Ekonomik krizler niçin çıkıyor?
Leo Huberman Doğum: 17 Ekim 1903 Amerika Birleşik Devletleri Ölüm: 9 Kasım 1968
“Bu ekonomik krizlerde yalnız varolan ürünlerin değil, daha önce yaratılagelmiş üretici güçlerin de büyük bir kısmı dönem dönem yok olur. Bu krizlerde, daha önceki bütün çağlarda akıl-dışı görünecek bir salgın yayılır — fazla üretim salgını. Toplum kendini birdenbire geçici bir barbarlık alanında bulur. Sanki bir kıtlık, evrensel bir yıkıcı savaş bütün geçim ve beslenme araçları stokunu kurutmuştur; endüstri ve ticaret yok olmuş gibidir. Peki, niçin? Çünkü, çok fazla uygarlık, çok fazla beslenme aracı, çok fazla endüstri, çok fazla ticaret vardır.”
Hayır, bu sözler dün yazılmadı.
Bu sözler, neredeyse yüzyıl önce, 1848’de Marx ile Engels’in yazdıkları Komünist Manifesto’da yer alıyor. Çok cüretli bir kehanet sayılmazdı — o dönemde birkaç yılda bir kapitalist toplumun başına gelen bir şeyi anlatıyordu. 1929’da on yaşından yukarı olanlar bunun böyle olmakta devam ettiğini bilirler. Alıntı bildik geliyor, çünkü dünyanın gördüğü en büyük ekonomik krizi [yani, 1929’da başlayan ekonomik krizi] yaşıyoruz.
Tarihin bütün dönemlerinde krizler olmuştur. Ama kapitalizmden önce olanlarla sonra olanlar arasında önemli bir ayrım vardır. Onsekizinci yüzyıldan önce en olağan buhran tipi kötü üründen, savaştan ya da buna benzer anormal bir olaydan doğardı; böyle buhranlarla yiyecek ve başka ihtiyaç maddeleri darlığı baş gösterir ve fiyatlar yükselirdi. Ama bildiğimiz buhranlar, kapitalist sistemin kuruluşuyla ortaya çıkan anormal olaylardan ileri gelmezler — ekonomik sistemimizin zorunlu parçasıdırlar. Bu buhranlar kıtlıktan değil, bolluktan doğar; bu buhranlarda fiyatlar yükselmez, düşer.
Kriz ve bunalımların öteki özelliklerini bilirsiniz: hem emek hem de sermaye için işsizlik, kârlarda düşme, hem üretim hem ticarette, endüstriyel etkinlikte genel bir yavaşlama… Bollukta yokluk paradoksu her yerde göze çarpar.
Hammadde mi eksiktir? Hiç bile. Pamuk üreticileri pamuklarını satmaya uğraşırlar… Sermaye eksikliği mi vardır? Hiç bile. Fabrika sahipleri sessiz fabrikalarında tezgâhların yeniden çalışmaya başladığını görmek için can atarlar… Emek darlığı mı vardır? Hiç bile. İşsiz tekstil işçileri alamadıkları pamukluyu yapmak için fabrikalara dönmeye fazlasıyla isteklidirler.
Hayır. Hammadde, sermaye ve emek,yani üretim için gerekli her şey hazırdır. Ama üretim yine de olamaz. Niçin?
Ekonomistler verilecek cevap konusunda anlaşamazlar.
Ama bir olgu üzerinde anlaşırlar. Zaten bu olguyu başlangıçta kavramazsanız, krizlerin nedeni sizin için kapalı bir kitap olmaya mahkûmdur.
Bu çok önemli olgu sadece şudur: Kapitalist toplumda metalar kullanım için değil, mübadele için üretilir, yani kârla değiş-tokuş edilmek üzere… Toplumumuzda madenlerin topraktan çıkarılması, ürünlerin biçilmesi, insanlara iş verilmesi, endüstri çarklarının işlemeye başlaması, malların alınıp satılması, ancak üretim araçları sahiplerinin —yani, kapitalist sınıfın— kâr etme fırsatını görmeleriyle mümkün olur.
Walter Lippmann Herald Tribune‘deki köşesinde 13 Temmuz 1934’te bunu açıkça dile getiriyordu:
“Büyük küçük bütün kapitalistler kâr etmek amacıyla yatırım yapmaya başlamadıkça, bu koşullarda durumun düzelmesi beklenemez. Madalya almak için yatırım yapmaz kapitalistler. Yurtseverlik adına veya kamuya hizmet olsun diye de kıllarını kıpırdatmazlar. Para kazanma fırsatını görürlerse işe girişirler. Bu, kapitalist sistemdir. Bu sistem böyle çalışır.”
Leo Huberman
Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, Çev. Murat Belge, İletişim Yayınları, Beşinci Baskı, 1991.