Arka Bahçemiz

Dua Etmeyi Bırakın Artık!

Yirminci yüzyılın ilk yarısında binlerce çocuğun toplu mezarlara gömüldüğü, Tanrı da dahil, tüm İrlandalılar tarafından biliniyordu. Sırf Katolik kiliselere ve onların bir uzantısı olan devlete zeval gelmesin diye, bugüne kadar örtbas edilen bir utanç daha, gün ışığına çıktı. Birkaç gün önce, batı İrlanda’nın Tuam köyündeki bir manastırın lağım çukurunda tam 796 tane çocuk cesedi bulundu. 

hh

Şu an yıkılmış olan manastıra, evlilik dışı hamile kalan, tecavüze uğrayan gönderilirmiş eskiden. Koyu bir Katolik için ‘düşmüş, günaha girmiş, kirlenmiş’ bir kadın olmak günahların en büyüğü olduğu için, gözden ırak bir yerlere gönderilirmiş kadınlar, gencecik kızlar.

The Home (Ev) adı verilen bu manastırda, 1935 ile 1961 yılları arasında otuz beş bin kadar kadın barınmış.

ppp

Cesetleri ortaya çıkaran tarihçi Catherina Corless, “Ev’de haftada en az iki çocuk ölürmüş” diyor. Ev’in arkasındaki lağım çukuruna atılırmış cesetler. Ne bir tabut yapılırmış bebelere, ne de bir mezar taşı. Çukura atıldıktan sonra unutulurlarmış.
Bulgularını The Irish Mail on Sunday’a veren Corless, çocukların çoğunluğunun yetersiz beslenme ve bakımsızlıktan, diğerlerinin de kızamık, verem, ishal ve zatürreden öldüğünü belirtiyor.

ııı

“Ev’de doğan çocuklar rahibeler tarafından ikinci sınıf muamelesi görür, okula gidenler diğer çocukların yanına yaklaştırılmazdı,” diyor bir köylü. “Okul yaşı gelmeden çocukların çoğu kaybolurdu zaten. Ya evlatlık verildi derlerdi onlar için, ya da öldüklerini söylerlerdi.”

1944 yılında tutulan bir raporda Ev’deki çocukların bir deri bir kemik oldukları yazıyormuş. Etlerinin kemikten ayrıldığı…

Tuam başpiskoposunun sekreteri ‘biz kim oluyoruz da geçmişi yargılama kalkıyoruz’, demiş olay için.

İrlandalı profesör Emer O’Toole, “Dua etmeyi bırakın artık!” diyor. “Bize lazım olan bir şey varsa, o da gerçeklerdir. Sakın ha, Katolik duaları etmeyesiniz bu çocuklar için. Yaşarken küçümseyip istismar ettiginiz bu bedenlere daha fazla hakaret etmeye hakkınız yok.”
The Guardian aracılığı ile Katolik dünyasına yaptığı çağrıda O’Toole; “O yıllarda çocuk ölümleri tüm ülkede çok fazlaydı,” diyor. “Nerede öbür mezarlar, itiraf edin. Bu gibi evler ülkenin heryerinde vardı. Nerede öldürdügünüz çocuklar, adları ne, nereye attınız, söyleyin. Yüzleşelim artık tarihimizin gerçekleriyle…”

Erkeklerin dini inançları hadi bir yere kadar anlaşılır, ne de olsa yazan da onlar, okuyan da… Ama ya kadınlara ne demeli? Kendilerine bu kadar insafsız davranan bir varsayıma ölesiye sadık kalmalarına, verilen kadarına razı olmalarına ne demeli?
Birlikte oturup Tanrı’ya dua ettikten sonra, bir hemcinsinin, bir rahibenin, göz göre göre bebeleri ölüme gönderdiği halde inanmaya devam etmeye, erkeğinden on adım ötede yürümeye, ne kilisede, ne camide, ne sokakta ne de evde erkeğe eşit olmadığı halde amenna demelerine, dedikleri halde tepesine binenlerden kurtulamamalarına ne demeli?
Kadına yapılan bu eziyetler toplumun baskısından dolayı mı, yoksa Tanrı’nın, Allah’ın, şefkat ve rahmetinin de üstüne çıkan erkek egemenliği mi, bir durup düşünmek lazım.

Kim belirliyor günahların en büyüğünün ne olduğunu?

Çizdikleri çizgiden çıkan kadına saygın bir aile kurma hakkı vermeyen erkekler mi?

Kim? Kimin tekelinde bu hayat?

Neden kadın hep borçlu, erkek hep alacaklı?

Nafiye Gölbaşı

Kaynak, Knack.be

Volkskrant, 4 Haziran 2014

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu