Uzun bir süredir günlük konuşma dilinde sıklıkla kullanılan bir sözcük var: Aynen. Eğer dil bir kültür aktarımıysa, aynencilik nasıl bir kültürün aktarımıdır? Fikirsizliğin, umarsamazlığın bir kültürü olabilir mi? Niye olmasın, hiçbir kültür verili sistemden ayrı düşünülemeyeceğine göre, mümkündür.
Günümüzde Türkçe ortalama 400 kelimeyle konuşuluyor denilse de bu hepimizin tecrübesiyle sabittir ki, bu sayı biraz abartıdır. Ortalama bir insan gün içerisinde 100 kelimeyi aşıyor mu? Çoğunluk için, gün çalışmayla, uyumayla, televizyon ve internet eğlencesiyle ve tüketimle öldürüldüğü düşünüldüğünde durum daha berraklığa ulaşmış olur.
Karşılıklı bir konuşmada, karşımızdakinden duyduğumuz veya kendimizin sıklıkla kullandığı ”Aynen” zarfını mercek altına almamız gerekiyor. Karşınızdaki size veya siz karşınızdakine bir dert yanıyorsunuzdur ya da bir konuda fikir beyan ediyorsunuzdur. Ama ara ara sohbete katılma veya bir yaşam belirtisi olarak ‘aynen’ler kullanılır. Yüzlerce örnekten biri:
-Ne olacak bu ülkenin hali?
-Aynen yaa.
Aynen zarfıyla ifade edilen bir fikir var mıdır? Aynen, kelime anlamı olarak, tamamiyle aynılık durumunu ifade eder. Fakat günümüzdeki aynencilik fikirsizliği, baştan savmacılığı, konuşmayı bitirmek istemeyi, umursamazlığı, kelime dağarcığının kıtlığı olarak çıkar ortaya. Çünkü herdaim ‘küçük çıkarların büyük kurnazları’ndan mürekkeple bir karakter biçmişizdir kendimize. Sadece kendi bireysel dertlerimize düşkünüzdür. Kendimize de topluma da yabancılaşmışızdır.
Aynenciliğin facebooktaki yansıması da heralde ”beğen” butonuna basmaktır. Her ne kadar bir kesim beğenmeyi farklı argümanlarla kullandığını iddia etse de ”fikrimi belirtmek istemiyorum”, ”zaten ben de öyle düşünüyordum” demekten öteye gidemez. Fakat bir fikrin ve o fikrin beyanının değeri ne kadar eksikli veya yanlış olursa olsun, ”aynencilik”ten çok daha değerlidir ve elbette yeni fikirlere açık olmak ve dogmatik olmamak şartıyla.
Aynenciliğin politik yansıması da parti liderlerinin her dediğine boyun eğmek, onaylamak ya da bir apolitik olma halidir.
-Başkan ne güzel konuştu değil mi?
-Aynen yaa.
Bir fikir, ancak gerçekliğe yaslandığı sürece ve zıttıyla yaşayabilir. Herkesin aynı olduğu bir dünyada yaşam belirtisi denilecek bir ize rastlamak mümkün değildir. Cioren bunu şöyle ifade etmektedir: ”Bütün bakış açılarının, en uyumsuz inançların, en çelişik düşüncelerin kabul edilmesi, peşinen genel bir bezginlik ve kısırlık halini varsayar. Şu mucizeye varılır: Rakipler bir arada yaşar – ama tam da rakip olamamalarındandır bu; zıt doktrinler birbirlerine meziyetler atfeder, çünkü hiç birinde kendini gösterecek bir dirilik yoktur.”
Yaşamın belirtisi tezatlıklardır. Tezatlıklar yoksa cenaze marşları eşliğinde ölü ruhların fiziksel dansları vardır en fazla.
Bizler çok fazla aynen demeye başladık. Çünkü fikrimiz yok. ‘Aynen’ demesek bile, konuşmalarımız hep birer nüshadan öteye gitmiyor. Şükrü Erbaş da bir keresinde, ”Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde… Kimsenin kimseyi anlayamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?” demişti.
Tezat doktrinler geliştirmemiz gerekiyor. Çelişki yasasını öğrenmemiz gerekiyor. Çelişkiyi ortaya çıkaracak; çelişkinin her iki ucunu da yıkıma uğratacak fikirler edinebilmeli, bunun içinde bu çelişkilerin dayandığı zemine yönelmemiz ve daha sonrasında bizleri ileriyi taşıyacak yeni çelişkileri doğurmamız gerekiyor. İnsanı daha da aptal eden televizyon dizilerinden ve programlarından, internetten mümkün olduğunca uzaklaşmamız gerekiyor. Yeni fikirler için tecrübeler edinmemiz gerekiyor. Fazlasıyla kitap okumamız ve okurken de önyargılarımızı değil kitapta söz konusu edilen fikri anlamaya çalışmamız gerekiyor. Fikirleri birbiriyle çatıştırmaktan çekinmememiz gerekiyor. Üretmeyenin tükettiğini ve doğal haliyle tükendiğini unutmamız gerekiyor. Teori ve pratik olarak kendimizi geliştirmek ve fikirlerin savaşçısı olmamız gerekiyor. Fikirlerimizi her zaman akan nehirin suyunda yıkamamız gerekiyor. Aksi takdirde zaten ölüyüz…
Baran Sarkisyan
Dünyalılar