Salgın sadece kapitalizmin küresel krizini tetiklemekle kalmadı, aynı zamanda krizi fırsata çevirmeye çalışan otokratik, totaliter rejimlerin, iktidarların sömürüyü, emekçiler ve yoksullar üzerindeki tahakkümü artırması için adeta bir araç haline geldi.
Mine Yıldız – Dr. Vrije Universiteit Brussel (VUB)
Dünyayı sonsuza dek değiştirecek bir pandemi ile karşı karşıyayız. Covid-19 bizleri eşi benzeri görülmemiş ve insanlığın birlikte yüzleşmesi gereken bir meydan okuma ile karşı karşıya bıraktı. Toplumu, ekonomiyi, örgütlenme biçimimizi, bu gezegende yaşama şeklimizi ve geleneksel politikayı derinden sorgulamamıza neden oldu. Koronavirüs sadece kapitalizmin küresel krizini tetiklemekle kalmadı aynı zamanda krizi fırsata çevirmeye çalışan otokratik, totaliter rejimlerin, siyasal iktidarların ve diktatörlerin sınıfsal sömürüyü, emekçiler ve yoksullar üzerindeki tahakkümü artırması için adeta bir araç haline geldi.
İNSAN MERKEZLİ ALGIYA MEYDAN OKUMA
18. yüzyıl Aydınlanma Çağı’ndan bugüne, bizim – homo sapiens – dünyanın hakimi olduğumuz genel kabul görmektedir. Dünyanın kaderi(!) bizim ellerimizde, bizler kıtaların, kara parçalarının, denizlerin, kısaca her şeyin sahibiyiz. Bitkilerin ve hayvanların genetik yapısını değiştirebiliriz. İnsanlık bu perspektifle çevresine bakar: “Etrafımızdaki her şey bizim için. Her şey bizim(!) olduğuna göre insan türüne en uygun şekilde kullanılabilir.”
Tamam: İnsan merkezli bu bakış açısına meydan okuyan bazı filozoflar var.
Tamam: Daha bütünsel bir bakış açısı için her şeye egemen/hakim insan rolünü sorgulayan ekolojik, çevre dostu fikirler var.
Tamam: İnsan yaşamını tehlikeye atabilecek iklim krizinin neden olacağı zorluklar var.
Ama şimdi bir şey çıktı: Çin’in ortasında bir virüs – görmek için mikroskoba ihtiyacımız olan, küçücük biyolojik bir varlık – Ve bu virüs tüm dünyadaki tüm insan yaşamını etkiledi.
Peki ya şimdi patron kim? Dünyanın, evrenin hakimi kim?
Tamam, bir aşı bulacağız, bu virüs belki yok olabilir, kaybolabilir.
Ancak bir şey kesinlikle kalacaktır – Kabul etmeliyiz ki dünyamız sadece tek bir türün (insanların) “Evrenin Efendisi” olarak kuralları belirlediği bir oturma odasından çok daha fazlası.
2020: 21. YÜZYILIN EN ÖNEMLİ TARİHLERİNDEN BİRİ OLMAYA ADAY
Her yüzyılın ana dönüm noktalarını temsil eden altı veya yedi yıl vardır. Geçtiğimiz yüzyıldan: 1914, 1918, 1939 ve 1945 (2.Dünya Savaşı dönemi), 1968 (küresel sivil itaatsizlik) ve 1989 (Soğuk Savaş’ın sonu ve world wide web’in icadı) gibi. 2020 yılı kesinlikle içinde bulunduğumuz yüzyılın şekillenmesine neden olacak, kilit rol oynayacak bir yıl olarak tarihe geçti. Ekonomi, küreselleşme, hareketlilik ve tüketime meydan okuyan ölümcül bir virüs. Hareket/seyahat özgürlüğünün geçici bir dönem için askıya alındığı insanların gönüllülük üzerinden evlerine kapandığı bir tür hapis hayatı dönemi.
2020’DEN ÖNCE VE 2020’DEN SONRA
Şu anda karşı karşıya olduğumuz değişimler (ve yakın gelecekte karşılaşacaklarımız) o kadar büyük ki, geleceği seçme konusunda eşsiz bir seçenekle karşımızda duruyor: Tek taraflılık/milliyetçiliğe karşı çok taraflılık, doğrusal ekonomiye (yaşadığımız kullan-at ekonomisi) karşı döngüsel ekonomi (yeniden dönüşüm), hidrokarbonlara karşı yenilenebilir enerjiler, egoizme karşı dayanışma, faşizme karşı enternasyonalizm.
Siyah kuğu bir metafor! Lübnan doğumlu ABD vatandaşı Nassim Nicholas Taleb, New York Üniversitesi Matematik Bilimleri Enstitüsü’nde ders veriyor. Taleb kitabında olağan beklentilerin dışında, sıradışı, olağanüstü bir etki gücüne sahip olayları tanımlamak için siyah kuğu metaforunu kullanır. Covid-19 öngörülemeyen sonuçlarıyla, beklentilerin ötesinde, tahmin edilmesi neredeyse imkasız ender bir durumu tanımlayan “siyah kuğu metaforunu” kullanmayı kesinlikle hakediyor. Hiç kimsenin öngöremediği, aklına gelmeyen, ansızın ve hazırlıksız yakalanılan olaylar zinciridir siyah kuğu. Etkisi derin ve çok büyüktür. Siyah kuğu metaforu bize, bir şeyin henüz meydana gelmemiş olmasının asla olmayacağı anlamına gelmediğini anlatıyor. Siyah kuğu Covid-19, yaşattığı şok etkisiyle gerçeklik algımızı değiştiriyor, bilmediklerimizin bildiklerimizin ötesinde olabileceği gerçeğini dikkati çekiyor (bkz. Nassim Nicholas Taleb “Siyah Kuğu-Olasılıksız Görünenin Etkisi”).
‘KÖTÜ ADAMLAR’ İÇİN ÖĞLEN VAKTİ
High noon İngilizce’de tam öğle vaktini imleyen bir söz kalıbı. 1952 ABD yapımı film “High Noon”, ülkemizde “Kahraman Şerif” ismi ile gösterime girmişti. Fimde Gary Kooper kasabanın şerifi Will Kane’i canlandırıyor. Şerifin görevinin son günüdür ve eşi Amy ile birlikte başka bir kasabaya taşınmayı planlamakta. Ancak yıllar önce yakaladığı Frank Miller ve çetesinin serbest kaldığını, intikam için kasabaya doğru geldiğini öğrenir ve Miller’a karşı kasaba halkından yardım ister. Ancak kasaba halkı ve tüm dostları farklı bahanelerle Kane’in yardım talebini reddeder. Bu sırada kasabanın ayaktakımı Şerif Kane’in Miller tarafından öldürülmesini özlemle beklemektedir.
Dini inançlarını gerekçe gözeterek Şerife yardımı reddeden karısı kasabadan ayrılmak üzere olan trene binip kalkışı beklemeye başlar. Yaklaşan tehlikeye karşı sessizliği seçen dostları ve kasaba halkı tarafından yalnız bırakılmış Şerif Kane, Miller ve çetesine karşı korkusuzca direnen tek kişidir. Öğlen saat tam 12.00’de kasaba meydanında Miller ve çete elemanları ile karşılaşan Şerif iki çete elemanını öldürür. Hareket etmek üzere olan trende bekleyen karısı dayanamaz, geri döner. Böylece şerif, karısı ve eski sevgilisinin yardımıyla Miller çetesinin işini bitirir. Etrafına toplanan halka küçümseyici ve tiksinen gözlerle bakan Şerif Kane yakasındaki rozeti yere fırlatır ve oradan ayrılır.
Filmde anlatılan Senatör McCarthy’in ABD’de başlattığı komünist avı karşısında entelektüellerin suskun kalmasının bir alegorisidir, halkın suskunluğuna bir eleştiridir. Bu arada filmin senarist ve yapımcısı Carl Foreman’ın komünizm sempatizanı olduğunu ve film gösterime girmeden önce ABD’yi terk etmek zorunda kaldığının altını çizelim.
Macaristan Parlamentosu geçtiğimiz ay, 2010 yılından beri görevde olan sağcı Başbakan Viktor Orban’a “koronavirüs salgını boyunca” ülkeyi kararnamelerle yönetme yetkisi verdi (sınırsız ve süresiz tam yetki). Buna göre hükümet gerekli gördüğü uygulamaları parlamentonun onayına ihtiyaç duymadan, kararname çıkarak yürürlüğe koyabilecek, yürürlükteki bazı yasaları iptal edebilecek. Mültecilerin, Avrupa’nın Hıristiyan geleneğine zarar verdiğini öne süren Orban mülteci akını sırasında Sırbistan ile sınırına 175 km’lik dikenli tel çektirmişti. 500’den fazla medya kuruluşunu kendisine bağlayan Orban, devasa bir ideolojik propaganda aygıtına sahip. Muhalifler Victor Orban’a “Victator” diyor. Orban otoriter rejim için Covid-19 salgınını bahane olarak kullanan liderlerden birisidir.
Avrupa’nın en sıkı kürtaj karşıtı kanunlarına sahip olan ülkelerden birisi olan Polonya’da, “Hukuk ve Adalet” partisi coronavirus salgınını kürtaja daha fazla kısıtlama getirmek için kullanmaya başlamış durumda.
Filipinler’de Diktatör Rodrigo Duterte polise, uyuşturucu satıcısı olduğu tahmin edilen kişileri öldürme, ateş açma iznini vermişti. Şimdilerde pandemiyi gerekçe göstererek polis teşkilatına ve orduya, karantina hükümlerine uymayanları vurabileceklerini söylüyor.
Pandeminin ilk günlerinden bu yana baskıcı hükümetler bunu bir fırsata dönüştürmüş durumda, bu süreçten kendi diktatörlüklerini yeniden üretmek üzere siyaseten yararlanma çabası içinde oldukları aşikar. Kriz, temel hakları, insan hak ve özgürlüklerini, emekçi haklarını, basın özgürlüğünü yok etmek için bir araç olamaz.
Peki bu film senaryosunda rolünüz ne? Kötü adamlara karşı mücadelede şerifi yalnız bırakan dostları ve/veya halk gibi susmak mı, yoksa Frank Miller Çetesinin gelişini bekleyen ayaktakımı gibi elini ovuşturarak sırıtmak mı? Yoksa Şerif Kane gibi tek başına kalsanız da kötü adamlara, diktatörlere ve faşizme karşı mücadeleden asla vazgeçmemek mi?
Bu yazı ilk olarak Birgün Gazetesi’nde “Kötü adamlar için ‘high noon’* vakti” başlığıyla yayınlanmıştır.
Dünyalılar