Bazı ölümler birbirini besler. Örneğin, Cevahir’i vurdular önce, Arkadaş Zekai Özger öldü peşi sıra.
Sivas’ta yaktılar onca insanı, Rıfat Ilgaz üç gün dayanamadı bu acıya. Ve Mehmet Zeki Tekiner’i vurdular Nevşehir’de, evinin sokağında, sokak ortasında. Onun acısı bunu, bunun acısı bir diğerini besledi durdu. Acılar birbirlerini tanır oldu. Acılar birbirlerinin yarasını sarar oldu. Bir acı bir başka acının merhemi olmaya başlamışsa bir yerde, orada insan kendinden utanmalıdır.
Bazı acılar birbirini tanır. Bazı gözyaşları aynı denize dökülür.
Ve katiller de birbirini besler. Sivas’ta yanan insanlara sırıtarak bakanlarla, 10 Ekim’de Ankara Garı’nda katledilenlere bakarken, “İstifa edecek misiniz?” sorusuna sırıtarak yanıt verenlerin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğüdür yaraların asıl adı.
Ne yakanın eksildiği, ne vuranın azaldığı bir ülkede insana ait ne varsa dağılmış, dünyaya ait ne varsa ölüm kokar olmuştur artık. Dağılmaya direnen bütün kavramlar, görüntüler ve dahi kelimeler çürümeye terk edilmiştir. Yağmur Uğur Mumcu’da çürümüştü, bulut Roboski’de, sis Sivas’ta, dere Zilan’da, dağ Dersim’de, kar Nuh Köklü’de, aşk 10 Ekim Ankara Garı’nda, emek Ermenek’de, çocuk Berkin’de, üflediğinizde küllerini dünyaya savuran Karahindiba çiçeği Ali İsmail’in ellerinde… Ve daha nicesi nice yerde. Etraf artık açık bir yara, dinmeyen bir sızıdır insan olana.
“Erken ölen mintanıyla gömülsün” demişti Arkadaş. Mintanıyla gömülenlerin yaktığı türküdür: “Cemal’in giydiği ketenden yelek/ Al kana boyanmış don ile gömlek/ Bize nasip değil ecelnen ölmek…”
Ecelin insanı unuttuğu bir coğrafyada bunu bilmek ürkütse de korkutmuyor insanı. Ve yine biz biliyoruz ki ne hakkımızda ferman bitti, ne de katilin katili beslemesi. Biliyorum, ne katiller tükendi ne de ölüm fermanlarına hoşt diyecek “Çifte su verilmiş/ Gök mavisi pusatlar”. Biliyorum ve bilmek ürkütse de korkutmuyor beni.
Çünkü açılan hiçbir yara kapanmaz insan ruhunda. Ve her yara bir öfkedir aslında.
Ve her bir yaranın hesabının sorulacağına olan keskin ve onulmaz bir imandır insanı aç kılmaya, bitkin kılmaya, yoksun kılmaya, aciz kılmaya çalışanlara inat dimdik kalan ayakta. Aşktır bu. Ölümler birbirini besliyorken, katiller, acılar ve gözyaşları birbirini tanıyorken, bazı gurbetler vatan, bazı vatanlar gurbet olmuşken aşktır bu.
Çok kişi ölmüştür, çok civan gitmiştir, çok yiğit dalından kırılmıştır. Belki daha nice ferman sıradadır. Ama aşktır bu. Arkadaş Zekai neyse Ali İsmail odur, aşktır bu. Yürekte açılan yaradır Ethem, asla kapanmaz, ama aşktır bu. Ölenler dövüşerek ölmüş ve güneşe gömülmüştür, aşktır bu. Çürüyen dünyaya, sözlere, kavramlara, yollara, kentlere ve insana inat, acının acıyı tanıdığı, gözyaşının gözyaşını bildiği bir aşktır bu. Bazı katiller birbirini beslemeye devam etse de, aşktır bu. Ve destanı elbet bir gün yazılacaktır. Ölümse yalnızca bir nefeslik söylence olarak anılacaktır. Çünkü aşktır bu. Erken ölenin mintanıyla gömüleceği onulmaz bir aşk.
Ali Murat İrat
Dünyalılar (www.dunyalilar.org)