Dünya genelinde son yıllarda yapılan bir kamu araştırmasına göre dünya nüfusu giderek Tanrı inancını yitiriyor. Bundan 10 yıl önce dünya nüfusunun dörtte üçü kendini dindar olarak tanımlıyordu. Bugün ise bu oran % 60’ın altına inmiş durumda. Öyle ki dünya ülkelerinin dörtte birinde “hiçbir” dine bağlı olmadıklarını açıklayan, din ile tüm bağlantılarını kesmiş kesim çoğunlukta.
“Dünyanın dört bir yanında sekülerleşme (insanların yaşamlarında dini referans olarak görmemeye başlaması, dinin toplumsal alanda etkinliğinin azalması) eğilimi güçleniyor” diye konuşan Kanada’daki University of British Columbia’dan psikolog Ara Norenzayan, “Batı ve Kuzey Avrupa, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve Çin bu eğilimin en belirgin olduğu coğrafyalar” diyor.
Hıristiyanlığın en koyu olduğu ülkelerden biri olan ABD’de bile, herhangi bir din ile bağlantısı olmadığını ifade eden insan sayısı 1972’deki % 5’ten bugün % 20’lere tırmanmış durumda. 30 yaşının altındakilerde bu oran üçte bire yakın. Bu tablo, dinle bağlantısını kopartmış olan insanların dini kesin olarak reddettiği anlamına gelmiyor. Ateist olduğunu açıklayan kesim dünya nüfusunun % 13’ü. Bu da dünyada yaklaşık bir milyar ateistin olduğu anlamına geliyor. Bu rakamın üzerine çıkabilenler yalnızca Hıristiyanlar ve Müslümanlar. Bunların yanı sıra kendisini dindar olarak tanımlamayan kesim bir buçuk milyara yakın..
Bir yüzyıl önce bu eğilimlerin kaçınılmaz olduğu düşünülüyordu. Emile Durkheim ve Max Weber gibi sosyolojinin kurucuları, bilimsel düşüncenin zaman içinde dini erozyona uğratarak, yok olmasına yol açacağını düşünüyordu. Seküler devrimin başlamasıyla Batı Avrupa’da hümanist, akılcı ve özgür düşünceye dayalı bir akımın güç kazanmaya başladığını görüyorlardı.
SEKÜLERLEŞMEYE TANRI KORKUSU ENGELİ
Ne var ki beklentilerin tersine, süreç böyle gelişmedi. Batı Avrupa’nın bir kısmı, Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda, II. Dünya Savaşı’ndan sonra sekülerleşmeye başladıysa da dünyanın geri kalan kısmında Tanrı korkusuna dayalı inanç sistemleri hükmünü sürdürüyordu. Öyle ki komünist blok içinde bile devletin ateist politikasının halk tarafından tam olarak benimsendiği söylenemezdi.
Bu süreç hep böyle devam etmedi; 20.yüzyılın sonlarına doğru dinin yeniden yıldızının parladığı görüldü. Köktendinci akımlar dünyada ses getirmeye başladı; İslam güçlü bir siyasi akım haline geldi; ABD inatla dindarlığına devam etti. Ve seküler Avrupa bu konuda yalnızlığa itildi.
Ama bugünlerde sekülerleşmenin yeniden toparlanmaya başladığı görülüyor. “Son 20 yıl boyunca tüm toplumlarda dindarlık eğiliminde çok ani bir düşüş izleniyor” diye konuşan Kaliforniya’daki Pitzer College’dan sosyolog Phil Zuckerman, “Dinin kan kaybettiğini her yerde görüyoruz. Tamam, bazı kapalı toplumlarda köktendincilik artıyor ama dünyada sekülerleşmenin hiç olmadığı kadar büyük bir süratle yükselişe geçtiğine tanık oluyoruz. Örneğin Brezilya, İrlanda, hatta Afrika…” diyor.
İNSANLAR TANRI’YA NİÇİN İNANIR?
Bu gidişatın sonunda 19. yüzyılın Tanrısız Dünya hayali gerçekleşecek mi? Çoğu insanın kendisini dindar olarak tanımlamayacağı bir dünya olası mı? Eğer bu gerçek olursa dünya daha yaşanılır bir yer haline gelecek mi? Bu sorulara yanıt vermeden önce ilk olarak insanların Tanrı’ya inanma nedenlerine bir göz atalım.
Pek çokları için yanıt basittir; çünkü Tanrı vardır. Bunun doğru olup olmadığından bağımsız olarak, bu varsayım dinsel inancın doğasına ilişkin çok ilginç bir unsuru ortaya çıkartır. Pek çok insan için, hatta bugüne kadar yaşamış olanlar için de, Tanrı inancı zahmetsizdir. Soluk alabilmek veya anadilini öğrenmek gibi, Tanrı’ya inanmak da doğal olarak kendiliğinden oluşan bir şeydir.
Bu nasıl oluyor? Son yıllarda bilişsel psikologlar, insan beyninin dini fikirleri niçin bu kadar kolay benimsediği ile ilgili kapsamlı bir çalışma yürüttü. Bu çalışmanın sonunda Bilişsel-yan-ürün adını verdikleri bir kuram geliştirdiler. Bu kurama göre din dışı nedenlere bağlı olarak evrilen insan psikolojisinin bazı özellikleri, Tanrı’nın varlığını kabul etmemiz için de son derece uygun bir zemin hazırlamıştır.
Sonuçta, dini öykü ve iddialarla karşılaşan insan bunları sezgisel olarak inandırıcı ve akla yakın bulur. Örneğin yırtıcı hayvanlara av olmamak için her çalılığın ardında kendilerini bekleyen görünmeyen bir varlığa karşı olağanüstü bir duyarlılık geliştiren atalarımız, dünyayı yaratan ve değiştiren görülmeyen bir varlığı da kolayca kabullenir. Bu duyarlılığının sayesinde pek çok dinin ortak iddiası olan görülmeyen mistik bir varlığı kabullenmeleri kolaylaşır.
YAŞAMSAL KORKULARDA RAHATLAMA
Dinsel inançların yayılması sürecinde de insanlarda bazı tuhaf özellikler evrilmiştir. İyiliksever kişisel bir Tanrı, ulvi amaçlar ve ölüm sonrası yaşam gibi kavramlar, insan olmanın bir parçası olan varoluşsal belirsizlik ve korkularla baş etme konusunda insanlara çok büyük kolaylık ve rahatlama sunar.
Ayrıca hepimizde yüksek statüye sahip olan insanlara öykünme ve toplumsal normlara itaat etme eğilimi vardır. Bu iki eğilim de bir inancın korunmasında ve yayılmasında önemli bir rol oynar.
Nihai olarak sürekli olarak gözlendiğini düşünen insanların kendilerine çeki düzen verdikleri ve dayanışmaya öncelik tanıdıkları biliniyor. Tarihte doğaüstü varlıklar tarafından göz hapsinde tutulduklarını düşünen toplumların daha başarılı olmaları, dinsel inançların yayılmasını biraz daha kolaylaştırmıştır. Özetle insan aklının çalışma şekli, dinsel inançları doğal olarak kabullenmeye çok yatkındır.
ATEİZM NASIL ORTAYA ÇIKTI?
Tanrı inancı bu kadar kolay benimsendiyse, dünyada niçin ateistler var? Son zamanlara kadar insanların akıl ve mantık yoluyla ateizmi seçtiği varsayılıyordu. Başka bir deyişle ateistler dinlerin taleplerini incelemiş ve inandırıcı bulmadıkları için ret yoluna gitmişti. Bu da ateizmin daha eğitimli bir azınlık tarafından benimsenmiş olmasını açıklıyordu. Evrim yoluyla edinilen ve dinsel inançları kabullenmeyi kolaylaştıran eğilimlerden kurtulmak ve bu inançsızlığı devam ettirmek için insanların çok zor bir bilişsel çaba sarf etmesi gerektiği düşünülüyordu.
“Analitik ateizm”, sonu dinsizliğe varan çok önemli bir yoldur ve son yıllarda izlenen sekülerleşme artışını açıklar. İnsanların bilimle ve diğer analitik düşünce sistemleriyle uğraştığı yerlerde kesin olarak geliştiği görülür. Ancak dinsizliğin tek yolu bu değildir. Örneğin ABD’de insanların % 20’si din ile bir bağlantılarının olmadığını söylerken, yalnızca % 10’u ateist olduğunu açıklıyor.
“Ateist olmanın birden fazla yolu ve motivasyonu vardır” diye konuşan Norenzayan, “İnançsızlık her zaman zor bir bilişsel çabaya gerek duymaz” diyor.
TANRI’YI TERK ETMENİN NEDENLERİ
Dolayısıyla insanların dinin taleplerini açıkça inkâr etmediği halde, Tanrı’yı terk etmelerinin nedeni ne olabilir? Norenzayan’a göre bunun yanıtı, dinsel fikirleri kolayca hazmetmemizi sağlayan diğer psikolojik eğilimlerde yatıyor.
Tanrı’yı terk etmenin en önemli motivasyonlarından biri Tanrı inancının sağladığı rahatlığa artık insanların ihtiyaç duymamasıdır. Din varoluşsal korkulardan beslenir. İnsanların kendilerini güvende hissetmediği anlarda din imdatlarına yetişir. Ancak toplumlar zenginleşip istikrara kavuşunca bu güvenlik zırhına ihtiyaç kalmaz.
Dolayısıyla dünyada dinin en zayıf olduğu ülkelerin, en güvenli yerler olması rastlantı ile açıklanamaz. Örneğin Danimarka, İsveç ve Norveç son yıllarda dinsel inançların en zayıf olduğu ülkeler. Ayrıca bu ülkeler en zengin, en istikrarlı, sosyal güvenliğin en cömert olduğu yerler. Bu tezi kanıtlayan bir olgu Yeni Zelanda’da 2011’deki Christchurch Depremi’nden sonra yaşandı.
Normal olarak sosyal güvenliğin en güçlü ve dini inançların zayıf olduğu ülkede, depremden sonra Christchurch bölgesinde dindarlık eğiliminin arttığı görüldü.
APATEİZM YÜKSELİŞTE
Norenzayan gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan yeni bir kavrama dikkat çekiyor. Bu yeni akıma apateizm adı veriliyor. Norenzayan’a göre apateizm bir tür ateizm; ancak bu kuşkuculuktan çok, din ve tanrı kavramına duyulan ilgisizlikten kaynaklanıyor. Apateizm son yılların en güçlü akımı. Ancak dindar insanlar dinsel ilgisizlikten kaynaklanan bu akımın gerçek ateizm olmadığını düşünüyor. Bu görüş İngiltere’de son yıllarda yapılan bir kamuoyu araştırması sonuçlarıyla da örtüşüyor. Bu sonuçlara göre İngiltere’de klasik dinler zayıflamakla birlikte, manevi (spiritüel) inançlarda bir zayıflama görülmüyor. Dinsel görüşleri sorgulanan yetişkinlerin % 60’ı manevi bir varlığa inandıklarını açıklarken, yalnızca % 13’ü insanların manevi bir yönünün bulunmadığına ve tümüyle maddi bir varlık olduklarına inanıyor.
DOĞAL FELAKETLER TANRI İNANCINI GÜÇLENDİRİYOR
Dinsel inançlardaki bu zayıflama trendi devam eder mi? Tanrı inancı zenginlik ve istikrarın bulunduğu ülkelerde zayıflıyorsa, iklim değişikliği ve çevre kirliliği gibi etmenlerin neden olacağı doğal afetler, ateizmin yayılmasını yavaşlatabilir. “Eğer korkunç bir doğa felaketi yaşanırsa, dinsel inançların yeniden güç kazanacağını sanıyorum” diye konuşan Norenzayan, “Christchurch Depremi’de bunun somut örneği” diyor.
Avrupa’daki sekülerleşmenin başka yerlerde de tekrarlanacağını beklemek çok da gerçekçi değil. İngiltere’deki St. Mary’s Üniversitesi’nden teolog Stephen Bullivant’ın bu konudaki görüşleri şöyle: “Ülkelerin izledikleri yolu tarihsel koşulları belirler. Zenginlik, güvenlik ve demokrasinin geliştiği ülkelerde sekülerleşmenin kaçınılmaz olduğunu düşünmekteyim. Örneğin İrlanda’da ekonomik krize karşın din yeniden canlanmadı. Bu da, sekülerleşmenin, akarsuyun yatağını bulması gibi bir kez kendine bir yol edinmesi durumunda, durdurulmasının çok zor olduğu anlamına geliyor.”
AMERİKA VE RUSYA ÖRNEKLERİ
Batı’nın en dindar ülkelerinden biri olarak tanınan ABD’de bile halkın Tanrı’dan uzaklaştığı görülüyor. Burada son 20 yıldır en hızlı büyüyen kesim dinsel inançlara ilgi duymayanlar. Bu kesim genellikle yetişkinlerden oluşuyor. Bu gidişatın gerekçelerinden biri tarihsel koşullar. Soğuk Savaş döneminde Amerikalıların büyük bir kesimi, tanrı tanımaz komünistlere karşı sağlam bir cephe oluşturduklarını sanıyordu. Bu durumda ateizm vatanseverlik ile örtüşmüyordu.
Oysa Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmasından sonra gençlerin dine pek de ilgi duymadıkları biliniyor. İlginç olan Soğuk Savaş’tan sonra Rusya’nın tam ters yöne doğru meyletmesi. 1991 yılında Rusların % 61’i hiçbir dine bağlı olmadığını belirtirken, 2008 yılında bu oran %18’e düşmüş. Ancak son yıllarda Rusların da son sekülerleşme eğilimine ayak uydurdukları açıkça görülüyor. Küresel Din ve Ateizm Endeksi’ne göre Rusya’da 2012 yılında yapılan bir kamuoyu araştırması kendilerini dindar olarak tanımlayan kesimin % 55 dolaylarında olduğunu saptamış.
Bullivant’a göre sekülerleşme eğilimi bir başka bir nedene bağlı olarak da devam edecek. Bu neden, dinin kuşaktan kuşağa aktarılma şekliyle ilgili. “Bir çocuğun ileride dindar olup olmayacağı ebeveynlerinin dinsel inançlarına bağlıdır” diye konuşan Bullivant, “Ebeveynleri faal olarak dindar olan bir çocuğun, aynı yolda ilerleme olasılığı % 50’dir.
Ancak anne babası dindar olmayan çocuklarda bu olasılık % 3’tür. Eğilimlerini inatla sürdürme konusunda dindar olmayanlar daha başarılı. Dindar olmayan bir ortamda büyüyen bir çocuğun ileride bir dine bağlanma olasılığı çok düşüktür. Ama dindar bir ortamda büyüyen çocuğun dinsel inançlara sırt çevirmesi düşük bir olasılık” diyor.
Bullivant, ayrıca dindarlığın insanlar 20’li yaşlarının ortalarına geldiğinde sabitlendiğini ileri sürüyor. Örneğin ABD’de herhangi bir dinle bağlantısı olmayan genç insanların yaklaşık % 30’unun ileri yaşlarında fikir değiştirme olasılığı çok düşüktür ve bunların görüşlerini çocuklarına aktarma olasılığı da epey yüksektir.
TANRISIZ BİR DÜNYA NEYE BENZER?
Tanrısız bir dünya neye benzer? Genel kanı, dinin toplumu bir arada tutan ahlaki bir tutkal olduğu ve dinin ortadan kalkması ile birlikte her şeyin bir anda çökeceği yönündedir. Ne var ki kanıtlar bunun tam tersini gösteriyor. Zuckerman 2009 yılında dünya genelinde yürüttüğü bir çalışmada, çeşitli ülkelerdeki dindarlık düzeyi ile toplum sağlığını karşılaştırdı. Toplum sağlığı refah, eşitlik, kadın hakları, eğitim düzeyi, yaşam beklentisi, çocuk ölümleri, suç oranları, intihar oranları ve cinayet oranları gibi unsurları içeriyordu.
Zuckerman sonuçları tek bir cümle ile açıkladı: “Bir ülke ne kadar seküler ise, o kadar sağlıklıdır.” Ancak bu sonuçların sekülerleşmenin sağlıklı bir toplum yarattığı şeklinde yorumlanmaması gerektiğine de dikkat çeken Zuckerman, “Yalnızca sağlıklı bir toplum için dinin gerekli olmadığını vurguluyorum. Kaldı ki sekülerleşme sosyal iyileştirme ve kalkınmaya yol açar. Çünkü seküler yönelim bilim, eğitim ve akılcı çözümlemeye ağırlık verir. Ayrıca tepeden inme zorlayıcı ateizm ile özgür toplumlarda ortaya çıkan organik ateizmi birbirinden ayıran Zuckerman, “Sağlıklı bir toplum ancak organik ateizmin hüküm sürdüğü coğrafyalarda oluşur” diyor.
Derleyen: Reyhan Oksay
Kaynak: New Scientist, 3 Mayıs 2014
http://www.scientificamerican.com/article/
how-atheism-helped-create-the-modern-worldexcerpt/
http://www.scientificamerican.com/article/healthy-skepticism/