İşsiz kalmak, yakınımızı kaybetmek, evimizin yanması gibi makas değiştirme halinde, insan belirsiz bir alanda, yani boşlukta kaygı ve stres içinde yaşar; uyum sağlarsa da kaygının yerini fırsatlar alabilir…
Çevremdeki her şey ve herkes çok hızlı değişiyor, gelişiyor olumlu ya da olumsuz. Bu olan biten canımı sıkıyor çoğu kez veya keyfimi kaçırıyor. Değişimi, dönüşümü izlemek ve gözlemlemek bile bir başına yorucu.
Tanık olmaktan imtina edeceğim şeyler zorla dayatılınca acı çekiyorum. Maruz kaldığım şeyler karşısında, en azından sonradan bana tuhaf gelen tepkiler veriyorum. Olan bitenin içinde neden ve nasılını kavrayamadığım şeyler de var.
Bir süre önünden geçmediğim bir binanın yıkılıp yerine yenisinin hem de çok sevimsizinin yapıldığını gördüğümde kopuyor içimden bir şeyler.
Evdeki yardımcım salondaki koltuğun yerini değiştirdiğinde, işyerinde alışılagelmiş, teamül haline gelmiş şeylerin tersi uygulamalar yapıldığında, hayatın her alanında bir sürü şey bana dayatıldığında kopuyor içimden, zaten teyelli duran bir sürü şey.
Hayatın içindeki şeylere aidiyetim ve bağ(ım)lılığım azalırken kaygı ve (u)mutsuzluğum arttı. Sadakat ve samimiyet mi? Aynen duyarlılık meselinde olduğu gibi; seçili alanlarımda mevcut olsa da diğerlerinde neredeyse yok düzeyde.
Sanki her şey daha bir zorlaşır oldu son yıllarda; teknolojinin kolaylaştırdığı şeylere rağmen. Anlayamadığım şekilde zor ama hızlı akan hayatın getirisi değişikliklerin çoğu; kişisel anlamda olmasa da toplumsal anlamda manidar olunca, etkileniyorum kaçınılmaz olarak. Bu yüzden mi acep özgüvenim azaldı, toplumsal güvenimden daha az olsa da.
Etkilenen sadece ben olsam diyeceğim ki evet tuhaflık bende. Çevremdeki insanlar da başta ekonomik ve toplumsal olmak üzere tüm değişikliklerden etkileniyor.
‘Pres’ halime eşlik ediyor can-ı gönülden stres.
Artık bırak uzun olanını, kısa-orta vadeli bile plan yapamaz oldum kişisel düzeyde; her şey belirsiz seyrediyor çünkü. ‘Her şeyi akış düzenliyor’cu filan değilim. Ama plansız kalmak ya da yapılacaklara ilişkin esnek olmak tercihim. Babam ‘yarına Allah kerim’ derdi; bir güzelliği yaşayıp bitirdiğinde veya istediğimiz şeyin o gün olma koşulları mevcut olmadığında.
Takıntılı bir insan(d)ım; gergin, başkaları için yaşayan, bardağın boş tarafını gören, herkese ve her şeye müdahil, kaygı düzeyi yüksek. Köşeli kalıplarım vardı. Otuzlu yaşlarımın sonunda kondu; obsesif kompulsif kişilik bozukluğu.
Hayatın değişik alanlarına ilişkin çatışmalarımın bazılarıyla uzlaşmam, bana eziyete dönen takıntılarımın bazılarından kurtulmak epey zaman aldı. ‘Bazıları’ diyorum farkındaysan! İnsanın iç ve toplumsal huzuru -ve de keyfi- ile çok yönlü rahatının üst düzeyde olması gerekiyor; tümünden kurtulabilmesi için çünkü.
Mesela kendini yaşadığı topluma yabancı hisseden ya da yaşadığı toplumda ‘öteki’ olduğunu hisseden biri ‘ben kalabalığım’ mı’ der yoksa ‘ben yalnızım’ mı?
Aslında ne dediği önemli değil his çünkü bu, adı üstünde, hesap sorulamaz hatta mantıklı bir açıklama da yapılamaz çoğu kez. Ama ötekileşme ve yabancılaşma birbirini içermiyor mu zaten?
Belirsizlik… Anlamsızlık… Boşluk… Değişim… Dönüşüm… Ve eklenebilecek sair kavramlar. Ama ‘doğurgan boşluk’ kavramını yeni duydum. Hani yaşadığımız ve bizi derinden etkileyen bazı değişimler var ya! İşsiz kalmak, yakınımızı kaybetmek, evimizin yanması, onulmaz bir hastalığa yakalanmak gibi.
Bu tür bir değişim sürecinde; hadi daha şık bir ifadeyle ‘makas değiştirme hali’nde; insan belirsiz bir alanda yani boşlukta, insan belli bir süreyle; insan kaygı ve stres içinde yaşarmış. Bunun adı ‘doğurgan boşluk’muş. Eğer bu değişime hızla uyum sağlanırsan onun yaratısı stres ve kaygının yerini fırsatlar alırmış.
Eeee; işsizim bir süredir. Yeni öğrendiğim kavramla; doğurgan boşluktayım, anlayacağın.
Parasızlık, statü kaybı, kira ödeyememe, yaşam kalitemin düşmesi, artan kaygılarım tavana vuran stresim, (u)mutsuzluğumu önemsemeyecekmişim fazla. İşsizliğin getirisi sair yükleri uzun süre sırtlayacak gücüm yok, zaten. Bakalım ne doğuracağım bu boşluktan. Meraktayım…
Şadiye Dönümcü – Bianet
www.dunyalilar.org