Arka Bahçemiz

Eleştiri, Özeleştiri ve Kapitalizmin Krizi Üzerine Notlar

Her fırsatta kapitalizmin sonunun geldiğini, tükendiğini ve kendiliğinden ortadan yok olacağını ortaya sürüyoruz. Bu, bizim arzumuz. Ancak arzular, istekler ve gerçekler arasında çelişkiler var. Kapitalizmi bir sistem olarak gerçekten yıkmak için, öncelikle onun güncel durumunu gerçekçi bir bakış açısıyla, tarihsel ve bilimsel olarak tespit etmek yeniden tanımlamak, bunun yanında ona karşı yeni mücadele biçim ve araçlarını yükseltmek gerekiyor bence.

Sosyalist sol, 200 yıldan fazladır kapitalizm eleştirisi yapıyor. Sosyalizm kelimesi ilk kez 1827’de İngiltere’de, Robert Owen’ın takipçilerini adlandırmak için kullanılmıştır. Yani 200 yıl bile olmamış, bu kelimenin ortaya çıkışı. İki tür ana sosyalizm anlayışı var: Birisi Marksist “otoriter, devletçi” sosyalizm anlayışı ki -bu anlayış egemen ve daha çok bilinen- anlayış olmuştur. Bu anlayışta, sistem sınıfsal bir bakış açısıyla “proletarya diktatörlüğü” üzerine kurulur. İkincisi ise sosyalizmin anarşist yorumu olan “liberter (özgürlükçü) sosyalizm.

Marksist sosyalizm anlayışı, reel sosyalist devletlere ideolojik temel teşkil etti. (Marksizmin bu ülkelerde ne derece doğru ele alındığı ve uygulandığı da ayrıca tartışılabilir); liberter sosyalizmin nüveleri ise Paris Komünü’nde görülebilir ve İspanya İç Savaşı’na da uzanır. Ancak, liberter sosyalizm total olarak hiçbir ülkede geniş anlamıyla hayata geçmemiştir.

Bu girişten sonra şu noktaya gelmek istiyorum. Sosyalizm, kapitalizm eleştirisi üzerine kuruldu başlarda. Kapitalizme eleştirel yaklaştı ve eleştirileri de doğruydu. Ancak Marksist sosyalizm anlayışı yükselirken, hep eleştirme üzerinde yoğunlaşan otoriter sosyalistlerin çoğu kendilerine yönelik eleştiri ile özeleştiriyi bir yöntem olarak hayata geçirmeyi kabul etmediler. En küçük bir eleştiriyi bile, “emperyalizme, kapitalizme” hizmet olarak nitelediler.

Örneğin Sovyetler Birliği döneminde yapılan iç eleştiriler de, “kapitalizme, emperyalizme hizmet etmek olarak” sunularak, eleştirilerin önü kesildi. Örneğin Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro, kendisini eleştiren Uruguaylı sosyalist avukat ve Organização dos Estados Americanos (OEA) Genel Sekreteri ve Uruguay’da Mujica hükümetinde bakanlık yapmış Luis Almagro’yu, “CIA ajanı, emperyalizmin avukatı” olarak suçladı. Mujica ise, yoldaşı Almagro’nun halkın avukatı olduğunu açıklamıştı. Demek ki aynı yöntem hâlâ sürüyor “sol” kanatta. “Beni eleştirirsen seni emperyalizmin işbirlikçisi ve ajan olarak ilan ederim.” yaklaşımıdır bu. Yani eleştirmeye alışmış, ama eleştirilmeye kapalı bir yapılanma egemen hâlâ dünya “sol”unda. Elbette özeleştiri yapan, eleştiriye açık sosyalist kişi ve gruplar da var sorgulayan. Ama bunların genelin içindeki etkileri çok az.

Emtia kapitalizminden entelektüel kapitalizme evrilmektedir süreç, bilim insanları da bunu böyle öngörmektedirler

Bakıyorsunuz aynı parti, örgüt ikiye, bazen de üçe bölündüğünde birbirlerini “küçük burjuva olmakla”, “emperyalizme, oportünizme hizmet etmekle” ve buna benzer suçlamalarla itham etmektedirler. Bunun adı “sol manipülasyon”dur. Her tür eleştiri, bu tür suçlama ve saldırılarla boğulmaya çalışılmakta, böylece eleştirinin önü kesilmeye çalışılmaktadır. Eleştirinin önü böyle kesilmeye çalışılsa da, bunda başarılı olunamaz. Çünkü nesnel gerçeklik hiçbir zaman sonsuza kadar manipüle edilemez, eninde sonunda ortaya çıkar. Bu nesnel gerçeklik, reel sosyalist ülkelerde yıkıcı bir biçimde ortaya çıkmıştır. Bu kaçınılmazdır. İçeride siz her tür eleştiriye kapalı olursanız, iç eleştiriyi engellerseniz, sonunda bir anda kendinizi mitoz bölünmeye uğramış bulursunuz. Sol hareketlerin tarihine baktığımızda bu bölünmelerin birçok örneğine rastlarsınız. Hatta bölünenler bile, kendi içlerinde bölünmüşlerdir. Bence bunda en büyük etken, eleştiriye açık olmamak, kendi doğrusunu dayatmak, hoşgörüden yoksun olmak, farklı düşünceleri gerektiğinde şiddet yoluyla bastırmak gibi uygulamalar gelmektedir.

Bu örgütlere bakarsanız, birçoğu aynı şeyleri savunsalar bile birbirlerini “düşman” olarak bile görenler vardır. Herkes kendisini gerçek Marksist olarak ilan eder. Leninist, Stalinist, Troçkist bazı örgütler de vardır. Peki neden bu kadar bölünme, kopma, hatta örgüt içinde bazen silahlı çatışmaya uzanan olaylar ortaya çıktı? İşte bu bence otoriter sosyalizmin başından bu yana hep eleştirme üzerine kuruluşu, ama eleştiriyi kabul etmeyişinden kaynaklanır. Bu coğrafyaya özgü etkenler de vardır: örneğin Osmanlı’dan gelen cemaat örgütlenmesini kopya etmek ve kendi içinde resmi ideoloji oluşturmak gibi. Özeleştirinin  de bir yöntem olarak işletilmemesi reel sosyalist devletlerin yıkılışına ve kendilerini yenileyememelerine yol açan etkenlerden birisiydi. Hep eleştirirseniz, kendinize yönelik en küçük bir eleştiriye bile düşmanca yaklaşabilirsiniz.

Kapitalizmin krizi üzerine birkaç not

Adam Smith ve Marx’a yapılan eleştirilerden birisi de ekonomi yasalarını değişmez ve determinist bir yaklaşımla ele alarak, geleceğin toplumunun nasıl olacağını önceden ilan etmeleridir. Ancak günümüzde ekonomi yasaları da değişmez olarak görülmüyor ve birçok farklı faktöre bağlı olarak eşitsizliği bir yönden diğerine itecek determinizme sahip değiller. Farklı güçler rol oynayabilir. Tek bir nedenden yola çıkarak yapılan açıklamalar günümüzde yetersiz kalıyor ve günümüzü açıklamaktan da uzak kalıyor. Bu yüzden günümüzdeki gelişmeleri yeni bir bakışla yakalayarak, güncellemek de gerekiyor.

Her fırsatta kapitalizmin sonunun geldiğini, tükendiğini ve kendiliğinden ortadan yok olacağını ortaya sürüyoruz. Bu, bizim arzumuz. Ancak arzular, istekler ve gerçekler arasında çelişkiler var. Kapitalizmi bir sistem olarak gerçekten yıkmak için, öncelikle onun güncel durumunu gerçekçi bir bakış açısıyla, tarihsel ve bilimsel olarak tespit etmek yeniden tanımlamak, bunun yanında ona karşı yeni mücadele biçim ve araçlarını yükseltmek gerekiyor bence.

Diğer yandan üretimde giderek otomasyon kullanılması, robot yapan robotların hızla yaygınlaşması, gelecek yüzyılda insanlığın büyük bölümünün işsiz kalmasına yol açabilir. Bilim insanları bunu öngörüyor. Ve bir gün proletarya ortadan kaybolabilir. Belki de geleceğin çelişkisi iki sınıf arasında, artı değer üretmeyen yoksullar ve sistemi elinde bulunduran elit egemenler arasında olacaktır. Arz-talep ilişkileri yalnızca egemenlerin kendi içinde var olabilir. Yoksul insanlar çalışmadıkları ve alım gücüne de sahip olmadıkları için onlara yönelik üretim de yapılmayabilir, kapitalizm evrim geçirerek daha mikro bir yapıya bürünebilir. Bunların hepsi olasıdır. Gidişat da o yöndedir. Emtia kapitalizminden entelektüel kapitalizme evrilmektedir süreç, bilim insanları da bunu böyle öngörmektedirler (Örneğin Michio Kaku gibi). Kapitalizme ve iktidar ilişkilerine bir de bu gözle bakmak yararlı olacaktır. Ki örneğin 2018 yılında 1,3 milyon yapay zekaya sahip robot devreye girecek ve milyonlarca işçi işsiz kalacaktır. Bir robotun insan işçiye göre yüzlerce katı iş ve üretim yapabildiği düşünüldüğünde, tek bir robot en az 100 işçinin işini kaybetmesine neden olabilir. Çünkü 19. yüzyıldan bakıldığında bunlar öngörülmüyordu. Bu, günümüzün gerçekliğidir ve yeni bir değerlendirmeyi hak etmektedir.

Bugün sadece ekonomi yasalarının tek başına belirleyici olmadığı, birçok faktörün -ki bunlar değişken olabiliyor- aynı zamanda belirleyici olabildiği görülüyor. Örneğin fizik yasalarının bile kapitalizmin krizleri ve sarsıntıları ile ilgisi olabilir. Örneğin Moore yasasının çöküşü, (Bu yasa, her 18 ayda bir tümleşik devre üzerine yerleştirilebilecek bileşen sayısının iki katına çıkacağını öngörüyor) kapitalizmin bir sarsıntı geçirmesine neden olabilir. Çünkü ortada dönen trilyonlarca dolar vardır. Fizikçiler bunu da tartışıyor günümüzde.

Kapitalizm, bugüne dek birçok kriz geçirdi. İlk büyük kriz 1873 yılında görüldü. İkinci kriz “büyük bunalım” yıllarında 1929’da ortaya çıktı. Kapitalizm bu krizlerin sonucunda kendiliğinden çökmeyecektir. 1929’dan 2000’li yılların başına dek irili ufaklı krizler yaşandı. 2007 yılında ABD’deki finansal sarsıntı ve çöküşler yeni bir krize yol açtı. Öyle ki kapitalizm kendisini krizlere de uyarlıyor, kriz ortamı içinde de varlığını devam ettirebiliyor. Bu son krizin sürekliliği de konuşuluyor.

Yani “kapitalizm çöktü, bitti, oldu” demek kendimizi kandırmaktan başka bir sonuca yol açmıyor bence. Kapitalizm, kriz ortamında da gelişmesini sürdürüyor. Önce sistemi gerçekçi bir bakışla daha geniş perspektifle, -salt ekonomi yasalarından yola çıkarak değil-, tahlil etmek, ve ondan sonra ona karşı mücadele yöntemlerinin nasıl olabileceğini ortaya koymak ve bunu da gerçeklerden kaçmadan, bilimsel gelişme ve öngörüleri de dikkate alarak diyalektik biçimde yapmak gerektiğine inanıyorum.

Kapitalizm ne zaman yıkılacak?

150 yıldır kapitalizme ha yıkıldı, ha yıkılacak, bugün olmazsa yarın diye bakılıyor. Marx, kendi döneminde, biraz da konjonktürün getirdiği bir bakışla “haklı olarak”, kapitalizmin sonunun çok yakın olduğunu düşünüyordu. 19. yüzyıldan bakıldığında kapitalizmin sonunun yakın olduğu öngörülebiliyordu. 1848 Avrupa Devrimleri, 1871 Paris Komünü ve birçok toplumsal mücadele ve gelişmeler o yöndeydi. Çünkü o yıllarda işçi sınıfı ve emekçilerin eylemlilikleri ve örgütlenmeleri Avrupa’yı baştan aşağıya sarsıyordu. Ama yanıldı. Lenin de daha iktidara geldiği ilk hafta Almanya’da sosyalist bir devrim olmasını bekliyordu. O da yanıldı

Tarihte kapitalizm kadar eleştirilen bir ideoloji yoktur. Kapitalizm, eleştirile eleştirile hayatta kalmayı, kendisine yeni yollar, yeni düzenler bulmayı becerdi, beceriyor. Kriz içinde olsa da, krizle yaşamayı, ayakta kalmayı öğrendi. Bir süper bakteri gibi oldu neredeyse, hiçbir ilaç onu yok etmeye, ortadan kaldırmaya yaramıyor. Bu şuna benziyor, bir böcek ilacını bazı böcekler üzerinde deniyorsunuz ama birkaç kuşak içinde böcek o ilaca dayanıkla hale geliyor ve artık aynı ilaç onu öldürmüyor.

Elbette bir gün kapitalizm ortadan kalkacak, miadını dolduracak ve insanlık daha adil, eşitlikçi bir sistemi kuracaktır, buna inanıyorum. Ama o gün çok yakın mı acaba? Kapitalizm kendi kendini yok mu edecek? Belki bir gün öyle olacak, ama kendi kendine yıkılmasını beklemek demek, ona teslim olmak anlamına geliyor aynı zamanda.

Sosyalizm düşüncesi ise, (özellikle de otoriter, devletçi sosyalizm) eleştiriye izin vermedi. Bunun yerine cezaevlerini doldurdu. Jakoben bir anlayış egemendi. Muhalifler ortadan kaldırıldı. İfade özgürlüğünün olmadığı totaliter bir rejim oluşturuldu. Rosa Luxemburg, Sovyetler Birliği’nde oluşturulan sistemi eleştiriyor ve sosyalist demokrasi olmadan olmayacağının altını çiziyordu.

Kapitalizm eleştirile eleştirile hayatta kaldı, ama “reel sosyalizm” eleştiriye izin vermediği için çöktü, daha doğrusu reel sosyalist devletler çöktüler. Eğer siz insanların kendilerini ifade etmelerini engeller, onu bastırmaya çalışırsanız bir yerden patlar sistem.

İşte kapitalizm bunu keşfetti, burjuva demokrasisinde bireyin şiddet uygulamadığı sürece istediği düşünceyi öne sürebilmesini sağladı. Böylece kendi ömrünü uzattı. Krizlerle de olsa yaşamayı başardı.

Kapitalist burjuva demokrasisinde gerçek bir özgürlük yoktur. Ama yine de totaliter bir rejimden, göstermelik de olsa daha fazla demokrasi vardır. Bunu şöyle de kıyaslayabiliriz, kapitalizmin olduğu ama burjuva demokrasisinin değil, totalitarizmin, tek adam sisteminin egemen olduğu bir rejime sahip olan Türkiye’deki sistemle, Avrupa ülkelerindeki burjuva demokrasisi arasındaki fark gibidir. Oralarda gazeteciler yazarlar hapse doldurulmazlar düşünceleri nedeniyle, ya da çok azdır böyle örnekler. Oradaki sorun, sömürü, özel mülkiyet ve gerçek anlamda ekonomik ve siyasal bir eşitliğin olmayışı sorunudur. İşte aynı şekilde reel sosyalist devletler de totaliterleşti.

Eğer kapitalizme karşı sosyalizmin yine güçlü bir alternatif olmasını istiyorsak, onu özgürlükçü bir şekilde tasarlamamız gerekecektir. Yoksa eğer, yapacağınız devrim, burjuva demokrasisinde bile var olan hakları geri alacak ve çok daha geriye düşecekse, 1800’lü yıllarda olduğu gibi insanları, emekçileri peşinizden sürüklemeniz imkansızdır. Onun için getireceğiniz sistem daha ilk günden burjuva demokrasisinden ileri olmak durumundadır.

Eğer kapitalizmin kendiliğinden yıkılmasını beklersek, daha çok bekleriz diye düşünüyorum. Bir sistemin yıkılmasını beklemek yerine, ona gerçekten alternatif ve pratik yaşamda olduğu kadar teoride de, ona alternatif bir sosyalizm üzerinde düşünülmelidir. Ve bu sosyalizm özgürlükçü olmak zorundadır. Çünkü Einstein’ın dediği gibi, “Aynı şeyleri yapıp, farklı sonuç beklemek aptallıktır.

İşçi sınıfı temelli sınıf ideolojisi yerine, bütün ezilenleri (ezilen halk, grup, kesim, birey…) kapsayan bir perspektif geliştirilmelidir. Örneğin otomasyon nedeniyle yakın geleceğin sorunu hiçbir artı değer üretmeyen işsiz yoksul kitleler olacaktır. Ben gerçekliğe tek bir sınıf açısından değil de, ezilen yoksul bütün kesim, birey, grup, toplumsal sınıflar açısından bakıyorum. Yani Maletesta’nın dediği gibi “Bu sınıf ekonomik, politik ve moral bakımdan tutsak edilmiş tüm insanların sınıfıdır.”

Ayrıca sınıfsal olarak bakma meselesine gelince tarihte reel sosyalist devletler de insanları “sınıfsal bakmamakla” “küçük burjuva” olmakla vs.. suçladılar. Yani sınıfsal bakma meselesi de göreli. Sana göre birisi sınıfsal bakmıyor olabilir, ama diğerine göre sınıfsal bakıyordur.

Herkes istediği yöne çekebiliyor. Böyle yaklaştığımızda her tür eleştiriyi “burjuva” sınıfına sokabiliriz. Yani özünde düşünce özgürlüğünü bu gerekçeyle engelleyebiliriz ki, tarihte de aynen böyle oldu.

Bence hiç kimsenin özgürlüğü bir diğeri için tehdit oluşturmaz, diğerinin sınırlarını geçmez. Özgürlükler birbirlerini sınırlamaz ama çoğaltır diye düşünüyorum. Bakunin’in dediği gibi, ” Bir insanın özgürlüğünün bir başka insanın özgürlüğüyle sınırlandığı doğru değildir. İnsan, tümüyle hemcinslerinin serbest rızasıyla akseden ve tanınan kendi özgürlüğünce gerçekten özgürdür, onların özgürlüğünde doğrulama ve genişleme bulur. İnsan yalnızca esitçe özgür insanlar arasında gerçekten özgürdür; bir tek insanın bile köleliği tüm insanlığı çiğner ve herkesin özgürlüğünü etkisiz hale getirir.”

Şöyle bir şey okumuştum yıllar önce: “Eğer yapacağınız devrim, şimdikinden daha geri bir sistem getirecekse, devrim falan yapmamak gerek!”

Çünkü Bakunin’in dediği gibi, “Bizler sosyalizm olmadan özgürlüğün ayrıcalık ve adaletsizlik olduğuna, ve özgürlük olmadan sosyalizmin kölelik ve şiddet olduğuna inanıyoruz.”

Erol Anar

 

Dünyalilar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu