DÖNÜŞÜM: YABANCILAŞMANIN AĞIRLIĞI
Yabancılaşmaya yabancılaştığımızı idrak edebiliyor muyuz? Bunun farkında olamadığımız için mi kimlik buhranları yaşıyoruz? Chomsky’nin: “Toplumun genelinin neler döndüğünden haberi yoktur, hatta haberi olmadığından dahi habersizdir” çıkarımsal sonucuna benzer bir çıkarımda; yabancılaşma-yabancılaştırılma gerçeğinde gözükür. Üretim-tüketim ağının ortasında bulunan birey her iki tarafa da idrak olamamakta ve yabancılaşmaktadır.
Karl Marx insanın hem doğaya hem de kendi doğasına yabancılaştığını teorilerinde dile getirmiş bir düşünürdür. Bunların içinde yer alan ve büyük ruhsal travmalara sebebiyet veren “emeğin yabancılaşması” dikkat edilmesi gereken bir sorunsallaştırmadır.
Emeğin yabancılaşması; üretici bireylerin kendi ürettikleri metaları tam kavrayamaması ve üretilen metanın sistematiksel tüm süreçlerine dahil olamamasından kaynaklanır. Örneğin; bir araba üreten fabrikanın çalışan işçisi, sadece arabanın tekerleklerini yerleştirme işlemi sırasında yer alarak işbölümü görevini tamamlar; ürünün bütünsel anlamında mübadele edilebilecek işleve geldiğinde işçi, metanın diğer üretimsel bölümlerinde ( direksiyon, motor, akü vs…) yer almadığı için yarattığı ürüne karşı bir yabancılaşma sürecine girer. Sürekli aynı işlemi yapan işçi tam hakim olamadığı ve tanıyamadığı ürüne yabancılaşması sonucunda; kendini işe yaramaz hissedeceği bir kimliğe bürünecek, mutsuzlaşacaktır. Hatta üretiminde bulunduğu materyale tam anlamıyla sahip çıkamayacak bir bilgi eksikliğinden dolayı kendi kimliğine karşı da güvensizlik duyacaktır.
Bu buhranın sisteme zarar vermesini istemeyen egemenler, hegemonya kurduğu ağ üzerinden dolaşıma popüler kültürü ve eğlence kültürünü sokar. Kimliksel bunalımlarından sıyrılmak, kurtulmak isteme potansiyeline sahip emekçi sınıfların pratikleri ve düşünceleri herhangi bir alternatif-devrim isyanına dönüşmemesi için, algıları başka taraflara kaydırılır. Sorunların yapısal analizlerini çözümlemek ve cevap bulmak gayretine girişen emekçilerin yollarına setler dikilir, seti yıkarak yoluna devam etmek isteyenler ise ideolojik yahut fiziksel şiddete maruz bırakılarak, pasifleştirilir veya etkisiz hale getirilir.
Öz-benlik ve içsel arayış sürecine giren bireylere ortada bir sorun olmadığı vaazlarında bulunan egemenler; toz pembe bir hayal dünyası yaratır. Hepimize bir gözlük verilir ve bu gözlüğün işleviyle başka bir dünyayı görürüz. Adaletsizliklerin, savaşların, sömürünün, katliamların olduğu bir ortamda elimize verilen gözlüğü takarak sahte ilizyonların çekiciliğine kapılırız, sorunlarımızı görmeyiz. Duymamızı engelleyecek kulaklıklar verilir ve kendi içsel arayışlarımızda bulmak istediğimiz öz-benliğimizin haykırışları engellenir.
Sahte mutluluklar evrenin de sahte bireysellikler yaratılır.
W. Reich’in “Dinle Küçük Adam” adlı eserinde küçük adamların ve kadınların oluşturduğu çoğunluktaki toplumlarda yaşamsal mutlulukların tahrip olmasının altında yatan nedenleri analiz etmiştir. Eserde eleştirdiği ve evrimleşmesi gerektiğini düşündüğü kişilikteki İnsanlar; bir efendiden diğer efendiye yani bir egemenden diğer egemene biat ederken ayrıyeten kendi öz-mutluluklarının ve geçeklerinin anahtarlarını da teslim ettiğini anlamamızı ister. (M. Foucault’un Biyo-iktidar kavramsallaştırmasının süreçleri de bu noktada başlar zaten; bilinçli veya bilinçsiz teslimiyet ile insanların her türlü duygusal ve fiziksel özellikleri üzerinde kompleksif kontrol mekanizması kurulur). İnsanların teslim ettiği öz-gerçekleri denetlenir, değiştirilir ve yönlendirilir. Eserin kurgusunda ki “Büyük Adamlar / Kadınlar” diye nitelendirilen karakterler yönetenlerin pragmatist teori ve pratiklerini sorunsallaştırıp, çözüm yolu bulmaya çalışan insanlardır (filozoflar, bilim insanları vs…).
Onlar daha güzel bir dünyanın somutluğa dökülmesinin yollarını arayanlardır. Onlar insanların doğalarına ve kendi doğalarına – öz benliklerine- yabancılaşmalarına panzehir olmak isteyenlerdir. Küçük adam ve kadınlar, büyük adam ve kadınların önerilerini dinlemezler ve hatta hakikate sırtını dönen Platon’un mağara alegorisinde ki bireyler gibi hayatına devam etmek isterler. Zincirlerini kırıp mağaranın dışına çıkabilen bireyler geriye dönüp, mağarada ki zincirlilere; bugüne kadar gördüğünüz sadece bir ışığın gölgesidir, yanılsamasıdır gerçeğini açıklamak ister. Fakat bu kolay bir süreç değildir. Zincirsizler dışlanabilir, kaideye alınamayabilir veya şiddete maruz kalabilir.
İnsan yaşadığı doğanın akışkanlığına uyum sağlamak yerine, onu kontrol etmeye çabalamasından bu yana yaşanılan birçok sorunu algılamamızı isteyen düşünce insanları neden ötekileştirilir, hakarete uğrar, yargılanır, negatif sıfatlara maruz kalır, katledilir?
F.Nietzche’nin zayıf “dekadans”lık diye belirttiği ve bu dünya yerine öteki dünyanın önemine dikkat çeken çilecilere antagonist bir yaklaşımla; dünyanın trajik yaşamsal olgusunu ikrar edinip, insanın kendine yabancılaşmasına karşı çıkan ve sanatı, doğayı, eğlenceyi, coşkuyu seçen “Dionysosçu”lara hala nasıl bir perspektivizmle bakılıyor? Bir sabah F. Kafka’nın Gregor Samsa’sı gibi kalkmamızı engelleyebilecek mücadele metodumuz ne olmalı? Bu sorular kafamızda bir kaos yaratır, keza F. Nietzche’nin söylediği gibi “Dans eden bir yıldız doğurabilmesi için insanın içinde kaos olmalıdır”.
Süleyman Kaymaz
www.dunyalilar.org
KAYNAKÇA
– Karl Marx – Das Kapital
– w. Reich – Dinle Küçük Adam
– F. Nietzche – Böyle Buyurdu Zerdüşt
– Emrah Akdeniz – Nietzche’de Dekadans Ve Kültür Eleştirisi Olarak Trajik Bilgelik
– Platon – Devlet
– M. Foucault – Cinselliğin Tarihi
– F. Kafka – Dönüşüm