Herkes sürekli konuşuyor. Sokakta, televizyonda, sosyal medyada, rakı sofrasında…Tamam konuşmayı millet olarak seviyoruz, ama ya dinlemek. Ama “mış” gibi yapmadan gerçekten dinlemek. Belki de dinlemeyi öğrenebilmek için ilk olarak dinlememiz gereken kendi iç sesimiz. Etrafımızdaki karmaşadan uzaklaşıp, kendi sesimize kulak vermeyi öğrenen bireyler olmayı başardığımız zaman, kulaklarımız etrafımızda dönüp duran “Beni duy” sesini algılamaya başlayacaktır.
Gürültünün karşıtı olan sessizliğinin ne anlama geldiği hakkında hiç derin düşündünüz mü? Aslında gürültü nedir? Sessizlik nedir?
Son zamanlarda günlük yaşamın patırtısı gürültüsü o kadar arttı ki, değil içimizi dinlemek birbirimizi bile yeterince dinleyemez olduk. Günlük yaşamın kalabalığı, hay huyu bizleri daha fazla içine almadan yapacak bir şeylerimiz olmalı ancak hepimizin dağlara kaçacak, mağaralara kapanacak, manastırlarda yaşayacak, mabetlere sığınacak zamanı da yok.
Dinleme yeteneğimizi zorlayan; sadece gürültülü bir çevre, alışveriş merkezindeki inanılmaz geniş seçim olanakları, aynı anda birden fazla işi yapma, aşırı bilgi yüklemesi ya da uzaktan kumanda aleti değildir. Mutlak varlığımızı ve daha iyi bir dünya için umutlarımızı tehdit edenler aslında içsel zihin dağıtıcılarıdır; zaman takıntısı, hız ve iş konusundaki açgözlülük, insanlara ve değişime yönelik önyargı ve nefret, utangaçlık, ego tatmini, kendi kendine negatif konuşmalar, had safhadaki seçenek sayısı, gelecek takıntılarının yanı sıra geçmişi eşeleyip durmak ve bu inançları sürdürebilmek için yoğun olarak çalışmak.
Bütün bunlar bizim birbirimizle bağ kurmamızı, birbirimizi anlamamızı ve uyum içinde yaşamamızı tehlikeye atan kuruntular ve asıl içsel sessizliği bozan gerçek gürültülerdir. Fizikteki gürültüden kurtulmak için pencereleri, kapıları kapatabiliriz ama ya içerdeki gürültü ne olacak? En çok rahatsız eden de o değil mi?
Medyanın ve teknolojinin getirdiği gürültü ve zihin dağıtıcı özellikteki etkileri bizlere her gün yeni sorular sorduruyor. Kimim ben? Medya maymunu mu? Tüketim psikolojisinin bir kurbanı mı? Yoksa kendim olmaya ama öncelikle insan olmaya çalışan biri mi? Bazen dış gürültüler kendi içsel gürültü düzeylerimizle kıyaslandığında oldukça sessiz görünmektedir.
Eğer her gün ilişkide bulunduğumuz kişilerin beynine bir ses verici sistemi kurulabilseydi ve bu, özellikle de onlar bizi dinlemeye çalıştıklarında yapılabilseydi zihinlerinden çıkan sinyallerin negatiflikleri, kaos ve gürültünün yüksekliği, sorgulamaları, görsel değerlendirmeleri, kendi görünümleri ile ilgili kompleksleri, geçmişle veya gelecekle ilgili düşünceleri ve bazı konularda duydukları korku karşısında şok geçirirdik. Bu durumda da muhtemelen bizimle ve kendileri ile ilgili böyle şeyler düşünen kişilerle beraber olmayı istemezdik.
Karşımızdakini yeterince dinlemiyor oluşumuzun temel nedenlerinden birisi de içsel gürültü seviyelerimizin çok değişken ve rahatsız edecek kadar yüksek olması ve bundan dolayı da diğerlerinin söylediklerini örtmeleridir. Karşı tarafın mesajı bizim zihinsel karışıklığımızın barajını ancak bölük pörçük bir şekilde aşabilmektedir. Tıpkı dışsal karışıklığı (radyodaki frekansların karışmasını) ayar düğmesiyle ayarlamayı öğrendiğimiz gibi, örneğin ailemizin, iş arkadaşlarımızın ve müşterilerimizin mesajları gibi dinlememiz gereken mesajları da ayarlamak bizde bir nevi alışkanlık halini almıştır. Yanlış anlamaya, duyulmamaya ve iyi dinlememeye bağlı olarak çok önemli bir bilgiyi kaçırmak sosyal hastalıkların en önemlisidir. Dinlemeyi geliştirmeye yönelik geleneksel yaklaşımlar genellikle etkisizdirler çünkü bunlar, kendimizi temelde yeniden şekillendirmek yerine yüzeysel özellikleri değiştirmeye yönelik bir bakış açısından meydana gelmektedirler. Eğer dinlememekten kaynaklanan sorunlarımızı sona erdirmek istiyorsak, gerçek kaynağa ulaşabilmek için daha derine inmeliyiz; böylece değişim meydana gelebilir.
Kişisel ilişkiler, görüşme teknikleri, satış ve müşteri hizmetleri üzerine yazılmış olan pek çok kişisel gelişim kitabı bizlere, iyi dinlemenin kişisel ve profesyonel hayatımızda başarılı olmak için vazgeçilmez olduğunu söylemekte ancak nasıl dinlememiz gerektiğini açıklamamaktadırlar. Daha iyi dinleme konusunda uygun olan ‘nasıl olmalı’ yaklaşımları sizlere listeler dolusu davranış biçimleri sunmaktadır, sanki bir nevi sihir kullanarak bu tekniklere hakim olup onları kendinize katabilirmişsiniz gibi ifadeler kullanmaktadırlar.
Birçok kişisel gelişim kursunun çoğunun ardından olduğu gibi birkaç gün yeni davranışlara kendinizi zorlamayı deneyebilirsiniz ama bu değişimler için bir temel bulunmadığından dolayıdır ki insanları dinlememeye ve yanlışları tekrar etmeye olan eski eğilimleriniz yavaş yavaş tekrar ortaya çıkarlar. Çünkü içerideki asıl gürültücü ses hala susmamıştır ve sakin değildir, bir minik dere gibi yatağında ve şırıl şırıl akamamaktadır.
Oysa dinlemek ve içsel yalınlığı yakalayabilmek özel bir haldir ve bunu öğrenmek de çaba ister, emek ister, okumak ister, çalışmak, üzerinde derin düşünmek ister.
Dinleyen ve dinlenilen güzel günlere….
Sibel Çağlar
Rebecca Z. Shafir – Dinlemenin Zen’i
Dünyalılar