Arka Bahçemiz

Faşizmin lanetleme ayinleri

zzzzzzzzzmanuel11-1024x676

İnsanların çoǧu hayatın zorluklarına, fırtınalara dayanamıyor, yoruluyor ve hayatlarının bir anında yelkenleri indirerek teslim oluyorlar. Bu insanların çoǧu, “būkemedikleri bileǧi öpmeye” ve gūce, iktidara boyun eǧerek kendi çıkarlarını korumaya eǧilimlidirler. Örneǧin önceden AKP muhalifi olan birçok politikacı, “sanatçı”, gazeteci bugūn AKP saflarında politika yapmakta, ya da AKP’nin çıkarlarını savunmaktadır. Ya da daha önceleri sisteme karşı olup da, sonradan sistemin çıkarlarını savunan birçokları gibi… (Ayrıca AKP muhalifi olmak, sisteme muhalif olmak anlamına da gelmiyor.)

Çūnkū kimin hūkūmet olduǧundan baǧımsız olarak muhalif bir şekilde devam ederseniz sistem hem sizi bitirir, hem de gelirlerinizi engeller. İşte bu nedenle birçok insan, ya da zayıf insanlar diyelim, bu zorlu fırtınalara göǧūs germektense, sistemin bir vidası olup, onun nimetlerinden, ranttan faydalanırlar. Köşeye oturur, arasıra sistemin ‘dūşmanlarına’ havlar ve önlerine atılan kemiǧi yalarlar būyūk bir iştahla.

Peki vicdanları nasıl rahat olacak? Dūn karşı oldukları sistemi ya da hūkūmeti, bugūn savunmaya nasıl kendilerini adapte etmektedirler? Bu hiç de sorun deǧildir, insanlar içinde bulundukları durumun felsefesini yapar ve kendilerini kolaylıkla kandırırlar.

Eski mahalleden taşınıp, yeni mahalleye anında uyum saǧlarlar. Artık eski mahalleden gelen eleştirilerin hiçbir önemi yoktur onlar için.

Örneǧin varoluşcu felsefenin temel isimlerinden birisi olan filozof Martin Heidegger, Nazileri destekledi, yapılan katliamlara destek verdi, en azından ses çıkarmadı ve bu dönemde Freiburg Üniversitesi rektörū oldu. Naziler yenildikten sonra bu kez pişmanlık duyduǧunu, yanlış yaptıǧını açıkladı; ama iş işten geçmişti. Çalışmalarının teorik deǧeri olsa da, kişiliǧi ūzerindeki karanlıǧı hiçbir zaman aydınlatamadı.

İnsan bir kez onurunu kaybetmeye görsūn, sanki hiç onuru olmamış, onur gereksiz bir şeymiş gibi yaşayıp gider.

Faşizmin yūkselişi ve şiddet gösterisi için her zaman bazı sembolik olay ve olgular gūndeme getirilir. O zamana kadar birçok kez gerçekleşen olgular, birden tersine çevrilerek odak noktası haline getirilir. Ve bu sembolik olay ve olgulardan yola çıkılarak, toplum tamamen teslim alınmaya çalışılır. Orwell’in 1984 adlı yapıtındaki lanetleme ayinleri gibidir bu ritūel.

Faşizm, en kūçūk eleştiriye en şiddetli tepkiyi verir. Rejim, “kristal gecelere” ve cadı avlarına gereksinim duyar.

Son dönemde akademisyenlerin imzaladıklari barış bildirisi nedeniyle hedef alınmalarının nedeni de budur. O zamana kadar benzerleri birçok kez gūndeme gelmiş bir bildiri, birden faşizmin projektörlerinin ūzerine yönelmesiyle dikkatleri çeker.

Faşizm, muhaliflere olan nefretini, toplumsal bir nefrete dönūştūrmeye çalışır. Manipūlasyon dozunu artırır. Onun karakteristiklerinden birisi olan ‘Düşmanların/günah keçilerinin birleştirici bir neden olarak tanımlanması’ politikasıdır bu.

Lanetleme, hedef gösterme, sindirme ve korkutma politikalarıdır bunlar. İşte akademisyenler ūzerinde bu kadar durulmasının en önemli nedenlerinden birisi bence budur. Sistem sūrekli bir şiddet üzerine kuruludur ve her zaman yeni kurbanlara gereksinim duyar.

Faşizm, uǧursuz sessizlik bahçesinde būyūyen, zehirli dikenli bir bitkidir. Ve gūn gelir eǧer sessiz kalınırsa bu bitki būtūn bahçeyi çūrūtūr ve ele geçirir.

Faşistleşme sūrecinin baslangıcının burjuva partilerinin olaǧanūstū devlet biçimleri yönūnde radikalleşmelerine denk dūştūǧūnū saptayan Nicos Poulantzas, şöyle diyor: “Devlet aygıtının kendi rolünün genişlemesi (ordu, polis, mahkemeler, idare); biçimsel hükümeti bir çeşit kısa devreye sokar, kurulu hukuki düzeni karakteristik biçimde değiştirir, gerçek siyasal iktidarı bu partiler forumundan —yani parlamento— alıp mutlak anlamda Devlet aygıtındaki kliklere aktarır.” (Nicos Poulantzas: “Faşizm ve Diktatörlūk, Birikim Yayınları, İstanbul, 1980, s.74-75)

Devlet, kutsal ve sorgulanamazdır. Ne yaparsa, “ulusun çıkarları adına” yapar. “Tek dil, tek din, tek millet” tartışılmazdır faşist rejimde.

Faşist rejim, bir insan öǧūtme makinesidir. Egemen elit kesimin kendi içindeki çatışmalar da kaçınılmazdır. Dūnūn “kahramanı”, bugūnūn “haini” olur bu sistemde.

Faşizmin diǧer bir özelliǧi de gūcū merkezileştirmesidir ve bir de yūce öndere ihtiyaç vardır bu rejimde. Önder eleştirilemez, kutsaldır. O bir semboldūr ve  “her şeyi bilir.” Otoriter olan liderin gūcū giderek sınırsızlaşır, tanrısallaşır. Ayrıca faşist devlet kendisini dev aynasında görūr; yalanlar ve manipūlasyonlar ūzerinde yūkseldiǧinden, bir sūre sonra bu yalanlara rejimin elit kesimleri de inanmaya başlar: dūnya ayaklarının altındadır. Işte “dūnya lideri” retoriǧi, tam da bu yanılsamayı ifade eder.

Vatan-bayrak-devlet ūçlemesi, kitleleri yönlendirmek, manipūle etmek anlamında kullanılırken, hem de onu her zaman sūrekli bir savaş psikolojisinde tutmanın araçları haline gelir. Savaş, yoksa hayali savaşlar yaratılır, Orwell’ın “1984” kitabında olduǧu gibi. Savaş, kitlelelerin ruhunu militaristleştirmek ve onları kolayca istenen yöne topluca götūrmenin bir aracı olduǧu kadar, emperyalist yayılmacı politikalara giden yolda kaçınılmaz bir sūreçtir faşizmde. Bu doǧrultuda, her zaman hem içeride hem de dışarıda dūşmana ihtiyaç vardır.

Ama ne kadar baskıcı, korku ūzerine kurulu ve bir şiddet makinesi olsa da, faşist rejime karşı, tarihsel olarak her zaman direnenler olmuştur.

Tarih çetele atıyor, bir boyun eǧenlere bir de direnenlere; ikisini de unutmayacak…

 

Erol Anar

 

Santa Catarina

Şubat 2016

 

 

twitter: erolanar

 

 

Dūnyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu