Arka Bahçemiz

Dinler ve İdeolojiler

İnsan, tarihin seyri içinde karşılaştığı maddi-manevi problemleri aşabilmek için çeşitli çıkış yolları aradı. Dinler ve ideolojiler, bu serüvende insanın umutlarını bağladığı iki önemli çıkış yolu oldu. Fakat konuya ister tarihi perspektiften ister insanlığın bugün gelmiş olduğu eşikten bakılsın, her iki açıdan da (yani tarihsel süreç ve mevcut tablo açısından) dinlerin ve ideolojilerin insanlığın kabusu haline geldikleri/getirildikleri görülür.

Ana problem insanla ilgili, çünkü insan, negatif müdahalelerde bulundu, böylece çıkış yolu olarak gördüğü, umutlarını bağladığı dinleri ve ideolojileri kendi eliyle tersyüz ederek birer kabus haline getirdi. Burada dinlerin ve ideolojilerin doğasını, artı sürecin kaçınılmazlarını da göz önünde tutmak gerekir. Sonuç kısmında da görüleceği gibi bu dramatik tersyüz oluşların faturası insanlık için pahalıya mal oldu. Bu yüzden gelinen eşikte konuya takım veya parti taraftarı gibi fanatik gözle bakmak, farklı dini ve ideolojik perspektifleri benimseyen insan topluluklarını aşağılamak, onları şeytanlaştırmak, bağlı oldukları dinleri ve ideolojileri doğrudan ve toptan yanlış, kötü ve zararlı olarak nitelemek yerine herkesin kendi özeleştirisini yapacağı düşünsel bir yolculuğa çıkması daha doğru olacaktır.

Dini düşünce ilk insan topluluklarından bu yana var olagelmiştir. Dinler köklü bir geçmişe ve geleneğe sahiptirler, ideolojilerin tarihi ise henüz yenidir. Dinlerin avantajı insanın hem maddi hem de manevi yanına seslenmeleridir. Semavi olsun ya da olmasın bütün dinlerin ortak noktası ahlak ilkesidir (semavi dinlerde iman-ahlak ilkesi). Bu öğretiler yaşamın bütününü kapsayan ahlak ilkesini esas aldılar ve insanlığı doğru yola ulaştırmayı, erdeme eriştirmeyi gaye edindiler. Özellikle semavi dinler, Tanrı’ya boyun eğme yoluyla insanda ahlaki sorumluluk uyandırmaya çalıştılar. Dinlerin teorisine göre sosyal, politik ve ekonomik problemlerin çözümü, mikrodan makroya adaletin sağlanması, temelde insanın ıslah edilmesiyle mümkündü. Dini uyanışların ilk dönemlerinde ve lokal açıdan başarı sağladıkları şüphesizdir. Çünkü istisnasız hepsi de zuhur ettikleri dönemin bozuk şartlarında iyilik ve adalet vurgusu yaparak farklı bir varlık ve yaşam felsefesi, dünya tasavvuru ortaya koydular, böylece çıkış yolu veya kurtuluş kapısı olarak görüldüler. Bunlardan bir kısmı aynı zamanda sosyal, politik ve ekonomik bir sistem vücuda getirerek daha geniş bir etki alanına sahip oldu. Artı bütün dinler zuhur ettikleri ilk dönemde yalın bir dil ve içeriğe sahipti.

Dinlerin yakaladıkları bu başarının başlangıç aşamasıyla sınırlı kalmasının (başarılarının kısa ömürlü olmasının) çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Dinlerin doğası ve sürecin kaçınılmazları bağlamında her din (evrensel oldukları belirtilenler de dahil) zorunlu olarak kendisini Hak, kendisinden önce var olanları ise geçersiz ilan etti, kendisine tabi olmayanları “sapmış” veya “inançsız” olarak niteledi ve zuhur ettiği ilk andan itibaren içinde bulunduğu sosyal şartlarda kendi “ötekisini” yarattı. Bu zorunluydu, çünkü tersi düşünüldüğünde (bu şekilde çıkış yapmayan) her din bir bakıma kendi varlığının anlam ve amacını inkar etmiş olur.

Aynı şekilde zuhur eden her din, daha farklı bir varlık ve yaşam felsefesi, dünya tasavvuru ortaya koyduğu, bunlardan bir kısmı aynı zamanda mevcudu ilga ederek yeni bir sosyal, politik ve ekonomik sistem yerleştirmek istediği için kendisinden önce var olanlar tarafından “sapma” veya “inançsızlık” olarak nitelendirildi ve “ötekisi” olarak görüldü. Yayılma ve vaziyete hakim olma isteği, önce içinde zuhur ettikleri toplumlar, ardından da diğer din mensupları, yani “ötekiler” tarafından derhal tehlike olarak algılandı. Bütün bunlar kaçınılmaz olarak çatışma ortamına zemin hazırladı.

İdeolojilerin durumu da dinlerin durumundan farksızdır. Ortaya çıkış nedenleri ve dayandıkları ilkeler dinlerden farklı olmakla birlikte ideolojiler de tıpkı dinler gibi insanlığa daha iyi, daha güzel bir dünya vaadinde bulundular fakat dinlerin düştükleri duruma düşmekten kurtulamadılar ve aynı sorunlara yol açtılar. Bütün ideolojiler (yine aynı zorunlulukla) kendilerinin doğru diğerlerinin yanlış, eksik veya zararlı olduğunu iddia ettiler, diğerleriyle çatıştılar, yayılma ve vaziyete hakim olma eğilimi gösterdiler, ortaya çıktıkları ilk andan itibaren kendi “ötekilerini” yarattılar ve diğerleri tarafından “ötekisi” olarak görüldüler.

Dinlerin kurum haline gelmeleri (veya kurumsal kimlik kazanmaları) farklı problemlere yol açtı. Kendine belli bir hakimiyet alanı bulan ve yerleşik düzene ruh veren (yerleşik düzeni şekillendiren) her din, hiyerarşik bir yapıya büründü ve kendi statükosunu oluşturdu. Böylece her din, bozuk şartlarda zuhur ettiği ilk döneminin aksine iktidar vasıtası (veya zorlayıcı bir güç) haline geldi ve zamanla toplum üzerinde bir baskı unsuruna dönüştü.

Kuşkusuz ideolojiler için de aynı şey söz konusu olmuştur. Belli bir hakimiyet alanına sahip olan ve yerleşik düzene şekil veren her ideoloji, despot ve kan dökücü rejimler ortaya çıkardı. Söz konusu ideolojiler kendi felsefelerini dogma/nas haline getirerek birer din haline dönüştüler ve kendilerine yönelik itirazları şiddetle bastırdılar. Bu yüzden resmi kimlik kazanan ve iktidar vasıtası haline gelen her din ve ideoloji, kısıtlayıcı, zorlayıcı ve yeri geldiğinde kan dökücü olmuştur.

Artı dinler ve ideolojiler süreç içinde kendi bağlılarını da bölünmeye ve çatışmaya sevk ettiler. Şartların değişiklik göstermesi, yeni sorunların ortaya çıkması ve sorunların daha karmaşık bir hal alması, düşünce-görüş ayrılıklarına neden oldu, farklı pratiklerin gündeme gelmesine yol açtı, böylece herhangi bir din ya da ideolojinin ortaya çıktığı ilk dönemde kendi içinde var olan homojenlik bozuldu. Farklı düşünce ve görüşlere sahip olan topluluklar zaman içinde çeşitli siyasi mezheplere, fraksiyonlara, partilere vs. dönüştü. Bunlar birbirlerini ötekileştirdiler, kendi aralarında çatıştılar ve iktidarı elinde tutan resmi (veya baskın) görüşün temsilcileri tarafından anında şüpheli ve tehlikeli görülerek hapis, işkence, sürgün, suikast ve katliam yoluyla bastırıldılar.

Sonuç:

Dinlerin ve ideolojilerin serüveni genel olarak birbirinden farklı değildir. Dünyanın bugünkü durumuna bakıldığında, gelinen eşikte dinlerin ve ideolojilerin insanı ıslah etme veya “adam etme” konusunda genel olarak başarı sağlayamadıkları, daha iyi ve daha güzel bir dünya var edemedikleri görülmektedir. Özellikle dinler korkuların ve sevgilerin en büyüğünü (Tanrı korkusunu-Tanrı sevgisini) ortaya sürdüler ama yine de başarılı olamadılar. İyi ve kötünün tanımı dinlerin mensupları tarafından deforme edildi. Başlangıçta kurumsal kimlik olmadığı için iyi ve kötü daha çok genel kriterlere dayanıyordu fakat süreç içinde ahlaki ve pratik açıdan kendi dinleriyle çelişseler de, herhangi bir dine mensup olanlar kendi dinlerinin kurumsal çatısı altından toplananları “iyi”, diğerlerini ise “kötü” olarak tanımladılar ve düşman ilan ettiler. Sonuçta her din diğer dinlerle inanç-akide ve pratikte çatışma halindedir, tarihsel süreç ve gelinen eşik bunu göstermektedir. Artı ana eksenlerinden kaydırıldıkları için bunlar fanatikliğe yol açmakta, kendi mensuplarını da düşünsel ve pratik açıdan dar bir alana hapsetmektedirler.

Aynı şekilde her ideoloji diğer ideolojilerle düşünce ve pratikte çatışmakta, bağlılarını adeta birer takım veya parti taraftarına dönüştürmekte, zihinsel ve toplumsal planda aşılmaz duvarların örülmesine sebep olmaktadır. Artı dinler ve ideolojiler arasında da felsefi ve pratik açıdan çatışma mevcuttur. İnsan toplulukları, çeşitli gerekçelerle kutsal değerler, insani değerler, dini-ideolojik semboller, politik ve ekonomik çıkarlar vs. adına birbirlerini yok etmeye çalışmaktadır. Böyle bir ortamda açlık, yoksulluk, emek sömürüsü, cehalet, ahlaksızlık, adaletsizlik, düşmanlık ve bu (dini, etnik, ideolojik, politik vs.) düşmanlıkların yol açtığı cinayetler, katliamlar ve savaşlar artık “normal” bir hal almaya başlamıştır.

Üzerinde yeniden düşünülmesi ve cevaplanması gereken bazı sorular var: Ana sorun nedir veya sorunun temelinde ne var? Birbirimize düşman olmak ve birbirimizi yok etmek zorunda mıyız? Düşmanlık ve çatışma varlık sebebimiz mi? Gelinen eşikte herhangi bir topluluğun bir diğerini tamamen yok etmesi mümkün olabilir mi? Düşmanlık ve çatışmak gerçekten kaçınılmaz mıdır, eğer kaçınılmaz ise taraflar hangi eksende şekillenmeli (ne adına, kimin yanında, kiminle çatışılmalı), çatışma hangi eksende cereyan etmelidir? İnsan topluluklarının dini, etnik, ideolojik, politik vs. açıdan diğerlerini yok etmek veya diğerlerine üstünlük sağlamak amacıyla hareket etmemesi mümkün mü, eğer mümkünse bunun yolu nedir? İnsanlık ortak bir paydada buluşabilir mi? Ya da unutalım, boş verelim gitsin mi?

Ömer Yılmaz

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu