Eskisi gibi ölmeye başladık. Bu ülke en iyi bildiği şeyi sergilemekten çekinmiyor yine. Ölümler olmasın diye daha fazla ölmenin meziyet olduğu bir ülke burası.
Siyasetse kan deryasına dönmüş bir geçmişten temiz bir gelecek üretebilmenin yollarının arandığı bir mecra. “Biz analar ağlamasın diye kefenimizi giyip bu yola çıktık” diyenlerin kırılan bir bankamatiğin önünde secdeye durması biraz da. “Analar ağlamasın” diye çocukların daha fazla öldürüldüğü ve suçun hep başkasında olduğu bir ülke Türkiye. “3-4 füze sallatırım Suriye’ye gireriz” diyenlerden provokasyonları önlemesini beklediğimiz ülke. Cebinden çıkan bilyelerin bir çocuğu kolayca “terörist” yapmaya yettiği ve 14 kiloluk çocuk cenazelerinin yuhalatıldığı, azınlık tarafından yönetilen samimiyetsiz ve kalabalık bir ülke.
Bazılarının yüzyıldır sözde “kardeş” dedikleri Kürtler Işid tarafından katlediliyorken susanların ve gözünü katliamdan kaçırıp kamu mallarına dikenlerin olduğu bir ülke. Ayakkabı kutularında sıfırlanmak üzere kaçırılırken kamu malı olmayan paraların aynı bankanın bankamatiğinde kamu malı haline dönüştüğü bir yer. Gayri-sünni yurttaşlardan da toplanan haraç gibi vergilerle, Allah’ın önünde en ön safta secdeye duran imamlarına haram para yedirten kamu malıcıların dünyası.
Onlar yangında ilk kurtarılacak şey olarak mallarını görenler. Alıp satabildikleri otobüsleri, bankamatikleri, kaldırım taşlarının dökümünü çıkarıp, her gösteriyi onunla değerlendirenler. Onlar hiç bilemediler demokrasi denen şeyin her şeyden önce bir dokunma rejimi olduğunu. Hayatı boyunca o bankamatiğe dokunacak kadar parası olmayanların gösterdiği şiddeti dillerine dolarken boğazlanan insanlardan akan kanı seyredenler.
Kobane düştü-düşecek derken nasıl bir heyecan duyduklarını anlamak hiç de zor değil. Şimdi daha net biliyoruz ki, her gün daha fazla can giderken gözünü maldan hiç ayıramayanların yönettiği değişmesi şart olmuş bir ülke burası. Yanı başımızda, Kobane’de ise kamu malı kalmadı zaten. Hatta hiç kimse kamunun malının derdinde değil. Kendi mallarının derdinde de değil. Ve hatta onlar kendi canlarının derdinde bile değil. Onlar kamunun malının değil canının derdine düşmüş durumdalar. Kobane’de savaşanlar için söyleyebileceğiniz hiçbir şey yoktur. Onlar için ya ölümü ya da kalımı savunabilirsiniz ve her iki halde de safınız açıktır ve bellidir. Ya Kobane’den yanasınızdır ya Işid’den. Ortası yoktur. Pazarlıksızdır. Kobane birileri için yurttur ve hiçbir yurt pazarlığa gelmez. Yani Kobane Keşan gibidir, Kobane Iğdır gibidir, Kobane İzmir gibidir. Parayla alınıp satılamaz. Pazarlıklara konu edilemez. Ve bir yurt için dövüşenin kim olduğunun hiçbir önemi yoktur.
Pazarlıklarla dünyayı alıp satanlarsa yurt demenin can demek olduğunu bilmez. O nedenle can’dan evvel gözü maldadır. O nedenle savaşta ölenlerin değil kalanların hesabındadır. Kobane için kamu malı kalmamıştır. Kobane artık kuru topraktan ibarettir. Yıkılmış, delik deşik olmuş ama sahibini bilen bir topraktır.
Biz, Kobane’de, ötesinde ve berisinde Türkmenler katledildiğinde nasıl ses çıkardıysak, nasıl bağırları açıp bağırdıysak alabildiğine; ölenlerin dili, dini, imanı, cinsiyeti nasıl önemli değildiyse ve katledenlerden tek farkımızın bu olduğunu çok iyi bildiysek; Ezidi kadınları köle pazarlarında satıldığında ne kadar aşağıladıysak erkek ve kadın oluşumuzu; Türkmenin, Arapın ve Kürdün kanı ellerimize bulaştığında ne kadar iğrendiysek kurduğumuz devletlerden, yine haykırıyoruz. Ölenin kim olduğuna bakmaksızın ve haklılığını unutmaksızın.
Oysa birileri akan kanlara bakmadan ellerini cebine atıp mallarına bakıyor. Birileri insanlar öldükçe zenginleşiyor. Birileri civan gençler birbirini kırdıkça iktidarını sağlamlaştırıyor. Türkiye bugün birileri için cenaze evidir artık. Başka birileri için ise belli ki düğün yeridir. Biz ne zaman unutacağız öldürmeyi? Ne zaman öteki saydıklarımızın dirisine de ölüsüne de sahip çıkacağız? Ne zaman “Ama onlar da…” diye başlayan cümleler kurulmayacak? İşte sorun tam da buradadır. O nedenle bugün Türkiye’de sokaklarda aslında vicdan ve vicdansızlık çarpışmaktadır. Bunca katliama ve ölüme karşın bu ülke insanının en iyi bildiğiyse hâlâ “eskisi gibi ölmek”ten başka bir şey değildir.
Ali Murat İrat
Dünyalılar