Muzaffer Sarısülük…Ankara ’daki Gezi Parkı gösterilerinde polisçe vurularak öldürülen Ethem Sarısülük’ün babası. Oğlunun ölümünden sonra Çorum’un Sungurlu ilçesinde tepki için bir trafonun altında ateş yakıp diş polikliniğinin kapısına “Maddi Tıp şeytandır” diye yazınca hakkında ‘kamu malına zarar vermek’ iddiasıyla ve 12 yıla kadar hapis cezası istemiyle iki dava açıldı. Ethem Sarısülük’ü öldüren polis memuru hakkında ise yalnızca 5 yıla kadar hapis istenmişti.
Mahkeme hapis cezası vermedi ona fakat yüksek güvenlikli bir akıl hastanesine yatırılması, toplum açısından zararlı olmadığı sonucuna varıldığı takdirde bırakılması kararlaştırıldı.
Karar kesinleşirse Sarısülük Samsun Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırılacak.
26 Haziran 2013 tarihinde, Odatv için Tugay Afat onun hakkında bir haber yapıp, insanı şaşkına çeviren hayatını paylaşmıştı bizlerle. Hatırlayalım o haberi, kimin akıllı, kimin deli olduğuna kararı kendimiz verelim…
Polis kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülük’ün babası. 54 yaşında. 23 yıldır megapol dediği kentlerden uzak yaşıyor. Aslında edebiyat öğretmeni. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden mezun. 1985 yılında ilk olarak Şanlıurfa’da öğretmenliğe başlamış. 1989 yılına kadar görev yapmış. Dönemin Başbakanı Turgut Özal’a yazdığı sünnet karşıtı mektubu nedeniyle soruşturma geçirmiş ve birgün ceza almış. Şanlıurfa’dan sonra Kayseri’ye atanmış. Yarım dönem çalıştıktan sonra da istifa ettiğini belirten dilekçeyi yazıp çıkmış. Ailesi akıl sağlığının yerinde olmadığını iddia ederek hastaneye yatırılmasını sağlamış. Üç ayrı hastaneden de kaçıp mesleğe dönmeyi reddettiği için sonunda istifa ettiği kabul edilmiş.
Meslekten ayrıldığında oğulları Cem, Mustafa, ölen Ethem ve adını kendisinin koyduğunu söylediği son oğlu İkrar’ı anneleriyle geride bırakarak Sungurlu’ya köyüne dönmüş. Birkaç yıl da köyde yaşadıktan sonra tamamen kendini soyutlamış ve arazide yatıp kalkmaya başlamış. Soğuktan korunmak için kendine küçük bir baraka yapmış. Küçük bir mangal dışında hiç ateş yakmamış. Nasıl ısınıyorsun sorusuna “Yatağıma yatıyor ısınıyorum” diyor. Mangalı da bazen çorba yapmak için kullandığını söylüyor.
Üzerinde sadece bir pantolon ve kazak var, yalınayak. Yanında taşıdığı montun ise sadece ceplerini kullanıyor. Her yere yürüyerek gidiyor ve kesinlikle arabaya binmiyor. Hatta o kadar ki, birkaç kez Antalya’ya kadar yürüyerek gidip geldiğini bile söylüyor. Hesaplarına göre, yürüyerek 2400 kilometre yol yapmış. Kullandığı tek teknolojik alet ise haberleri takip edebilmek ve gerektiğinde ailesine ulaşabilmek için oğlunun verdiği parayla aldığı cep telefonu. Ethem’in öldüğünü de flaş haber şeklinde cepten duymuş.
Hiç traş olmuyor. Saçı ve sakalı iyice birbirine yapışmış bir halde. Sadece akarsudan içiyor ve zaman zaman da aynı suda yıkanıyor. 17 yıldır hiç et yemediğini, vejeteryan olduğunu söylüyor. 20 yıldır kimseyle el sıkışmadığını, hatta hiç temasta bulunmadığını da ekliyor. Bir şey uzatılırsa yere konulmadığı zaman almıyor. Kendisi de bir şey vereceği zaman yere bırakıyor. Kendisiyle ilgili kitabı da, nüfus cüzdanını da aynı yöntemle verdi. Sigara içiyor. Kendisi için alınan sigaraları ise “Saklayıp bir dahaki gelişinizde size ikram edeceğim. Mutlaka gelin” diyerek saklıyor. Gönlü bol. Oğlunun cenazesinin ardından gelen giden olur diye yiyecek içecek saklamış.
Gözleri de dişleri de çok sağlam. Ancak kesinlikle kimsenin gözünün içine bakmıyor. Eski arkadaşlarından ya da tanıdıklarından birinin öldüğünü duyduğu zaman hemen yerinden kalkıp bir takla atıyor. Niye yaptığını sorduğumuzda ise “Bu da benim onlar için yaptığım ibadetim” diyor. Bir ara sıcaktan bunalıp üstündeki yırtık kazağını da çıkardığında saçı ve sakalı daha da ortaya çıkıyor. Bir gram yağ yok ama öyle bir deri bir kemik durumu da yok. Anlatılanlara bakılırsa 40-50 kiloluk hurdayı kilometrelerce taşıyabiliyor. Bizim arabayla 10 dakikada ancak katettiğimiz yolu arazi içinden yürüyerek 16 dakikada alması da ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.
Barınağında çok sayıda ansiklopedi ve kitap var. Fotoğraf çekmek istediğimde kırmızı kapaklı “Oğlum getirmişti” diyerek Ethem’in hediye ettiği “Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi” ansiklopedisini gösteriyor. Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Ansiklopedisi’nden çok etkilendiğini saklamıyor. Sık sık Hançerlioğlu’nun yapıtını söyleyip “Çok değerli bir kitap. Her aradığımı buluyordum” diyor.
Mal mülk sıkıntısı yok ama gazete okumak, içki alabilmek, karnını doyurabilmek için para kazanması gerektiğini de biliyor. Hurda toplayıp satarak bu ihtiyaçlarını giderdiğini söylüyor. “İhtiyacım olanı bulur, kullanır ve ardımda bırakırım” diyor. Sungurlu’da tanımayan kimse yok. Adını kimse söylemiyor. Bilen biliyor ama onlar da çoğunlukla “Hoca” diye sesleniyor. O da bunu kabul etmiş durumda.
Geçmişini çok kurcalatmak istemiyor. Oğullarının her yıl yanına uğradığını, görüp gittiklerini söylüyor. Konuyu Ethem’e getirmeye çalıştığımızda “Ölen öldü, kanadım kırıldı ama artık yapacak bir şey yok. Elden gelen yok. Ethem’in geri geleceği de yok” diyor. Ancak öldüğünü ilk duyduğunda Kaymakamlığı basmaya çalıştığını da laf arasında söylemeden edemiyor. “Bazı insan evladından, bazı evlat da atasından üstündür. Kimi insan evladını kurtarmaya çalışır kimi evlat da atasını. Ben Ethem’i kurtaramadım. Öleceğini biliyordum” diyor.
Sarısülük’ün derviş yaşamı, gazeteci Servet Somuncuoğlu tarafından ‘Gallemit’ adıyla kitaplaştırıldı. Bu kitapta Muzaffer Sarısülük’ün 13 mektubu da yer alıyor.
Kitabın arka sayfasındaki ifadeler ise çok ilginç.
“Bu kitapta anlatılanların hepsi gerçektir ve roman´ın esrarengiz kahramanı hala hayattadır.”