Arka Bahçemiz

Ey kafatası! Nerelisin? Hangi dindensin? Kime oy verirsin?

Milliyetçisiniz, ya da değilsiniz.

Dindarsınız, ya da değilsiniz.

Bir ulusa (millete) aitsiniz.

Türksünüz, Kürtsünüz, Arapsınız, Lazsınız, Çerkezsiniz, Almansınız, Russunuz, Fransızsınız…

Ve bir annenizle babanız var (veya vardı).

Dedeniz var(dı)… Ve dedenizin babası… Dedenizin dedesi… Atalarınız…

* * *

Milliyetçisiniz veya değilsiniz.

Bir “tarih bilinciniz” olduğunu düşünüyorsunuz.

“Kökleriniz”i önemsediğinizi vurguluyorsunuz.

“Geçmişiniz”e bağlı olduğunuzu dile getiriyorsunuz.

“Atalarımmm” diyorsunuz…

“Ecdadımmm” diyorsunuz…

“Tarihiniz”e sahip çıkıyorsunuz…

* * *

Nereye kadar?..

* * *

Geçmişiniz nereye kadar ilgilendiriyor sizi?

Kaç yıl? Kaç asır? Kaç kuşak? Kaç devlet?

Yoksa daha dedenizde tüketiyor musunuz bütün ilginizi?

Ya da tam tersine, “en gerilere kadar” gitmeyi önemli bir sorumluluk mu sayıyorsunuz?

“En gerisi” neresi peki?

Türklerin (Kürtlerin, Arapların, Lazların…) tarih sahnesine çıktığı dönem mi?

Müslümanlığın, Hristiyanlığın veya bir başka dinin doğduğu çağlar mı?

Neden “daha gerisi” değil?..

* * *

Acaba (ulus, din, ideoloji, siyaset vs. açısından) “kendimizi tanımlamak” için bütün yaptıklarımızın temel anlamı, “ötekiler”den farkımızın altını çizmek mi?

Yoksa “ötekiler”e ne denli “karşı” olduğumuzu, onları ne kadar “düşman” gördüğümüzü, kendimizle kıyaslayarak onları nasıl küçümseyip aşağıladığımızı ilan etmek mi?

Kendimizi, geçmişimizi, atalarımızı, ecdadımızı, ulusal ve dinsel köklerimizi ortaya koyarken amacımız “ötekilerden daha iyi olduğumuzu” kanıtlamak mı?

Farklılıklar buna mı yarıyor sahiden?

* * *

Ya ortak yanlarımız? Ya ortak geçmişimiz?

Yani dedelerimizden, atalarımızdan, ulusal ve dinsel köklerimizden daha gerideki tarihsel bağlarımız?

Kendimizi şu ya da bu görüşle, partiyle, siyasetle, dinle tanımlamak için çırpınıp dururken neredeyse unuttuğumuz iki heceli, beş harfli ve en kapsayıcı, en anlamlı kelime: “İNSAN”?

* * *

Evet, elbette haklısınız; “hepimiz insanız” demekle kolay kolay kimseyi heyecanlandıramazsınız ve kimseden oy alamazsınız!

Türküz, Müslümanız, Sünniyiz…

Ya da…

Ve mutlaka birilerine karşıyız! Hem de nasıl! Ölümüne karşıyız! Onları alt etmeye, mahvetmeye, yok etmeye hazırız!..

Alkış!.. Ve sloganlar!.. “Kahrolsunlar!”…

* * *

Bir kafatası bulmuşlar. Türkiye’den çok da uzak olmayan bir yerde.

Gürcistan’ın Dmanisi bölgesinde. Türkiye’ye sadece 150, bilemedin 200 km mesafede.

Epeyce yaşlı bir kafatası.

Çok eski atalarımızdan birine aitmiş. Ama çook, daha doğrusu çoooook eski…

1,8 milyon yıl önce yaşamış bir insana aitmiş.

Düşünün bir!..

1.800.000 yıl öncesi…

* * *

Ne Türk var ortada, ne Kürt… Ne Müslüman, ne Hristiyan… Ne AKP’li, ne CHP’li…

Olağanüstü bir mucize sonucu, son derece iyi durumda bulunan bir kafatası bu.

Ve insanların kökenine ışık tutacak, bilim insanlarının kitaplarını yeniden kaleme almasına yol açacak gerçekler içeriyor.

İnsanlığın belki 2,5 milyon yıl öncesine uzanan tarihinde, farklı türler arasında bugüne kadar gelen Homo sapiens (Latince “akıllı insan”) var. Ama Homo rudolfensis (ismi, ilgili fosilin bulunduğu Rudolf Gölü’nden geliyor), Homo habilis (“yetenekli insan”) ve Homo erectus’un (“dik insan”) modern insana evrilen aynı sürecin içinde yer aldığı söylenegeliyordu.

Gürcistan’da bulunan kafatası, son iki türün aynı özellikleri taşıyor olabileceği, yani tek bir tür sayılabileceği görüşünü güçlendirdi.

Bazı bilim insanları, Afrika ve Avrasya’da bulunan ilk insan fosillerinin farklı değil, aynı kökenden geldiklerini savunuyorlar.

* * *

Durun, hemen sıkılıp vazgeçmeyin okumaktan.

Geçmişimizden söz ediyoruz işte.

Köklerimizden. Tarihimizden.

Ne o, “tarih bilinciniz” buraya kadar ulaşmıyor mu?

“Atalarımmm” derken, “ecdadımmm” derken o kadar uzağa gitmekten çekiniyor musunuz?

Kaybolmaktan mı korkuyorsunuz?

* * *

Tıpkı yurtdışına çıkan pek çok Türkün acele bir hemşehri bulmaya çalışması gibi…

En azından bir Müslümana rastlayınca çocukça sevinmesi gibi…

Ya da taşradan İstanbul’a giden birinin, tanıştığı insanlara yönelttiği “Nerelisiniz?” sorusuyla cevap arasında geçen saniyelerde, onların kendi kentinden ve köyünden olmasını umması gibi…

Yalnızca dünyanızı değil, geçmişinizi de küçültüp daralttıkça kendinizi daha iyi hissediyorsunuz, değil mi?

Anlamak için pek çaba sarfetmediğiniz “ötekiler”e karşı sizin ve sizin gibilerin daha üstün olduğuna inanınca daha mı güçleniyor özgüveniniz?

Tesadüfen (evet, tümüyle tesadüfen) sahip olduğunuz ulusal, yöresel, dinsel, kültürel özelliklerinizi fazla abartmıyor musunuz?

Sadece “insan” olmak size yetmiyor mu?

Hakan Aksay

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu