızın gülen yüzü asılmaya, sevgiyle konuşan dili nefreti nakşetmeye başladı. Şaka değildir, bu dünyayı bu hale sözlerimiz getirdi.

Ve bir gün ansızın hümanizm efsanesi de çöktü. Herkesin “insan olduğu için” saygıyı hak ettiğini öne süren bu efsane bizzat onu çıkaranlar eliyle insanları “insan kimliği haricinde başka bir şey olmamaya” zorlayan bir anlayışa dönüştü. Hümanizm egemenlerin elinde her azınlığı, her mazlumu, her ezileni kendine benzetme ya da meşru biçimde susturma aracı haline geliverdi. “Ayrımız gayrımız yok, hepimiz insanız!” deyip Yunus’tan dizelerle kandırdılar bizi. Bizi Allah ile değil Yunus ile aldattılar. Sözde herkesin insan olduğu için saygıyı hak ettiği bir dünyada açlığı kimin yarattığını söylemediler. Hepimiz insanız yetmez miydi? Ancak zaten başka ne olabilirdik ki? Bir hayvanın doğallığına ulaşamayacak kadar alçak bir yaratık değil miydi insan denilen lanet! Uyandığımızda Gregor Samsa gibi dev bir böceğe dönüşmediğimize ya da gün içinde canımız sıkılınca sırf eğlenmek adına kendimizi bir şempanzeye evriltemediğimize göre ne olacaktık ki? Elbette hepimiz insandık ama ölene kadar öyle kalabilecek miydik? Hümanizm efsanesinin insanı yalnızca insan olduğu için sevmek ve saygı duymak zorundayız şeklindeki insanmerkezci anlayışı giderek insanı güçlünün ve egemenin tanımına terk etti. Ve onun insan tanımının şekillendirdiği gibi bir yaşamı da dikte etti.

Yarattığımız devletlerin bizi yediği bu hayatta, kendi yarattıklarına kurban giden acemi tanrılar gibi savruluyoruz şimdilerde. Hümanizm anlatısı bir daha geri gelmemek üzere çekip gitmiştir artık. “İnsan” denilen şey ölümcül bir hastalık gibi bütün kimliklerinden sıyrılmış, toplumun “geneliyle” uyum içerisinde olandır. Oysa yalnızca insan olmak sığ ve tatsızdır. Eğer bir yanımız bir bitkiden, bir yanımız bir hayvandan parça taşımıyorsa insan olmak hakikaten çekilmezdir. Yalnızca insan kimliğiyle yaşamak zorlamadır. İnsan aynı zamanda okyanusun dibindeki bir istiridye, bir tutam dereotu, mütedeyyin bir Sünni, imanlı bir Şii, bir baba, emekçi, anne, Kürt, Arap bir kadın, LGBTİ’dir. Müslümandır ve ateisttir. Hümanizm ise artık yalnızca insanız şiarıyla bütün diğer kimliklere set çeken bir nevi ırkçılıktır.

Herkesin ayrısının gayrısının olduğu, herkesin ayrısı gayrısıyla var olduğu, herkesin ayrısıyla eşit olduğu bir dünya yerine ayrılıkların katliam nedeni olduğu kötü bir dünyadayız artık. Bu dünyayı bu hale aklımız getirdi. Biz hep eksik öğrettik çocuklarımıza. Başını okşadığım, sevip kokladığım kızım soruyor bana, televizyonda görüp soruyor, duyup soruyor, yaşayıp soruyor: “Bu elinde silah olup herkese ateş edenler kim baba?” “Bunlar engerekler ve çıyanlardır”… “Peki bu adamı kim vurmuş ensesinden?” “Bunlar aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır”… Tanısın diyorum kötülüğü. Çünkü bunları tanıdıkça büyüyecek, bunları tanıdıkça anlayacak olanı biteni, geleni ve gideni. Ancak sormaya devam ediyor o: “Neden sokaklarda bağırıyorsunuz baba”. Öğretiyorum yeniden unutmaya yüz tutulanı: “Bu namustur künyemize kazılı, bu da sabır ağulardan süzülü”…

 Ali Murat İrat

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu