Arka Bahçemiz

Düşünürün Utancı ve Özeleştirisi

10991252_10153127588802490_5791326115060595144_n

Küçük burjuva dertlerimizle garip bir varoluş savaşımı içerisindeyiz. Edip’le hüzünlenip Nazım’la coşuyoruz, ama kağıt üstünde. Açlıklar, katliamlar, hapishaneler mi dediniz? Yeterince entelektüeliz. Tahmin edemeyeceğiniz kadar kitap okumuşuzdur. Açlığın sosyolojisine dair onlarca makale yazabilir, Foucault’tan alıntılarla ‘genel hapishane’ye dair konuşmalar yapabiliriz. Ama iki satır olsun, aynı idealleri paylaştığımız müebbetlik bir tutsağa mektup yazmışlığımız yoktur.

Arkadaşlar arasında saatlerce sanattan, ülke ve dünya gündeminden, toplumsal olaylardan konuşabilir, tartışabiliriz; elimizde kadehler, ölmüşlerimizin ruhuna yaşasın devrim!

Bilgimizin genişliği korkumuzun büyüklüğüne paraleldir çoğu zaman. Herşeyi bir bir tartıp ölçeriz. ”Sokaklar, mülksüzlerin varolma ve dayanışma alanlarıdır”, desek de; gerekmedikçe kendimizi tehlikeye atmayız. İsterse binlerce ‘cahil’ ateş çemberinden geçiyor olsun, fakat biz farklıyız. Bedel ödemek de neymiş? Biz toplumun en kaymak tabakasıyız. Biz kendimizi güvene almışken isterse polis kurşunuyla bir çocuğun beyni parçalanmış olsun. Devlet katildir zaten, bizler de seyircisi. Parçalanan beynin karşısında bizim beynimizin ve vicdanımız sıfırlandığını farketmeyiz.

Utanmazlığımızı bin dereden getirdiğimiz suyla yıkayıp üstünü maskeleyebilir, pasifizmin bilindik kurnazlıklarıyla kendimizi rahatlıkla savunabiliriz. Varoluşçu, nihilist felsefelere utangaç bir sempatizanlıkla ilgiliyizdir. Kendi savunmamızın temel veya yedek silahları olarak kullanırız bunları.

Bizleri diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerden biri de çelişkilerimizin çokluğu ve bu çelişkilerin farkında oluşumuzdur. Huzursuzlaşırız; yoğunlaşan çelişkilerimiz kapımızı vurduğunda çözümsüzlüğümüz bizde ister istemez intihar düşüncesini yaratır bazen. Beceremeyiz, korkarız çünkü. Korkuyorsak kaybedeceklerimiz vardır. Toplum içerisinde veya arkadaşlar arasında bir saygınlığımız, popülerliğimiz vardır. Bunları kaybetme korkusu bizi bu düşüncelerden çoğu zaman caydırır.

Koşullar tehlike doğurmayacaksa muhalefetin öncüsü bile olabilir; konuya dair yazabilir, çizebilir, sokağa çıkabilir, sesimizi yükseltebiliriz. Şartı bunun fazla tehlike barındırmamasıdır. Popüler muhalifler hareketinin en gözde aydınlarıyızdır.

Hayvan hakları ile insan haklarının eş değer olduğunu kabul ederiz. Ama örneğin hayvan haklarının radikal bir eylemcisiyken hasta tutsaklar konusunda susarız. Bu ayrımın sebebi de biri tehlike arz etmezken diğeri fazla tehlikeli olmasından dolayıdır.

Tiyatrocuysak sahnemizi gecekondu mahallerinin çamurlu sokaklarına, ses sanatçısıysak enstrümanlarımızı işçi grevi alanlarına, yazarsak kitabımızı kendimiz halka ulaştırmayı hiç aklımıza getirmeyiz. Sonra da halk neden bizle ilgilenmiyor diye öfkelenir veya küseriz.

Toplumbilimiyle ilgilendiğimizden dolayı buradan kendimize malzemeler çıkarır, halkın anlamayacağı bir dil kullanarak müthiş bir toplum eleştiricisi kesiliriz. Bu halk da çok dindar canım ya da çok milliyetçi, hayatlarında da iki satır yazı okumamışlar. Halktan öğrenmeyi akıl edemediğimiz gibi onların bizi anlamaları için daha on fırın ekmek yemesi gerektiğini bazen sessizce bazen yüksek sesle düşünüp dururuz.

Herşeyi biliyor oluşumuzla hiçbir şey yapmıyor oluşumuzun arasında Sabancıların midesinin tıkabasa doluluğu ile Afrikalı bir çocuğun midesinin boşluğu kadar fark vardır. Zaten bu dünyanın bunca berbat ve sefil oluşunun sebebi ne zenginlerdir ne de yoksullar. Bütün sorumluluk herşeyi bilip de hiçbir şey yapmayanların omuzları üzerindedir. Ya varoluş sancıları içinde ahlayıp vahlamaya devam edeceğiz, ya entelektüelliğimizle havalanacağız ya da bilmenin getirdiği sorumlulukları yerine getirerek dünyayı önce kendimizden başlayarak yıkıp değiştireceğiz.

Baran Sarkisyan

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu