Savaşlar ya da çeşitli salgın hastalıklar yüzünden pek çok insan ölür, yine de yaşam her yerden fışkırır. Kimileri bunun anlaşılmaz bir gizem olduğunu söylerler, ama gerçek nedenler toprağın kendisindedir, yüksekteki tepelerden aşağıdaki ovaya kadar yayılan, göz alabildiğine uzanan arazidedir.
Şu ya da bu arazi, önemli olan aralarındaki sınırdır; neyin sana, neyin bana ait olduğunu gösterir. Sınırlar, doğru ve uygun zamanda tapu siciline kaydedilir. Kuzeyi güneyden, güneşin doğuşunu batışından ayıran sınırlar; dünyanın başlangıcında, daha bu toprakların el değmemiş olduğu, yalnızca birkaç insan ve iri hayvanın yaşadığı ve hepsinin birbirinden aynı ölçüde çekindiği zamanlarda kararlaştırılmıştır sanki bu sınırlar. Gelecek sonsuza dek belirlenmiştir. Bir elin dallara ayrılmış çizgileri gibidir bugün toprak, güçlülerin kılıcının büyüklüğü, sertliği ve keskinliğine göre bölünmüş ve şu sırayla paylaştırılmıştır…
…
Doğa, birbirinden değişik canlıları şaşırtıcı bir aldırmazlıkla yaratır. Kimin ölüp kimin sakat kalacağını iyice ölçüp tartar, bundan kurtulup yaptıklarının meyvelerini toplayanların sayısı da az değildir; yani, üretmek ve karşılığını almak doğanın ana görevidir, yanlışlıklarla dolu dünyada insanın konuşmasını, davranışlarını ve varoluşunu yoldan çıkarır. Doğa sınır tanımaz, kendi sınırlarını koyar. Hasattan sonra binlerce karınca önceki gibi yiyecek bulamıyorsa, kazançlar ve kayıplar gezegenin büyük defterine yazılır, yiyecekten kendine düşen payı almayan tek bir karınca bile kalmaz. Milyonlarcasının suda boğulması, çapanın altında kalması ya da işeme yarışına kurban gitmesi, hesap çıkarılırken önemli değildir: Hayatta kalan, yemek yer; ölen, payını ötekilere bırakır. Doğa ölüleri saymaz, yaşayanları hesaplar, yaşayanlar ona çok geldiğinde, yeni bir ölüm ayarlar. Tüm bunlar çok basit, çok açık ve uygundur, hayvanların büyük dünyasında buna kimse karşı çıkmaz, ne karınca ne fil.
Neyse ki insan onların kralıdır. Yani her şeyi kâğıt kalemle hesaplayabilir ya da hedefine başka yollardan ulaşmaya çalışır, kendi kendine yarım yamalak, anlaşılmaz sözcükler mırıldanarak, şaşı bakarak ve başını hızla sallayarak. Bu mimikler ve sesler, baştan çıkarmak ve kandırmak için kimi hayvanların başvurduğu savaş şarkılarının ve danslarının daha kaba bir türüdür.
(José Saramago, Umut Tarlaları, Türkçesi: Ayça Sabuncuoğlu, Can Yayınları, 1999, 1. Baskı, shf. 10, 34-35)