Bakışlardaki boşluk, sözlerdeki hiçlik beni bunaltıyor. Dualar artıyor, Tanrılar çoğalıyor, insan azalıyor.
Bazı binaları içlerindeki insanlardan daha çok seviyorum. Çoğunun gri duvarları insanların göz renklerinden daha parlak geliyor bana. Bazı tanrıları o tanrıların kullarından daha çok beğeniyorum. Çünkü insanlar çok konuşup az susuyor, tanrılarsa çok susup az konuşuyor. Üstelik bence her Tanrı yeterince estetik. İçlerindeyse kötülük yok denecek kadar az biliyorum. Oysa Tanrıların vakur duruşu ve suskunluğu insanlarda yok. Tanrılara bütün kötülükleri insanlar yaptırıyor. İnsanlar Tanrıları artık parmaklarında oynatıyor.
İnsanların bazılarının varlığı doğaya ters. Bazı insanlar doğadaki küçük ve önemsiz sapmalar olarak varlar sadece. Ama onların bir kısmı koca koca devletler yönetip, küçük küçük canlar alabiliyorlar bir emirle. Çok ölen ve çok doğan var çevremde. Oysa ben artık her ölene acımıyor her doğana sevinmiyorum, kesinlikle. Ölenlerin hepsine acıyanlara acıyorum. Onlar zavallı geliyor. Ölümler ancak beni ürpertirse onları önemsiyorum. İnsanları ve onların hayatlarını değil ama ölümün kendisini saygın buluyorum. Bir kavgada düşüp ölenlere acıyacak kadarsa küçülmedim daha. Ama bizim çocukların ölümüne hâlâ kıyılıyor bir yerlerim. Az da olsa demek ki hâlâ insanım.
Aşkları gıptayla izliyorum ama âşıklara olan tahammülüm de giderek azalıyor. Onların, aşkı sümüksü bir sıvı haline getirmelerine tahammül edemiyorum. Her yere bulaşan sıradan aşk sözcüklerinden ve gri eşofman takımlarıyla yapılan pazar yürüyüşleriyle son bulan evliliklerinden bunalıyorum. Aşklarını evlilik için, evliliklerini aşkları için öldürenlerden gına geliyor bunalıyorum. Onları da Şırnak’a sürgüne göndersin istiyorum devletim. Hem doğuyu bir kez daha cezalandırsın hem de âşıklara çeki düzen versin istiyorum. Ama bunu söyleyince kendimden de bunalıyorum.
Ölümün aşk, aşkın ölüm haline geldiği bir coğrafyada korkudan değil, bunalımdan değil, yalnızca kaba ve olağanlaşmış bir iç sıkıntısından da değil, hareket olsun diye Tanrılara sığınıyorum. Hiçbirinin varlığı beni rahatlatmıyor ama benim varlığımdan rahatsız olsunlar istiyorum. İbadet etmiyorum. Tanrılara yalakalık için ibadet edenleri zaten sevmiyorum. Ama bu çirkin dünyayı o Tanrılara şikâyet edenlere sempati duyuyorum. İbadetten sonra yüzünü dünyaya döndürdüklerinde bu çirkefliğin karşısında dikilenlere en azından “arkadaşım” diyebiliyorum.
Ben Yusuf Atılgan denilen o sıkıcı yazarın “Aylak Adam”ıyım sanırım. En az onun kadar sıkıcı, yazdıkları kadar hazmedilmez ve laf kalabalığıyla dolu bir ömre sahibim. Ama tam da bu yüzden onun bahsettiği insanın ta kendisiyim. Yusuf Atılgan’ı büyük yazar yapan sanırım benim. Yazısındaki sıkıcılığın bende vücuda gelmesi onun mucizesi. Ne demişti beni anlatırken: “Çoğumuzda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.” Eriyorum. İçimin her kıpırdanışının en fazla beş dakikada sona erdiği bir dünyada yaşıyorum. Aldığım hazlar azalırken, düşüncelerim artıyor, susuşlarım çoğalıyor.
İnsanlar haricindeki dostlarım artıyor, insanlar azalıyor. Kalemler artıyor, yazmalar azalıyor. Banklar artıyor, oturuşlar azalıyor. Sevişmeler artıyor, tutkular azalıyor. Öpüşler artıyor, aşklar azalıyor. İnsan her nereye baksa önce kendini aldatıyor.
Artık Tanrıları suçlamıyorum hiçbir katliam için. Onları hiç olmasa yeterince estetik buluyorum. Dualar arttıkça insanlar azalıyor. İnsan hangi Tanrıya dua etse önce kendini kandırıyor, kendini azaltıyor.
Bugün, bu sayfada hangi sıkıcı insanların fotoğrafları basılacak bilmiyorum ama kim olursa olsun hepsi birbirine ve hatta bana benzeyip aynı şeyleri söylüyor. Bu yüzden kalbim, bu dünyadaki bazı binaları ve çoğu Tanrıyı bu sayfada gördüğünüz insanlardan daha çok seviyor. İnsanların gözlerindeki renklerden sıkıldığından ya da duvarların renklerini daha çok sevdiğinden değil kalbimin çırpınışı. Bakışlardaki boşluk, sözlerdeki hiçlik beni bunaltıyor. Dualar artıyor, Tanrılar çoğalıyor, insan azalıyor.
Ali Murat İrat